FATOŞ OSMANAĞAOĞLU yazdı: “AKM’yi kaybetmek çok üzücü, evet ama onun anlamını bilenlerin de öfkelerinin biriktiğini bilmek gerek. Toplumsal tarih değerlendirmelerinde yaşadığımız süre çok uzun değil aslında, bunların bu kadar üst üste gelmesi laikliğe bağlı bir toplumda nasıl etkiler yaratır tanıklık ederek göreceğiz, herhalde.”
FATOŞ OSMANAĞAOĞLU
Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) sizler için değeri nedir bilmiyorum ama benim için ne ifade ettiğini biraz anlatmak isterim.
Laik cumhuriyetin ilk görkemli yapılarından, mimarisini beğenmesek de kült bir yapı. Binanın mimarisi ile ilgili söz söyleyebilecek biri değilim, onu mimarlara bırakalım. Benim için önemli olan içinde yaşanmışlıklarım, belleğimde bıraktığı izler.
Yetmişli yılların sonları, o zamanlar film festivalleri filan yok henüz. Sinemalara filmler bir-iki yıl sonra geliyor. Filme meraklıyım küçüklüğümden beri, yetmiyor tabii. Sınırlı öğrenci harçlığımın çoğunu filme ve sigaraya yatırdığımı söyleyebilirim. Sinema iştahımı az sayıda gelen filmler doyurmadığı için muhalif filmlerin gösterildiği Sinematek’in müdavimi olmuştuk, ucuzdu da, özellikle gece gösterimleri. Bir de AKM’de gece yarısı gösterimi başlayan ücretsiz filmler. Tabii babamdan izin almak kolay olmadığından her sefer farklı bir yalanla. AKM ile tanışıklığım böyle başladı.
Bizim küçüklüğümüzde ailelerin kısıtlı geliri ile öyle ‘konserlere götürelim çocuklarımızı’ filan gibi şeyler olmazdı, sinema en önemli lüksümüzdü, sanırım ebeveynlerimizin sevmesinin de etkisi vardı. Biraz da tiyatro, okullar götürürdü o zamanlar. Klasik müzikle tanışıklığım pazar sabahları TRT 3 radyosunda dinlediğim hikayeleri ile anlatımlı programla başlamıştı. Bu programlarda arada ülkemizin yetiştirdiği şeflerin ya da sanatçıların da arada kayıtlarını dinlerdik. Böyle başlayan klasik müzik hikayem ilk AKM konseri izlemeye ulaştırdı beni.
Fakat duymuşuz o konserleri izlemeye insanlar şık kıyafetlerini giyerek gider, kotla filan gidilmez. Öğrenciyiz tabii gelir de sınırlı, bir kotum bir de kadife pantolonum var, kış günü. Kadife pantolonumu giydim mecburen. Neyse ki üniversiteye başladığım için alınan şık bir paltom vardı. Büyük salona girdiğimde, heyecanımı unutamam, gerçekten sade ama şık kadınlar ve erkeklerle dolu. Dinlediğim müziklere öyle bir hakimiyetim filan yok, geçişlerde topluluktan biraz geç başlayarak alkışlıyorum. Ama nasıl bir haz.
Sonraki yıllarda Gürer Aykal’ı, Suna Kan’ı sahnede izleme fırsatı buldum. Sevdiğim sanatçıların eserlerini canlı dinledim. Opera ve baleyle de (TRT televizyonunda izlediklerimden sonra) canlı olarak ilk AKM’de tanıştım, Kızılordu Korosu’nu orada izledim. Sonraki yıllarda kızımı da çocuk bale gösterimine götürmüşümdür. Sık gidebildiğim bir yer olmasa da orada olduğunu bilmek yeterliydi.
Bu sabah gazetelere bakmak için bilgisayarımı açtığımda manşette Cumhurbaşkanı ve AKP başkanının şu cümlesi ile karşılaştım: “Çatlasanız da patlasanız da yıktık işte.” Yani Türkçesi benim için, “Laik cumhuriyetinizin bir kalesini, simgesini daha düşürdük. Gezi’ciler siz de duydunuz mu?”
Birkaç gündür Meclis’te kürsüye çıkarılmayan kadın tiyatrocuları okuyoruz. Meclis Başkanı’nın engel olduğu söyleniyor, bu vesile ile İsmail Kahraman’ın geçmişi ile ilgili yazıları da bildiklerimiz ve bilmediklerimizle hatırlamış olduk bir kez daha. Seçilmesindeki mesaj ve sonrasında yaptıkları laikliğe karşı öfkelerini net gösteriyor. Ya Devlet Opera ve Balesi, Şehir Tiyatroları, en son MESAM’da yaşananlar, hepsi kültürel alt yapıda istenen değişikliklerin yaşama geçirilişi değil mi?
Biz sosyalistler demokrasi mücadelesini önemsemişizdir bugüne değin ama artık öyle veya böyle içine doğduğumuz seküler yapının dağıldığını, kültürel kodların adım adım değiştirilmeye çalışıldığını net görmemiz gerekiyor.
AKM’yi kaybetmek çok üzücü, evet ama onun anlamını bilenlerin de öfkelerinin biriktiğini bilmek gerek. Toplumsal tarih değerlendirmelerinde yaşadığımız süre çok uzun değil aslında, bunların bu kadar üst üste gelmesi laikliğe bağlı bir toplumda nasıl etkiler yaratır tanıklık ederek göreceğiz, herhalde.