Ahmet Saymadi yazdı: Türkiye içi güç dengelerinde ve emperyalist güçlerin Türkiye ile kurdukları ilişkilerde çalkantılı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu çalkantı o kadar büyük ki takip etmek bile zorlaşıyor. Uluslararası güçlerin Erdoğan’a alternatif arayışları hız kazanıyor.
Türkiye içi güç dengelerinde ve emperyalist güçlerin Türkiye ile kurdukları ilişkilerde çalkantılı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu çalkantı o kadar büyük ki takip etmek bile zorlaşıyor.
AKP’nin ‘Yeni Osmanlıcılık’ adı altında Irak ve Suriye’deki Sünni Müslümanların hamiliğine soyunması, iki ülke üzerindeki sömürgeci planları, Kobani direnişiyle birlikte bir duvara çakıldı. Kürt halkının Türkiye dışındaki komşu ülkelerde de özgürlüğüne kavuşmasına engel olmak isteyen AKP, Kobani zaferiyle birlikte Kürt ulusal kimliğinin inşası noktasında beklemediği bir bariyerle karşılaştı. Savaş öncesinde Suriye’de kimliği bile olmayan Kürtler, Kobani zaferiyle birlikte Rojava’da statülerini sağlamlaştırdı. Tel Abyad’ın IŞİD’den temizlenerek Cizire ve Kobani kantonlarının birleşmesinden ardından Cezire-Kobani kantonlarıyla Afrin kantonun birleşmesi hamlesi de başladı. Artık Türkiye’nin güney sınırlarında bir ‘Kürt seddi’ var. Ve Kürdistan’ın bir parçasındaki her ileri hamle diğerlerini de etkileyecek.
Rusya’nın Suriye’deki vekalet savaşına gerçek manada dahil olmasıyla birlikte, Suriye içerisindeki dengeler; İran’ın ise Irak içerisindeki etkinliğini arttırmasıyla birlikte, Irak’taki dengeler değişti. IŞİD son bir yıl içerisinde yüzde 25 oranında toprak kaybetti, hakimiyet alanı daraldı, geçen yıl 30 binin üzerinde savaşçısı olan IŞİD artık 25 binin altında savaşçıya sahip. Farklı cephelerden uzmanlar, ‘Suriye Ordusu 3 yılda kaybettiğini 3 günde geri aldı’ diye yazıyor. Suriye Ordusu, Rusya’nın hava desteğiyle birlikte hem güney cephesinde hem de kuzey cephesinde ilerliyor. Halep’in de cihatçı çetelerin temizlenmesiyle birlikte AKP, beş yıldır Suriye’ye yaptığı tüm yatırımlarından olacak. Suriye yıkılınca biz inşa ederiz diye, savaşta bile inşaat görenlerin hayalleri suya düştü…
‘Komşularla sıfır sorun’ diye yola çıkan AKP iktidarı; Suriye, Rusya, İran, Lübnan Hizbullah’ı ve Irak’ı cepheden karşısında almış durumda. İran’da kimi kanallar Türkiye’ye gidilmemesi çağrısı yapıyor. Bağdat’ta Türkiye mallarının şehre girişi yasaklandı. Irak hükümeti, Başika’daki Türkiye askerleri sebebiyle BM güvenlik konseyine gitti. Rusya, uçak kriziyle birlikte ilişkileri kopardı ve Rusya devlet başkanı Putin, Erdoğan’dan gelen bütün görüşme taleplerini reddediyor. İran’a uygulanan ablukanın kalkmasıyla birlikte İran’ın uluslararası politikadaki etkinliği daha da arttı.
Bir üstte saydığımız cepheyi karşısına alan NATO üyesi Türkiye, AB ve Avrupa ile de sorunlar yaşıyor. Başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri, Türkiye’nin başlattığı göçmen şantajından yılmış durumda. Son olarak AB heyeti ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı görüşmenin tutanakları yayınlandı. Erdoğan, ‘‘3 milyar verecekseniz hiç konuşmayalım, göçmenleri otobüslere doldurur yollarız’’ diyor. ABD’yle ise, PYD üzerinden yürüyen bir tartışma var. Erdoğan’ın, ‘‘Bizimle misiniz? PYD ile misiniz?’’ sorusuna ABD iki kez, ‘‘PYD’yi terör örgütü olarak görmüyoruz, müttefikimiz’’ diye cevapladı. Erdoğan aynı soruyu üçüncü kez sordu, muhtemelen alacağı cevap aynı. Dün ABD Dışişleri kıdemli danışmanı, Türkiye ABD ilişkilerinde bir kırılma yaşandığını açıkça belirtti. AKP hükümetinin, dış politikada Suudi Arabistan, Katar, İsrail, El Nusra ve IŞİD dışında dostu kalmadı. Erdoğan’ın ABD’nin sempatisini kazanmak için, 13 yıl sonra, 1 Mart tezkeresini geçirmemiz lazımdı demesinin bile ABD nezdinde bir etkisi yok.
Türkiye dış politikasının tam manasıyla çöküşe girdiği bu süreçte, emperyalist güçlerle ilişkilerin bu çalkantılı hali Türkiye içi ve AKP içi güç dengelerini de direkt olarak etkiliyor.
TÜSİAD Başkanı, son dönemde Kürt illerinde yaşananları işaret ederek "Evlerini terk etmek zorunda kalan komşularımıza üzülürken aslında son dönemlerde ülkemizin bir bölümünde benzer sahneleri görmekten de çok derin bir üzüntü içinde olduğumuzu, burada bir kez daha belirtmek isterim. Aslında ülkemizde yaşanan bu trajedi, bana göre tarifsiz acı tüm ülkenin 78 milyonun sorunudur. Yani bunu bölgenin sorunu olarak hiçbirimiz düşünemeyiz. Ülkemizin bir bölümünde insanlar evlerini terk etmek zorunda kalıyorlarsa, bizlerin kendi evlerinde kendi şehirlerinde huzur içinde olmamız kesinlikle mümkün değil.’’ dedi. Bir AKP eleştirisi anlamına gelen bu açıklama, AKP politikalarının artık Türkiye burjuvazisi tarafından da tolere edilebilir bir boyuttan çıktığı anlamına geliyor.
Suriye’ye askeri müdahale planları Necdet Özel’in genelkurmay başkanlığı döneminde, askerin vetosu ile karşılamıştı. Hürriyet’ten Deniz Zeyrek, ordunun, Erdoğan’ın Suriye’ye müdahale önerisine, ‘‘BM Güvenlik Konseyi’nden bir karar alınmadıkça Suriye topraklarına ayak basmayacak.’’ dediğini ve müdahaleden uzak durduğunu yazdı. Rusya’nın BM güvenlik konseyi üyesi olması göz önünde bulundurulunca bunun net olarak bir hayır anlamına geldiği görülüyor. Genelkurmay Başkanı, geçtiğimiz günlerde SAT komandoları ziyaretinde, Poyrazköy davasında tutuklanan ve sonra göreve dönen subaylarla aynı masada fotoğraf vermeyi ihmal etmedi. Kardeşi çatışmada yaşamını yitiren ve cenaze töreninde, ‘‘düne kadar barış diyenler şimdi neden sonuna kadar savaş diyor?’’ diye soran Yarbay Mehmet’e de uyarı dışında bir ceza verilmedi. Ordu kendi iç birliğini yeniden sağlarken, AKP karşısında da güç biriktiriyor.
Dış ve iç politikada dengeler bu denli değişirken AKP’li eski isimler Ankara’nın Hamamönü semtinde ofisler tutuyor. Kendilerine gelecek bir teklif için hazırda bekliyorlar. Bu hamleyi gören Erdoğan önce Abdullah Gül ile ardından, Abdullah Gül aracılığıyla diğer Bülent Arınç, Hüseyin Çelik ve Sadullah Ergin’e mesaj yolluyor. Bu aynı zamanda Erdoğan’ın, içine girdiği sıkışmadan çıkma çabası olarak da algılanabilir. Erdoğan, kedisine sağ cenahtan alternatif olabilecek çevrelere, ‘‘Ben düşersem, hepimiz gideriz’’ mesajı vererek, önlerini kesmeye çalışıyor.
Ali Bulaç 11 Ocak 2014’te Zaman gazetesinde kimsenin yalanlamadığı bir yazı yazdı, yazı şöyleydi: ‘‘1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” (…) Dilipak, AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu, kuruluşuna destek veren güçlerin, şu üç şeyi talep ettiğini söyledi: ‘1. Biz sizi iktidara taşıyalım. 2. Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim. 3. Size gerekli finansal destekleri getirelim. AK Parti’den istenenler de şunlardı: a. İsrail’in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız. b. Büyük Ortadoğu Projesi yani sınırların değişmesi. c. İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız. (…) M. Ali Bulut’un yazdığına göre o dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na da teklif edilmiş. Yazıcıoğlu, Erdoğan’a: ‘Kardeşim zaman ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika’nın desteğindeki bir siyasete hizmet edilmiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika hep kendine hizmet ettirir.’ Demiş. Tayyip Bey ona, ‘Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz.’ deyince rahmetli, “Amerika dirsek vurulacak bir güç değil. Fil ile gireceğin yataktan ezilerek çıkarsın.’ demiş, teklifi nazikçe reddetmiş. Sistemin onayını al, imkânlarını kullan, sonra ‘Ben yokum’ deyip diklen!’’
AKP, Ali Bulaç’ın yazdığı ve kimsenin de yalanlamadığı ‘yeni bir darbe modeliyle’ geldi, benzeri bir darbeyle de gidecek. Ancak bunun önünde şimdilik iki engel var. Birincisi AB, Avrupa’ya akın edecek milyonlarca mülteciyi tutması-durdurması açısından Türkiye’de istikrarın bozulmasını istemiyor. İkincisi Suriye’deki savaşta Rusya ve NATO planları çatışıyor ve Türkiye NATO’nun sınır ülkesi. O sebeple ABD, Türkiye’de kontrolün kaybedileceği, kaosun ortaya çıkacağı bir senaryodan kaçınıyor. Uluslararası güçlere 7 Haziran ve 1 Kasım gösterdi, Erdoğan’ın hala güçlü bir alternatifi yok. Ama bu, Erdoğan’a alternatif arayışlarının hızlandığı gerçekliğini değiştirmiyor. 'Çok alametler belirdi', yakındır.