Hakan Deniz yazdı: Tüm dünyanın gözü kriz bölgelerinde yükselen tansiyona çevrilmişken ABD ile kıta komşusu Küba’dan gelen sürpriz haber, ‘tarihi dönüm noktası’ olarak gündemin en üst sırasına yerleşti. Küba ve ABD’nin iç dimanikleri ve sallanan küresel dengeler dikkate alındığında gelişmeleri ‘beklenen’ kategorisine oturtmak çok da yanlış olmayacak.
1959’daki Küba devriminin ardından 1960’da ticaret ambargosu uygulamaya başlayan ABD, 61’de Havana yönetimiyle diplomatik ilişkilerini sonlandırmıştı. Soğuk savaş sürecinde Küba’nın oluşturduğu alternatif ve Sovyetler ile kimi zaman gel-gitler de yaşayan ilişkileri, tüm uluslararası politikasını ‘komünizm heyülası’ çevresinde şekillendiren ABD için Fidel Castro’nun ‘şeytanlaştırılması’ için yeterliydi. Tüm bu süreç boyunca Washigton’ın genelde Küba’daki sistemi özelde ise Castro’yu çökertmek için gizli ye da açık çok sayıda girişimi oldu. Sovyet sisteminin çöküşü, ABD-Küba arasında bu dönemde oluşan paradigmalardaki köklü dönüşümün de habercisiydi. Yine de Che’nin yol arkadaşı, Küba sosyalizminin efsanevi lideri Fidel Castro hem Amerika kıtasındaki anti-emperyalizmin hem de dünyanın farklı coğrafyalarındaki sosyalizm mücadelerinin umudu, sesi olmayı sürdürdü, Latin Amerika’da Venezuella’da, Bolivya’da sonradan filizlenecek alternatiflere kök oldu. Küba yıllarca yanı başındaki ABD’nin devasa askeri ve ekonomik varlığına, küresel ekonomik kuşatmaya-ambargolara-fakirleştirmeye karşı direndi. Buna karşılık kimi zaman sosyalizm içinden de sert eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Her şeyden önce Amerika kıtasının sosyalizm algısı ve anlayışı her zaman Batı Marksizminden farklı oldu ve hem kıtanın kendine özgü tarihsel gelişimi ve dinamiklerinin hem de ‘Bolivarcılığın’ güçlü etkisini taşıdı. Bu eleştiriler-karşılaştırma ayrı ve çok daha geniş bir tartışma-yazı konusu.
2006’da Fidel Castro’nun sağlık nedenleri dolayısıyla parti ve devletteki tüm görevlerinden ayrılması ve yerini Raul Castro’ya bırakmasıyla Küba için de yepyeni bir dönem başlamış oldu. Geçen zaman içinde Küba ekonomisi hem sosyalist hem de kapitalist dünyada ‘liberalleşme’ olarak adlandırılan bir dizi yapısal dönüşüme uğradı. Küçük işletmelere, üreticilerin kendi hesabına satış yapmalarına, yabancıların konut ve arazi kiralamasına izin veren düzenlemeler yapıldı. Çalışma yaşamında Kübalılar hiç alışık olmadıkları ‘performans’, ‘sözleşmeli işgücü kullanımı’ gibi kavramlarla tanıştı, toplu işten çıkarmalar yaşandı. Raul Castro’nun ‘sosyalist modelin gözden geçirilmesi’ olarak tanımladığı bu adımlar ABD tarafından yakından izleniyor, olumlu karşılanıyor, takdir ediliyordu. Zaten bu arada kıtada anti-emperyalist mücadelenin bayraktarlığı da özellikle Chavez’in nezdinde Venezuella’ya geçti. İşte ilişkilerin yeniden kurulmasına yönelik Castro ve Obama’nın eş zamanlı açıklaması böyle bir ‘normalleşme’ sürecinin sonunda geldi. Yol haritasına göre ABD, Küba ile diplomatik ilişkileri yeniden kurmak için görüşmelere başlayacak. Havana’da büyükelçilik açacak. Bir ABD heyeti Havana’da ABD-Küba göçmenlik görüşmelerini gerçekleştirecek. Küba’daki reformlar iki ülke arasındaki görüşme başlıklarından biri olacak. Bu kapsamda Küba, 2009’da tutukladığı iki ABD ajanını serbest bırakırken ABD de 3 Kübalı ajanı serbest bıraktığını açıkladı.
Tabii ki gelinen nokta sadece Küba’da yaşanan dönüşümle ilgili değil. Konunun belki de daha belirleyici olan ABD ayağı var. ABD yönetimini tam da bu dönemde Küba ile ilişkileri normalleştirmeye zorlayan bir dizi iç ve dış nedenden bahsetmek mümkün. Öncelikli olarak ABD’nin küresel rakibi Çin’in Küba’ya yönelik ilgisi ve Havana yönetimiyle her geçen gün gelişen ekonomik ve siyasal ilişkileri, ABD’nin arka bahçesine yönelik endişelerini artırıyor. Latin Amerika’da sol alternatifin kazandığı güç ve mevzi de bu endişenin bir başka nedeni. Nitekim bir ABD’li yetkili Obama’nın attığı adımın nedenlerini açıklarken kullandığı “Küba’ya karşı yeni bir yol planlıyoruz. Başkan hem Küba’daki değişimler hem de konunun bölgesel politikamızda oluşturduğu engeller nedeniyle yeni bir yaklaşım için doğru zaman olduğunu anladı” ifadeleri de bu yönelimin bir göstergesi. Obama’nın zamanlamasına ilişkin en önemli etken ise şimdiden hazırlıklarına başlanan 2016’daki başkanlık seçimleri. Demokratlar bir süredir ülkenin en büyük azınlığını oluşturan Latin Amerikalı göçmenlere yönelik adımlar atıyor. Yaklaşık 5 milyon kaçak göçmene oturma hakkı tanıyan yasa kasım ayında çıkmıştı. Havana ile ilişkilerin normalleştirilmesi ise ABD’de yaşayan Küba asılllıları yakından ilgilendiriyor. Devrimden bu yana Küba’dan kaçarak ABD’ye gelenlerin oluşturduğu ve sayıları 2 milyonu bulan göçmenler arasında ABD’nin ambargosuna destek yüksekti. Ancak son yıllarda hem yaşlı hem de genç nesilde bu eğilim tersine döndü. 1991’de yapılan anketlerde ambargoyu destekleyenlerin oranı yüzde 87’ydi. 2014’te yapılan son ankette ise ambargonun kalkmasını isteyenlerin oranı yüzde 67. Genç nesil arasında bu oran yüzde 90’ı buluyor. Ankete kalınların yüzde 53’ü oyunu, ilişkilerin yeniden başlamasını savunan adaya vereceğini söyledi. Yani Demokratlar açısından yeni Küba politikası, seçimde hanelerine yazılacak yeni oylar anlamına da geliyor.
Gelinen noktada serbest piyasaya açılan kapılar hem de ABD ile ilişkilerin yeniden kurulması, Kübalılar’ın günlük hayatında ve ülkenin siyasetinde önümüzdeki dönemde daha da köklü değişimler yaşanacağını gösteriyor. Bu değişimlerin hayra mı yok şere mi yol açacağını anlamak için ise dünyanın geri kalanına bakmak yeterli.