YİĞİT CAN – RTE “Allah’ın bir lütfu” olarak gördüğü bu başarısız darbe girişimini İslami faşizme gidişin kaldıracı haline getirmek için kolları sıvadı. OHAL ile birlikte fiili olmanın yanında resmen de başkanlığını ilan eden RTE, CHP ve MHP’yi ise muhalefet olmaktan çıkarıp destek konumuna getirdi.
YİĞİT CAN
2000’li yılları ekonomik ve siyasi krizle karşılayan Türkiye Devleti tam anlamıyla çökmüş bir vaziyetteyken, bu çöküntünün baş mimarı ABD ve onların işbirlikçileri 70’li yıllardan beri besleyip büyüttükleri ABD İslamı ya da diğer adıyla ılımlı İslam projesini sahneye çıkarttı. Sol güçlerin bu çöküntüye karşı bir alternatif yaratamaması ve yaptığı projeleri bir bir batırması ülke halklarının kaderini emperyalistlerin desteğini arkasında almış pragmatizmin su katılmamış temsilcisi RTE’ye ve kendini yarı tanrı ilan etmiş hasta ruhlu Fetullah Gülen’e teslim etti.
RTE’nin kirlenmiş olan milli görüş gömleğini kirli sepetine atmasıyla oldukça uyumlu bir çift gibi görünen AKP-Cemaat haydutluk ittfakı ülke ganimetlerini bölüşürken çok geçmeden birbirlerine girdi. Ordunun 28 Şubat süreciyle kendine güveninin doruğa ulaşmış olması ABD’nin dikkatini çekerken bir de 1 Mart 2003 Irak tezkeresinin Meclis’te reddedilmesiyle ABD Türk askerinin başına çuval geçirmekle kalmadı Ergenekon operasyonlarıyla bütün itibarını yerle bir etti.
AKP-Cemaat haydutluk ittifakının ilk çatladığı yerin 5 Mayıs 2007’de Dolmabahçe’de yapılan Büyükanıt-Erdoğan görüşmesi olduğu konusunda izler olsa da çok gizli tutulan ve RTE’nin ittifak yaptığı Cemaat’ten bile gizlediği bu görüşmenin aydınlığa kavuşamamış olması şu an için bize bir kanıt sunmuyor.
Dolmabahçe görüşmesinin hemen ardından 12 Haziran 2007'de bir ihbar üzerine Ümraniye'de bir gecekonduda operasyon yapıldı ve 27 adet el bombası, TNT kalıpları ele geçilerek Ergenekon operasyonlarının fitili ateşlendi. Bu tarihlere bugünden bakmak olayların bir örgü dahilinde ve hamleye karşı hamle şeklinde gittiği izlenimini yaratıyor. Fakat yeterli bir argümana Mavi Marmara baskınına kadar ulaşmamız mümkün olmuyor.
Mavi Marmara’nın Gazze ablukasını delmek için çıktığı yolda 31 Mayıs 2010 gecesi Siyonist canilerin saldırısına uğraması sonrası Fetullah Gülen çok ilginç bir çıkış yaparak “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek otoriteye başkaldırıdır” dedi. Bu çıkışın AKP’liler üzerindeki yıkıcı etkisini bir yana koyup Fetullah Gülen’in bu lafını haberleştiren ntv.com.tr de çok ilginç bir detay yer alıyordu. Söyleşiyi gerçekleştiren muhabir, Fetullah’ın eviyle ilgili detayları aktarırken şunları paylaşıyordu: “Gülen’in evinin koridorunda büyük bir Türkiye haritası, Kuran’dan bir ayet ve Boğaz üzerinden geçen bir Türk F-16’sının resmi bulunduğunu…”[1]
Bu çatırdamanın ardından ülke 12 Eylül 2010’da Anayasa Değişikliği referandumuna gitti. Ve 40 Katır, 40 Satır ittifakında Cemaat katırının devlete iyice yerleşme ve dokunulamaz hale gelme hevesleri bu referandumun kabulüyle gerçekleşmeye başladı. ‘Yetmez ama evet’çi kepazeler ağızlarına sürülen bir parmak “darbeciler yargılansın” balını kemirmekle meşgulken, Kürt Özgürlük Hareketi ise Oslo ve İmralı görüşmelerinin olumlu havasıyla AKP’ye kredi açmak için boykot tavrını ortaya koyuyordu.
17 Nisan 2010 tarihinde MİT’e patron olarak atanan Hakan Fidan en başından beri Cemaat çevrelerinde rahatsızlık yaratıyordu. Rahatsızlığın sebebini Fidan’ın büyük projeleri koltuğunun altına alarak müsteşarlık makamına çıkması oluşturuyordu. Çok geçmeden projeler ortaya çıkmaya başladı.
Projelerin en büyüğü Cemaat’in en sevdiği oyuncak olan Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı’nın MİT’e bağlanmasıydı. Bu çerçevede Jandarma, Emniyet ve Genel Kurmay istihbaratı MİT çatısı altında bir araya getirilecekti. Dünyadaki en ileri sistem olan Echelon’la ortak çalışabilen, ABD’nin Sovyet tehdidine karşı 50’de kurduğu 90’lı yıllarda TC’ye devrettiği bu büyük dinleme tesisleri 2011 yılı boyunca MİT’e geçiş için entegre edildi. 1 Ocak 2012 tarihinde devir gerçekleşti gerçekleşmesine ama öncesinde ve sonrasında büyük krizler patlak verdi.
2011’in Martında İstanbul Emniyeti İstihbarat Daire Başkanı Cemaatçi Ali Fuat Yılmazer görevinden alınarak kızağa çekildi. Fetullahçı istihbaratın en önemli adamlarından birinin tasfiyesi oldukça ses getirdi. Ahmet Şık, Nedim Şener, Hanefi Avcı gibi Cemaatçi gizli örgütlenmeyi deşifre eden isimleri içeri attırmış, Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk operasyonlarının bizzat başında bulunmuştu. Fetullahçılara yönelik ilk hamle böyle gerçekleşti.
Fetullahçı gizli örgüt ise Fidan’a dolayısıyla RTE’ye ilk şamarı 13 Eylül 2011’de Oslo Görüşmelerinin basına sızdırılmasıyla attı. Oslo görüşmeleri gündeme bomba gibi düşerken RTE “Fidan’ı kimseye harcatmam” diyerek arkasına dikiliverdi. Bu görüşmeyi sızdırma işinde Cemaat’in ne kadar alçakça tezgah kurmakta uzman olduğu bir kez daha görüldü. Dicle Haber Ajansı internet sayfası hacklenerek “Görüşmelerin iç yüzü Erdoğan’ı yakacak” başlığıyla internet sitesinden servis edildi. DİHA “biz yayınlamadık hacklendik” dedikten sonra 3 saat süreyle site devre dışı kaldı.
2011’in 28 Aralık’ına geldiğimizde ise akşam saatlerinde korkunç bir katliam haberi etrafa saçıldı. Türk F-16’ları Roboski’de kendi köylüsünün üzerine bomba atmış, 34 yurttaş katledilmişti. AKP sonradan Cemaat yaptı diye günah çıkaracak olsa da katliamın üzerini örtmeyi ve Kürt halkının bütününde büyük tepki uyandıran bu katliamdan menfaat elde etmeye çalışmayı ihmal etmedi. Katliamın ardından Fetullahçı kalemler bütün gücüyle istihbarat hatasını öne çıkararak sorumluluğu MİT’e atma ve Hakan Fidan’ı yine hedef tahtasına oturtma mücadelesine giriştiler.
7 Şubat 2012 tarihinde özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya, KCK soruşturması kapsamında Fidan, MİT eski Müsteşarı Emre Taner, Afet Güneş ve iki MİT görevlisini "şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağırdı. AKP iktidarını en çok sarsan hamlelerden biri bu oldu. Fetullahçı örgüt AKP’ye açtığı savaşın ve AKP’yi bitirene kadar savaşacaklarının ilanını bu şekilde yapmış oldu. RTE durumun vahametini kavrayarak bu operasyonun kendine dönük yapıldığını görüp çıkan krizin hemen akabinde Terörle Mücadele Şube Müdürü, 2 emniyet amiri, 1 başkomiser ve 1 komiseri, başka yerlere sürgün ettirdi. Artık Emniyet ve yargıda sürgün ve yer değiştirmeler hız kazanacaktı.
Bu operasyona kadar meselenin görünüşü MİT-Emniyet-Savcılar çatışması şeklinde görülüyordu. Bu operasyonla iktidar katır tepmişe döndü ve olayın iç yüzü etrafa saçıldı. Olanlar Cemaat’le AKP arasındaki iktidar paylarının yeniden düzenlenmesiydi. Cemaat yavaş yavaş, sinsi ve vahşi operasyonlarla yıldırma politikası izlerken RTE’nin güçlü sıçramalarla ilerleme gerekliliği kısa sürede çatırdamayı yarılmaya taşıdı. Bütün bu olanlar burjuva devletin 2000’li yılların başlarını bile geride bırakan bir krizin ve sahtekarlığın içerisinde olduğunu gösterirken yığınların gözünün açılmasında ciddi imkanlar yaratan bu gelişmeler muhalefet tarafından deşifre edilerek değerlendirilemedi.
RTE artık özel koşulları bahane ederek isteklerine göre yasalar çıkarmaktan geri durmayacaktı. Zira ilk işi cumhurbaşkanlığı süresini Abdullah Gül için 7 yıla sabitlerken kendisi için 5+5 kuralına bağlayarak başarabilirse bu sürenin sonunda da devlet başkanı olma hedefini önüne koydu. Başka bir darbeyi de AKP içinde gerçekleştirdi. Üç dönem kuralıyla itaatkar olmayanlara ve Fetullahçılara açık savaş açarak bir daha Meclis’e giremeyecek konuma getirdi. Emniyet ataklarını idari tedbirlerle çözerken savcılar için kişiye özel yasalarla çözüm bulmaya çalıştı. Çatışma ciddi boyutlara ulaştıkça kural dışına çıkan işler toplumda katlanılmayacak safhaya ulaştı. Kürt Özgürlük Hareketinin basıncını düşürmek için çözüm süreci ilan etti. Süreci kurumsallaştırmadı, yasalaştırmadı ve oyalama stratejisini kendine temel aldı. KÖH, çözüm sürecinin güvenceye alınmadığının farkında olarak hareket etti ama bunu bir tarihsel fırsat olarak çok iyi değerlendirdi ve bütün dünyada meşruiyetini artırdı.
Çözüm sürecinin çatışmaları durdurması batıda RTE’ye olan öfkenin dağılmasının da önüne geçerek öfkenin direkt RTE’ye yönelmesine sebep oldu. Gezi Parkı vesilesiyle patlayan Haziran Ayaklanması RTE’nin denge içinde çatışma politikasını altüst etti. Bu süreçten çıkışını azgın saldırıları daha da arttırmakta gördü. İçerde yüzde 50’yi sokağa salmakla tehdit ederek iç savaş kartını oynadı, dışarıda ise Suriye’ye karşı örgütlediği cihatçı katillerin başkomutanlığı görevine silah ve mühimmat yardımlarını da ekleyerek devam etti.
CIA himayesinde Pensilvanya’da karargah kurmuş ve Siyonist İsrail’le sıkı ilişkiler geliştirmiş Fetullahçılar ABD’nin İran’a koyduğu ambargoyu Reza Zarrab’la delen ve buradan kendine rüşvet ve yolsuzluk çarkı yaratan AKP’ye bu kez de 17-25 Aralık 2013 operasyonlarıyla darbe vurdu. Bu sefer direkt hükümete yöneldi. 4 Bakan ile 3 Bakan çocuğu hakkında soruşturma başlatıldı. 71 gözaltıdan 24’ü tutuklandı. RTE’nin Bilal’e ganimetini sıfırlatmasını bütün toplum dinledi. RTE tüm bunlara “montaj” dedi demesine ama montaj olmadığını kanıtlayacak kadar ciddi operasyonlara girişti. 2014 Şubat sonunda bütün tutuklular serbest kalmış AKP sulh ceza mahkemeleriyle yargıyı büyük ölçüde kendine bağlamıştı.
Yurt içinde ve yurt dışında geliştirdiği savaş stratejisinin elini güçlendirdiğini iyi kavrayan RTE böylesine gergin ortamda içerdeki muhalefeti “vatan hainliğiyle “ tehdit edip, dışardakilere de “dereyi geçerken at değiştiremezsiniz” denebileceğini hesapladı. Suriye’de cihatçı katillerin başkomutanı konumuna kendini yerleştirerek verdiği açık destek gün geçtikçe daha da görünür hale geliyordu. IŞİD’in Kobane’ya saldırılarını zafer sarhoşluğu içinde “Kobane düştü, düşecek!” nidalarıyla karşılarken kendini kocaman bir Kürt isyanının içinde buldu. 6-8 Ekim 2014 Kobane ayaklanması devletin tümünün dengesini altüst etti. Böylesi bir kalkışmayı uzun sürdüğü takdirde karşılayacak güçleri olmadığı ortaya çıktı. Aynı Gezi ayaklanması gibi Kobane Ayaklanması ardından da güvenlik tedbirlerini arttırmayı ve bunu iç güvenlik yasasıyla taçlandırmayı kendine çıkış olarak gördü.
Toplumu gergin halde tutmaya and içmiş olan RTE Suriye’ye MİT kanalıyla gönderdiği silahlarla suç üstü yakalandı. 29 Mayıs 2015 günü "İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar" başlığıyla çıkan Cumhuriyet gazetesi fotoğraf ve videoları paylaştı. RTE "Bu casusluk faaliyetinin içinde olanlar bedelini ağır ödeyecek" diyerek intikam yemini etti. 7 Haziran seçimleriyle dağılan gücünü 1 Kasım’da tekrar toparladıktan sonra 27 Kasım 2015 tarihinde Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı.
7 Haziran seçimlerine 400 vekil hayaliyle giden RTE tepe taklak olup hükümet kuramaz hale geldi. HDP’nin seçim zaferi devletin temellerini bir kez daha sarsmıştı. Seçimlere giderken milliyetçi söylemi tekrardan keşfeden RTE İslami faşist retoriği arttırarak MHP’den de oy devşirip tek başına anayasa yapacak çoğunluğa ulaşma peşindeydi. Fakat bunun oluşması için yarattığı olağanüstü koşullar yeterli olmadı. Daha fazla kan, daha fazla katliam gerekiyordu! 7 Haziran seçim sonuçlarını kabul etmediğini tekrar bir erken seçime gidileceğini bir sivil darbe ile belirledi.
Sivil darbe OHAL’ini 20 Temmuz günü Suruç’ta ilan etti. MİT’e bağlı IŞİD hücrelerini devrimci-demokrat halkın üzerine saldı. Eylemler, mitingler kana bulandı. Şimdi Fetullahçıların üzerine attıkları Urfa’da 2 polisin öldürülmesi olayını bahane ederek fiili savaş durumunda ülkeyi 1 Kasım seçimlerine tehditle ve şantajla taşıdı. Vatandaşı “ekonomi çakılacak, evinizden işinizden olacaksınız” tehditiyle kendine bağladı. Milliyetçi söylemi artırıp Kürt katliamlarını devreye sokunca MHP’li faşistleri cezbetti ve 1 Kasım seçimlerinde 400 vekil hayallerine ulaşamasa da iktidar kuracak çoğunluğa ulaşmayı başardı.
Ülkeye ektiği bu kaos tohumları Kürdistan’da iç savaşa dönüştü. Kürt gençleri mahallelerini ilçelerini korumak için silaha sarıldı, hendekler kazdı. Azgın saldırılara karşı direnmeye, yaşam alanlarını destansı bir şekilde korumaya çalıştılar ve başarılı oldular. Devlet yaptığı katliamlar ve insansızlaştırma projelerinde ilçelerde kontrolü ele geçirmiş gibi görünse de uzun vadede elle tutulur bir sonuç elde edemeden tankları, toplarıyla Kürt halkının yaşam alanlarında tutunamadan kışlalara geri çekilmek zorunda kaldı.
Tabii tanklar bir kez şehre indi mi onları geri kışlalarına sokmak mümkün olmadı. 15 Temmuz Darbe girişimine giden yol böyle döşendi. Tankların namluları hükümeti devirmeye, kanlı bir darbeyi gerçekleştirmeye yöneldi. Emperyalist güçler ipleri ellerinden saldı. Kim kazanırsa onunla hareket edeceğini ilan ederek TC üzerinde bir arınma gecesi organize etti. Fetullahçı katiller arınma gecesinin yenilen tarafı oldu. Fakat Fetullah çetesinin hala son nefesini vermediği darbe sonrası süreçte açıkça görüldü.
RTE “Allah’ın bir lütfu” olarak gördüğü bu başarısız darbe girişimini İslami faşizme gidişin kaldıracı haline getirmek için kolları sıvadı. OHAL ile birlikte fiili olmanın yanında resmen de başkanlığını ilan eden RTE, CHP ve MHP’yi ise muhalefet olmaktan çıkarıp destek konumuna getirdi. RTE’nin milli birlik çağrılarının takiye olduğunu görmeyip, darbeyle beraber güçsüzleştiği ve daha uzlaşmacı bir çizgiyi benimsemek durumda kalacağı ham hayalleri etrafa saçılsa da bu avanakça fikirlere itibar eden pek olmadı.
Darbe, haydutluk ittifakı ortaklarının yaptıkları soygunun mallarını paylaşırken aralarında çıkan anlaşmazlığın doruk noktasıdır. Fetullah gizli örgütü “devlete sızmış, ele geçirmiş” palavrası AKP’nin Fetullahçıları o makamlara kendi eliyle yerleştirdiğini gizlemek için atılmıştır. Yani basitçe ‘darbe kaybetti, demokrasi kazandı’ uydurmasını teşhir etmekle yükümlüyüz. Suçluların tümünün fotoğrafını ortaya çıkarabilmek temel meselemiz olmalıdır. Aksi takdirde suç ortakları arasında yapılacak olan darbeci-mağdur ayrımı bizi haydutların bir kesimini diğer haydutlara karşı destekleme durumuna sürükleyecektir. Darbenin tek mağduru vardır; o Türkiye halklarıdır.
RTE’nin giriştiği yeni ittifaklar yeni krizleri de içinde barındırıyor. Ergenekon-RTE ittifakı, Rusya’ya yanaşma hamleleri, ülkeyi bir iç savaşa, faşizme gidişatın ivmelenmesine, yeni darbelere ve olası emperyalist işgallere kapıyı aralıyor. Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri kuracakları yeni ittifaklarla hayatı bize zindan etmeye devam edecek. Ta ki bunları sırtımızdan atacağımız günlere kadar.
[1] http://www.ntv.com.tr/dunya/fethullah-gulen-israilden-izin-almaliydilar,kIC_HTknIEavwlzh-VOxdg?_ref=infinite