MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “İnsanlığın üzerine bir karabasan gibi çöken ve fazladan ömür süren kapitalist-emperyalizmin yüz milyonları açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvrandıran, gerici yönetimler ve savaşlarla boğan egemenliği yıkılmadığı sürece, doğasına mündemiç krizleri sürmeye devam edecek ve elbette başkaldırı da…”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Egemenlerden ezilenlere dünya kamuoyunun doğal olarak Fransa’daki “Sarı Yelekliler” direnişine dikkat kesildiği, herkesin meşrebine göre kimilerinin korkuyla, endişeyle, kimilerinin heyecan, umut ve gıptayla süregiden bu eylemleri takip ettiği, üzerine efkârlandığı bugünlerde okyanusun diğer yakasında yoksulların egemenleri en az “Sarı Yelekliler” kadar telaşa sevk eden, paçalarını tutuşturan bir başka direnişi de devam ediyor. Beyaz Saray’ı işgal etmiş Trump’un bir istila girişimi olarak tanımladığı ve yürüyüşün Meksika sınırları içerisinde durdurulmaması durumunda Amerikan Ordusunu Güney sınırlarına sevk edeceği ve sınırları kapatacağına dair yüksek perdeden tehditlerine rağmen Orta Amerika’dan yola çıkan ve yürüyerek Meksika’yı boydan boya kat eden binlerce yoksul göçmen, tüm sabotaj ve engelleme girişimlerine karşın ABD’nin Güney sınırlarına ulaşmayı başardılar.
Esasında büyük bir meydan okuma olan bu kitlesel yürüyüş eylemi, egemenler ve onların medyalarındaki satılık kalemleri tarafından basite indirgenmeye, karalanmaya çalışılsa da bir yanıyla küresel ölçekte günümüzün en önemli krizlerinden biri olan göçmen sorununu, kitlesel olarak yürüyen insanlar vasıtasıyla bir akın halinde sembolize etmesi bakımından diğer yandan ise hedefine herhangi bir yerel hükümeti yahut bölgesel ittifakı değil de göçmen sorununun yegâne müsebbibi olan küresel iktisadî düzeni, yani kapitalist-emperyalist sistemi koyarak güçlü, yeni, çığır açıcı ve etkili bir meydan okuma anlamını taşıyor diyebiliriz.
Zira açıkça bir başkaldırı, ifşa ve dahi meydan okuma eylemi olan bu uzun yürüyüş hedefine bir yandan ABD kuklası hükümetlerce idare edilen, her biri “serbest piyasaların” boyunduruğunda bulunan, yurttaşlarının en temel ihtiyaçlarını ve haklarını karşılayabilmekten aciz ABD sömürgesi Orta Amerika devletlerini hedefine koyarken, onları bir terk ediş, onlardan kopuşu ifade ederken, diğer yandan ise tüm dünyayı kıskacı altına almış olan ekonomik, siyasal düzenin Babil’i olan, küresel düzenin ve statükonun hamisi, aynı zamanda jandarması olan ABD’ye yönelerek onun kurduğu, koruduğu düzenine, dahi yasalarına karşı bir başkaldırıyı, ihlali ve tekrar pahasına meydan okumayı ifade ediyor. İşte bölgesel basit bir yürüyüş olarak algılanabilecek bu eylem, bahsini ettiğimiz hasletleriyle tüm bir kapitalist-emperyalist sistemi sanık sandalyesine oturtuyor. İfşa ediyor, yargılıyor diyebiliriz.
Geniş planda yukarıda bir özetini vermeye çalıştığımız anlamları olduğunu söyleyebileceğimiz bu meydan okuma eyleminin daha dar ölçekte yerlerinden, yurtlarından edilmeye zorlanmış, göç etmeye mecbur kalmış mültecilerin, hayatları pahasına göze aldıkları yolculukları boyunca yaşadıkları zorlukları, saldırıları da gözler önüne sermeyi, gündeme taşımayı başardığını söyleyebilmemiz mümkün görünüyor. Öyle ki Ekim ayının sonlarında Honduras’tan yola çıkan kadınlar, erkekler ve çocuklardan oluşan göçmen kafilesi, hem kendi ülkelerinin sınır güçleri, polislerince saldırıya uğradılar; hem de Meksika içerisindeki yürüyüş boyunca Meksika devletini ve göçmen ticaretini elinde bulunduran uyuşturucu kartellerinin çeteleri ve Meksika devletinin resmi güvenlik güçlerince dövüldüler, soyuldular, rüşvet vermeye zorlandılar, tecavüze uğradılar, kaçırıldılar. Tüm bu, bir mülteci yolculuğu için Macaristan’dan İspanya’ya, Meksika’ya yazgı sayılabilecek engellemelere rağmen birlikte kararlı bir biçimde yürümeye devam eden kafile, Meriç nehrini, Tuna nehrini, Akdeniz’i, Ege denizini geçmeye zorlanan tüm kaderdaşları/sınıf kardeşleri gibi Suchiate Nehrini geçmeye zorlanmasına rağmen yürüyüşünü sürdürdü. Tüm kürede aynı kaderi paylaşan yüz binlerce mülteci, ister sözüm ona “demokrasinin kalesi” Avrupa’da olsun ister “baskıcı” addedilen Kuzey Afrika ülkelerinde olsun ne yaşıyorsa onu yaşayan bu kafile, mültecilerin dramlarını, felaketlerini gözler önüne sererken, küresel düzenin, legal, illegal güçleriyle nasıl bir çürümüşlük, kokuşmuşluk içinde içi içe var olduğunu, nasıl bir zorbalık ve baskı düzeni olduğunu da gündemleştirmeyi başardılar demek mümkün görünüyor. Bu veçheleriyle söz konusu göçmen kafilesinin yürüyüş eyleminin yeni bir gelişmeyi temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Diğer yandan ise tüm bu karanlık tabloya rağmen kahramanca olduğunu söyleyebileceğimiz meydan okumanın açığa çıkardığı müspet etkileri de söz konusu oldu. Yüzlerce yoldaşlarını yolda kaybetmelerine yol açan tüm saldırıların yansıra açlık, susuzluk, hastalık ve konaklama yeri bulamamak gibi sorunlarla boğuşmak zorunda kalan kafile, solcuların elinde bulunan ikimi yerel yönetimlerin, mülteci dayanışma ağlarının organizasyonları, yerel halkın yol boyunca yaptığı yardımlar, verdikleri desteklerle dağılmadan menzillerine ulaşmayı başarabildiler. Düzenin zulmü, baskısı, şiddeti ne derece güçlü olsa da halkaların, yoksulların dayanışması var olabildiği sürece, örgütlü durabildiği müddetçe nihayetinde galebe çalacağının açık bir örneği olarak bu meydan okuma, küresel anlamını göz önüne aldığımızda dünyanın dört bir yanındaki yoksullara, halklara güçlü bir misal ve umut vermeyi de başardı. Elbette bu dayanışma ve kararlılık tıpkı “Sarı Yeleklilerin” kararlılığının Macron’u uzlaşma aramaya, pazarlık masasına oturtmaya; böylece eylemi bölme, sönümlendirme gayretlerine ittiği gibi bir yandan tehditler savurmaya devam eden Trump’ı ve onunla birlikte yürüyüş esnasında henüz sağcıların elinde bulunan Meksika hükümetini göçmenlerin durumunu kısmen iyileştirmeyi öngören kimi vaatlerde bulunmaya, peşi sıra panikle iş, eğitim vs. imkânlarını kapsayan göçmen programı paketleri açıklamaya zorladı. Bu açıkça aldatmaca olan, oyalama taktiklerine aldanan kimi kafile mensuplarının ayrılmasına karşın dayanışmanın ve kendi gücünün farkına varan kafilenin büyük çoğunluğu daha ileri taleplerle ilerleyişine devam ettiler.
İlerlemeye ve ABD sınırına ulaşmaya çalışmaktan vazgeçmediler; çünkü göçmen krizi denilen olgunun kökeninde ABD’nin bir numaralı sembolü ve kalesi olduğu kapitalist-emperyalizmin olduğunu, daha özelde ise memleketlerindeki yoksulluğun ve kargaşaların nedeninin Amerikan emperyalizmi olduğunu biliyor ve bunun ifşa etmek için yürüyorlardı. Hiç şüphe yok ki bölgesel planda Amerikan emperyalizmi, mevcut göç krizinin kökenindedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin Orta Amerika'daki öyküsü her ne kadar on dokuzuncu yüzyıla uzanan uzun bir hikâye olsa da günümüz açısından belirleyici olduğunu söyleyebileceğimiz Reagan döneminden 1990’lara değin süren iç savaşlarda ABD yönetimleri Guatemala’da, El Salvador'da, Nikaragua’da ve pek çok ülkede sağcı hükümetleri desteklerken, halk devrimlerini boğmak için bu ülkelere silahlar yığdı, kontrgerilla güçleri örgütledi. Uyuşturucu kartelleri ve mafya yapılanmalarının önünü açtı. Bu savaşlarda, yüz binlerce insan yaşamını yitirirken ve bu ülkelerdeki sol hareketler boğulurken, ülke kaynakları heba ve talan edildi. Ülkeler harabeye çevrildi. 90’lı yılların ardından iç savaşlarla harabeye çevrilen, ilerici halk güçleri darmadağın edilen, hiçbir rekabet gücü kalmayan bu ülkeler; bu defa da CAFTA gibi anlaşmalarla serbest piyasa denen vampirin insafına bırakılırken başta ABD sermayesi olmak üzere yabancı sermayelerin talanına açıldılar. Tıpkı Ortadoğu’da, Afrika ve Uzak Asya ülkelerinde olduğu gibi kapitalist-emperyalizm ve özelde hem doğrudan hem de taşıdığı sembolik anlam ile Amerikan Emperyalizmi bugün küresel çapta karşı karşıya kalınan göçmen akının doğrudan ve birinci elden nedenidir.
Hülasa, Ekim ayının sonlarında Honduras’tan yola çıkan kafile Aralık ayının ilk günlerinde ABD’nin güney sınırlarına ulaşmayı başardı. Bu yürüyüş pek çok açıdan bir ilk, ama tıpkı Filistin halkının bugünlerde kararlılıkla devam ettiği Büyük Geri Dönüş Yürüyüşünün gösterdiği üzere son yürüyüş olmayacak gibi görünüyor. İnsanlığın üzerine bir karabasan gibi çöken ve fazladan ömür süren kapitalist-emperyalizmin memleketleri helak eden, yüz milyonları açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvrandıran, gerici yönetimler ve gerici savaşlarla boğan, kadın düşmanı, doğa düşmanı, insanlık düşmanı talan ve yağma egemenliği yıkılmadığı sürece, doğasına mündemiç olan krizleri sürmeye devam edecek ve elbette başkaldırı da, meydan okuma da devam edecek. Bu minval üzere son sözü Nazım Usta’ya bırakalım:
“Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.
Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.
Açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.
Açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.
Açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.”