KORKUT AKIN yazdı: “Ah’ta, Koçgiri’de son yüzyılda yaşananları anlatıyor Azimet Ceyhan. O toprakların kadim halklarının yaşadıklarını anlatıyor. Sevecenliğin, hoşgörünün nasıl güzel bir dünya oluşturduğunu, ama egemen erkin uzantılarının o güzel dünyayı nasıl zehir ettiğini.”
KORKUT AKIN
Pir Sultan, “Şu ellerin taşı hiç bana değmez / İlle dostun bir tek gülü yareler beni” diyor, son nefesinde… O gül ne denli can yakıcıysa, bir “ah” da o denli yakıcıdır, bilene, anlayana.
O “ah” ki, neler saklar bağrında… O “ah” ki, yüzyılı anlatır bir nefeste… O “ah” ki, sadece bir yörenin, bir halkın, bir kişinin değil, hepimizindir ve hala unutulmamıştır.
Osmanlı, Anadolu’yu hep üvey evlat olarak görmüş, hiç umursamamış. Vergi salmış, almış. Asker istemiş, almış. Dertlerine, sorunlarına çare olmak şöyle dursun, daha da çok gitmiş üzerine, daha bir ezmek, yok etmek istemiş. Yavuz gitmiş, Talat gelmiş, o gitmiş, “Topal” gelmiş. Altın yumurtlayan tavuğu kesmiş bir anlamda, kimseyi dinlememiş. Bu zulme, bu baskıya boyun eğmemiş tabii, insanlar. Başkaldırmışlar, itiraz etmişler, isyan etmişler. Kanlı bastırılmış hepsi. Haklı, haksız ayırt edilmeksizin hepsi, çoluk çocuk dinlemeden…
Bin yıl süren…
Havva Ana’nın dünkü çocuk sayıldığı, Nuh’a beşikler veren bu topraklarda yaşayanlar, yarasına basılmadığında, üzerine üzerine gidilmediğinde yine de olumlu, sevecen, hoşgörülü bakar, bir çözümünün bulunacağına inanır. Hep böyle mi olmuştur tarih boyunca? Tarihin resmi olanına bakarsanız böyle değildir, edebi (ve ebedi) olanına bakarsanız o iyi niyetliliği görürsünüz. Zaten resmi tarih yazmaz gerçekleri. Sanatçıların kalemlerinde hayat bulanlardır gerçek olanlar.
Azimet Ceyhan, Ah’ta, Koçgiri’yi, yitirilen değerleri, yok edilen yaşamları ve yükselen isyanı anlatıyor. Öyle bir cümleyle değil, müthiş bir betimlemeyle… Doğayı anlatıyor önce, taşı toprağı, ağaçları, yapraklarını, kuşları, börtü böceği… Coğrafyayı anlatıyor, dağları, dağların doruklarından fışkıran günün ilk ışıklarını, rüzgarların getirdiği kokuları, serinlikleri, acıları belki… İnsanı anlatıyor en çok da, yoksunluğunu, yoksulluğunu, gördüklerini, yaşadıklarını…
Zo diyenlerden Lo diyenlere…
Ah’ta, Koçgiri’de son yüzyılda yaşananları anlatıyor Azimet Ceyhan. O toprakların kadim halklarının yaşadıklarını anlatıyor. Sevecenliğin, hoşgörünün nasıl güzel bir dünya oluşturduğunu, ama egemen erkin uzantılarının o güzel dünyayı nasıl zehir ettiğini. Önce Ermenilerin sonra Kürtlerin karşı karşıya kaldığı zulmü anlatıyor. Yaşananlarsa… dile kolay.
Cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte Topal Osman’ın insanlara yaşattıklarını öğreniyoruz. Kanın oluk oluk aktığı, derelerin kan aktığı, insanların göz pınarlarının kuruduğu bir süreç bu. Hemen takılıyor aklıma: Bitmiş mi? Şair, şiirce versin cevabını: “Erken öten horozun başın keserler / Bitmez tükenmek bilmez ki / Başın kesile kesile” (F.H. Dağlarca)
“…Ben de o sayfaların sırrına vakıf olmak istiyorum, ne olur bu işaretlerin anlamını bana da öğret” dediği harfler, okuma yazma yani. “Okudukça da zihni daha farklı ufuklara yelken açmış, adeta kabuğunu kırıp bulunduğu alandan bambaşka bir dünyaya çıkmıştı. İnsana, doğaya bambaşka bir gözle bambaşka bir duyguyla yaklaşmaya başlamıştı…” İzin vermediler ki! Yazık!
Azimet Ceyhan, yakın tarihimizin önemli bir olayına parmak basıyor. Edebiyat hayattır derler, edebiyattan yaşamı, yaşananları, insanları öğrenebiliriz ve bir daha asla unutmayız.
Ah, Bir Koçgiri İsyanı Romanı, Azimet Ceyhan, İleti Yayıncılık, Ocak 2018, 187 s.