Hasan KUL yazdı – Yasalar genel, objektif ve tüm yurttaşlara eşit olarak uygulanmak zorundadır. Kamusal hizmetler de tüm vatandaşlara eşit, adil, hakkaniyete uygun olarak uygulanmak zorundadır. Kamu adına yetki kullanan insanlar şeffaflık ilkesine uygun olarak kullandığı yetki ve harcadığı kamu kaynaklarının hesabını vermek zorundadır.
Günlük konuşmalarda insanlar kanıtlanması güç, hayatın olağan akışına aykırı lâflar ettiğinde karşısındaki, “ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” diyerek konuşmaya tepkisini dile getirir. Son günlerde ülkede yaşanan siyasal gelişmeler/konuşmalar karşısında bu sözü kullanmak zorunlu oldu. Yine günlük dilde bir teşbih kullanılır, her ne kadar bu teşbih Romanları aşağılayan bir söz olsa da sayfalarca sözü özetlediği için değerlidir. “Merdi kıpti, şecaat arzedeyim derken sirkatin söyler.” Anlaşılır dille söylersek, Çingene yiğitliğini anlatayım derken, hırsızlığını ortaya koyar.
Ticaret Bakanı kendi şirketinden kendi bakanlığına dezenfektan sattığı ortaya çıktığında, “sattım ama ucuza sattım” diyebilmiştir. Bir eski bakan, “Biz burada olmasak, mafya bu marinaya çökecekti” diyor. Düne kadar devletin kendisine koruma tahsis ettiği kişi beş video yayınlayarak, kamuoyunca bilinen/duyulan bir cinayet olayından, Azeri kökenli bir Türk vatandaşının mallarına çökülmesinden, önemli bir bakanla ilişkilerinden, yer, zaman, telefon konuşmaları ve kişileri tanık göstererek bir takım iddialarda bulunuyor ancak savcılar harekete geçmiyor.
Güvenlikten sorumlu bakan, kendisiyle ilgili suçlamalara yanıt verirken, tam da “ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” dedirten bir şekilde, konuyu bağlamından kopararak muhalefete döndürüp “mal bulmuş mağribi gibi” ifadesini kullandığı bir paylaşım yapıyor. Biliyorsunuz Arapça yönler, mağrip, maşrik, şark ve garptır. Mağrip kuzey demek olup Afrika’nın Akdeniz kıyısındaki ülkelerini, Fas, Tunus, Cezayir’i anlatır. Sayın bakanın bu lâfı/gafı Türkiye’nin 1955’te BM’de Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlığına “çekimser” oyu vermesi kadar inciticidir. Bu ayrımcı, aşağılayıcı dil siyasal üslupla hiç bağdaşmaz ve devletlerarası ilişkilere zarar verir.
Türkiye, KKTC’yi bağımsız bir devlet olarak tanıyan tek devlettir. Yaklaşık iki ay önce Kıbrıs Anayasa Mahkemesi bir karar alıyor: “Kıbrıs’ta kuran kurslarının açılması ve denetlenmesi, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın iznine ve denetimine tabidir” diyor. Bu karara tepki Kıbrıs’tan önce Türkiye’den geliyor. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere birçok yetkili “Anayasa Mahkemesi Başkanı, laikliği öğrenmelidir, Anayasa Mahkemesi kararını gözden geçirmelidir, yoksa bizim tavrımız değişik olur” diyor.
Türkiye KKTC’de son yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine başta CB yardımcısı olmak üzere birçok yetkilisiyle maddi ve manevi olarak yükleniyor ve kendi istediği kişiyi cumhurbaşkanı olarak seçtiriyor. Yine seçimlerden sonra Ulusal Birlik Partisi’nde başkan adayı olan iki adayın seçimlerden çekilip, üçüncü bir kişinin seçilip başbakan olmasını sağlıyor. Siz de anladınız mı Kıbrıs’ta yaşananları: Bağımsız bir devlet olduğunu kabul ederek tanıdığımız bir devletin siyasetine, yargısına ve yürütmesine müdahale ediyoruz ve Kıbrıs’ı tanımayan devletlere dönüp sitem ediyoruz: “Niye Kıbrıs’ı tanımıyorsunuz?” diye. Bir düşünün isterseniz, niye tanımıyorlar? diye.
Kendi bakanlığına mal satan bakan, başta görevi ihmal olmak üzere, ihaleye fesat karıştırma, kamuyu zarara uğratma, görevi suistimal suçlarını işlemiştir. Görevden alınarak ya da istifa ederek bu suçlardan yargılanmaktan kurtulamaz, kurtulmamalıdır. Muhalefet partileri başta olmak üzere kamuoyu bu kişinin “Yüce Divan”da yargılanmasını istemektedir. İktidar Partisi sözcüsü ise “Biz muhalefetin isteğiyle iş yapmayız” diyebilmektedir. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu bayım? Kimin adına bu sözleri söylüyorsun? Seçimlerde kullanılan oyların çoğunu alarak iktidar olmak size ülkenin sahibi olma hakkını vermez. Yasaları ayrım yapmadan herkese karşı uygulamak zorundasınız.
Yine Hazine ve Merkez Bankası kaynaklarının kullanımından, yönetiminden sorumlu bir bakan, İnstagram’dan yaptığı açıklama ile görevi bırakmakta ancak, görev döneminde kullanılan kamu kaynaklarının kime, hangi koşullarda, kaç liradan aktarıldığı sorularının birinci elden sorumlusu olduğu halde, bırakınız yargılamayı, hesap sormayı, kamuoyuna bir açıklama bile gelmemektedir. Ülkede binlerce insan anayasadan kaynaklanan ifade özgürlüğünü kullanarak sosyal medyada paylaşım yaptığı için hakkında soruşturma başlatılıp yargılandığı ve mahkum olduğu halde, emekli amirallerin davranışını eleştiren muvazzaf amiral hakkında herhangi bir işlem yapılmamaktadır.
Yasalar genel, objektif ve tüm yurttaşlara eşit olarak uygulanmak zorundadır. Kamusal hizmetler de tüm vatandaşlara eşit, adil, hakkaniyete uygun olarak uygulanmak zorundadır. Kamu adına yetki kullanan insanlar şeffaflık ilkesine uygun olarak kullandığı yetki ve harcadığı kamu kaynaklarının hesabını vermek zorundadır. Ayrıca bir ülke yönetimi demokratik bir hukuk devleti olmak iddiasındaysa her şeyden önce hukukun genel ilkelerine uymak zorundadır. Nedir bu ilkeler? Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Suçluluğu ispatlanana kadar herkes masumdur. Hukuk devleti öngörülebilir bir devlettir. Yani insanlar bir davranışta bulunduğu ya da bulunmaktan kaçındığı anda doğacak sonucu önceden görebilmelidir. Son olarak bu devlette, mahkemeler bağımsız, hakimler tarafsız ve hiçbir baskı altında kalmadan karar verebilmelidir.
Güncel bir konu olduğu için Filistin’de yaşananlara ilişkin olarak da birkaç söz kurmak isterim. Kuşkusuz Filistin yoldaşlarımın enternasyonalist bir destek amacıyla eğitim alıp İsrail’e karşı savaştığı ‘68’lerin Filistin’i değil. Başta Kemal Ergin ve Bora Gözen olmak üzere 11 yoldaşımın mezarları o topraklarda iken Filistin hakkında yazmakta zorlanıyorum. Filistin’de şu anda ABD’nin Ortadoğu’daki temsilcisi olan İsrail’in başlattığı ve sürdürdüğü bir savaş ve katliam sürmektedir. Filistin’de İsrail’in bu cüreti göstermesinde, ABD emperyalizmin çıkarlarını ölümüne savunan gerici Arap rejimleri kadar Büyük Ortadoğu Projesi’nde eşbaşkanlık seviyesinde görev alan yönetimlerin de dahli vardır. İsrail’de 5 Mayıs’ta yapılan seçimlerde Netenyahu seçimleri kaybetmiş ve azınlığa düşmüştür. Netenyahu ülkesinde üç önemli davadan yargılanmaktadır ve zor durumdadır. Tek bir çıkışı vardır: Savaş. Biz bu yönteme yabancı değiliz. İsrail’de “İki devletli bir çözüm” den yana olan Yahudi ve Filistinliler vardır. Çözüm diyalogla sorunları çözmektir. İsrail’in sürdürdüğü insanlık dışı katliamı durdurmanın yolu demeç vermek değildir. İsrail’e karşı etkili yaptırımlar uygulamak zorundasınız. Meraklısına yazayım: Türkiye’de kullanılan tohumların ve plebisitlerin tamamına yakını İsrail’den alınmaktadır. İsrail’le Türkiye’nin önemli ticari ilişkileri vardır.
İlkeler bunlar ya da ben öyle düşünüyorum. Yargılamayı size bırakıyorum. Ama lütfen ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun. Bir de vicdan mahkemenize başvurun.