Bülent TEKİN yazdı: Ülke baskı ve korku sarmalı içinde olduğu halde her şey yolunda imajı veriliyor. Adres belirsiz. Bu topraklarda doğrunun ve olumluluğun ve belki de insanı mutlu eden adres neresidir sorası geliyor? Bence hiçbir yer!
Kız (Wendy) nerede yaşadığını sordu.
“Sağdan ikinciye sap,” diye yanıt verdi Peter, “sonra sabaha kadar dümdüz gidersen işte orada.”
“Ne tuhaf bir adres bu!”
Peter’ın morali bozuldu. İlk defa sahiden de tuhaf bir adres olduğunu düşündü.
“Hayır, hiç de değil,” dedi.
“Yani,” dedi Wendy kibar bir sesle, ev sahibesi olduğunu hatırlamıştı, “mektupların üzerine de bunu mu yazıyorlar demek istemiştim.”
Bu diyalog İskoç yazar James Mattehew Barrie’nin (1860-1937) fantastik sayılan romanı “Peter Pan”da geçen bir diyalogdur. Türkiye bu diyalogdaki adrese benzemiş. Siyasi, ekonomik, kültürel, hukuksal, özgürlükler açısından büyük bir sıkıntı içinde olduğu halde gidilecek, aranacak adres diyalogdaki gibi belirsiz bir nokta olmuş. Ülke baskı ve korku sarmalı içinde olduğu halde her şey yolunda imajı veriliyor. Adres belirsiz. Bu topraklarda doğrunun ve olumluluğun ve belki de insanı mutlu eden adres neresidir sorası geliyor? Bence hiçbir yer!
5 milyondan fazla sığınmacı var. Kafalar karışık. Bu insanlara nasıl tavır takınılacağı konusunda kafalarda değişik düşünceler var. “Devlet önce benim yoksuluma baksın, benim vergilerimle sığınmacılara bakmasın” diyen bir kesim var. Bu kesim ülkenin sığınmacı kampına dönmesinden rahatsız. Bu kesim ülkenin zaten kısıtlı olan kaynakları sığınmacılar için harcanıyor şeklinde düşünüyor. Sığınmacılar, dağdan gelen bağdakini kovar misali ülke insanının hukukunu yok sayıyor. Bu soruna çözüm bulunmasını ve sığınmacılara gerekli ortam hazırlanarak en kısa zamanda ülkelerine dönmelerinin sağlanmasını istiyor. Yani neden sığınmacı olmuş sorusunu ve nedenine bakmadan bir türlü sığınmacı düşmanlığı yapılıyor. Sığınmacı(lık) konusunda sebeplerin değil sonuçların tartışması yapılıyor. Suriyeli sığınmacılar üzerinden çok tehlikeli bir yabancı düşmanlığı yapılıyor. Aslında bu bir insanlık düşmanlığıdır. Irkçı ve ayırımcı olduğu her açıdan belli olan bu dil ülkeyi bir yere götürmez. Sığınmacı sorununu ırkçılık yaparak sorunlarını çözen tek bir ülke yok.
Ancak Cumhur iktidarın kafası vatandaş kadar karışık değil. Bu devleti bugün yönetenler, Suriyelilere kucak açtığı gibi Afganlılara da aynı tavrı göstermeye çalışıyor. Oysa sınırlar kevgire dönmüş, isteyen elini kolunu sallayıp girip çıkıyor. Afganistan’dan kaçan kaçana, ancak bunlar sadece ABD ile işbirliği yapanlar değil. Bunların içinde Taliban görüşünü benimsemeyen ve hatta daha iyi bir yaşam arayışında olanlar da var.
Gelinen nokta ise sığınmacı sorununda herhangi bir çözüm üretmeden yabancı düşmanlığını olabildiğince yapmaya çalışmak ve diğer taraftan da yüz binlerce, milyonlarca sığınmacıyı kontrolsüz bir şekilde şehirlere salmak. Devletleri ve onları yönetenlerin zorunu, adaletsizliğini görmeyip de salt mağdurlarını hedef göstermek çok büyük vicdansızsızlık olur.
Son günlerin çok önemli diğer bir konusundan ya da adresinden de bahsetmek gerekir. 17 Aralık operasyonunda adı geçen, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, gazeteci Altan Sancar’a konuştu ve çok önemli açıklamalar yaptı. “Benim dosyamda ne varsa, hepsi doğrudur. Benim dosyamda ne varsa, hem tapeler doğrudur, hem teknik takip doğrudur hem de benim telefon konuşmalarım A’dan Z’ye kadar doğrudur. Onlarınkiler yanlış olabilir, benimkiler doğru. (…) Beni şimdi attılar. Reis, sayın cumhurbaşkanım beni hırsız çuvalının içine koydu ve attı. Aslında ben Zarrab’ı tanımam. Benim dosyamda hırsızlık yok, görevi kötüye kullanma var. FETÖ bana, hırsız, yolsuz ya da rüşvetçi diyememiş. Beni de aynı çuvala koyunca liderim, dört tane bakan ile beni de hırsız diye tasvir ediyorsun.”
Kısacası Erdoğan Bayraktar bu açıklamasıyla 17 Aralık soruşturmasının haklı olduğunu doğruladı, montajdır filan denilen telefon tapelerini teyit etti. 17/25 Aralık dosyası yeniden açılacak mı? Bugünkü iktidar yapısına bakınca evet demek mümkün değil. Ancak bu tür itiraflar ve özellikle AKP içinden gelen itiraflar 17/25 ve 15 Temmuz’u tartışır hale getirmeye başladı. Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Bugün olmasa bile bir gün bu konular aydınlanacaktır.
Bu ülkede bugünlerde doğruları bize anlatacak bir adres arasak, acaba bulur muyuz? Yürütmeye güvenebilir miyiz? Ya yargıya? Yasamanın bir işlevi kalmış mıdır? Biz hangi adrese gidebiliriz? Adres belirsiz. Bu topraklarda doğrunun ve olumluluğun ve belki de insanı mutlu eden adres neresidir acaba? Bence hiçbir yer!