The Guardian 1994 yılında yaşanan ve tarihin en büyük soykırımlarından biri olan Ruanda Soykırımındaki Amerika’nın gizli rolünü yazdı. Habere göre ABD Uganda’daki çıkarları için terörün ve etnik nefretin yayılmasına göz yumdu. (Çeviri: SiyasiHaber)
1994 yılının Nisan ayında başlayan ve 3 aydan fazla süren iç savaşta tarihin en büyük soykırımlarından biri yaşandı ve yüz binlerce Ruandalı öldürüldü. Ölenlerin çoğu azınlıkta olan Tutsi kabilesinden, öldürenler ise nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hutu kabilesindendi. The Guardian’da Helen C. Epstein imzasıyla yayımlanan yazıda Columbia Global Reports tarafından bu ay yayımlanan Bir Başka Karışıklık: Amerika, Uganda ve Teröre Karşı Savaş (Another Fine Mess: America, Uganda and the War on Terror) adlı kitabın bir bölümü haberleştirildi.
Habere göre Nisan 1994’te başlayan soykırımdan üç buçuk yıl önce isyancı Tutsiler Ruanda Vatansever Cephesi (RVC) adı altında silahlanmaya başladı. Uganda Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşmasını ve uluslararası ve ulusal pek çok antlaşmayı ihlal ederek bu süreçte ve iç savaş boyunca RVC’ye silah ve eğitim desteği verdi.
Haberde Kampala’daki ABD yetkililerinin sınırdan silah geçişi hakkında bilgi sahibi olduğu ve CIA’in isyancıların silahlı gücünü arttırmasının etnik tansiyonu on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanacak derecede yükselttiğini bildiği ifade edildi. ABD Uganda’nın isyancılara yaptığı yardımı görmezden gelirken Uganda’ya askeri ve ekonomik yardımı yapmaya devam etti ve Uganda devlet başkanı Museveni’yi henüz soykırım devam ederken barışı getiren kişi olarak ilan etti.
RVC 1960’ların başında ülkesini terk eden göçmenleri temsil ediyordu. Ruanda’nın Belçika’nın sömürgesi olduğu dönemde Tutsiler ayrıcalıklı kast olarak görülüyordu ve Hutulara köle gibi davranıyorlardı. 1962’de Ruanda’nın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Hutular Tutsilere pogrom uyguladı ve Tutsiler ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Böylece Uganda’da ciddi bir göçmen Tutsi nüfusu oluştu. Göçmen Tutsiler Uganda’da devlet başkanı Obote’ye karşı Musevini’yi desteklediler ve Museveni döneminde orduda üst rütbelere kadar ilerlediler.
Uganda’nın desteğiyle silahlanan RVC Ekim 1990’da Ruanda hükümetiyle silahlı mücadeleye başlayarak ülkeyi işgal etti. ABD’nin Kampala maslahatgüzarı Robert Gribbin, Museveni’den RVC işgalini durdurmasını ve RVC’ye destek verilmemesini talep etti. Museveni Ruanda sınırının kapatılacağını, RVC’ye hiçbir yardımda bulunulmayacağını ve Uganda’ya dönmeye çalışan isyancıların tutuklanacağını açıklasa da bunların hiçbirini yapmadı. ABD ise bu duruma itiraz etmedi.
RVC işgale başladığında o dönemde hem Uganda ordusunda hem de RVC’de subaylık görevinde olan Paul Kagame ABD’de askeri bir eğitimdeydi. Dört RVC komutanının öldürülmesinin üzerine işgale katılmak üzere Ruanda’ya dönmek istedi. ABD bu kararı destekledi ve Kagame Ruanda’ya dönerek isyancıların başına geçti.
Sonraki üç buçuk yıl boyunca Uganda Ordusu Kagame’ye silah ve lojistik desteği sağladı, savaşçıların sınırdan serbestçe geçmesine izin verdi. Museveni, Uganda’daki RVC üslerini haber yapan bir gazeteciyi cezalandırmakla tehdit etti. Güvenlik çemberine alınan sınıra Fransız ve İtalyan askeri denetçilerin erişimi dahi engellendi.
Ekim 1993’te BM bölgeye sınırdan silah geçişini önlemek üzere Romeo Dallaire komutasında bir barış gücü gönderdi. Sınırdan geçişi konusunda Uganda hükümeti tarafından zorluk çıkarılan Dallaire sonunda vaz geçti. 2004 yılında ABD Kongresinde ifade veren Dallaire soykırımın 10. yıldönümünde karşılaştığı Museveni’nin kendisine “Sınırdaki BM üssünü hatırlıyorum. Onun etrafından dolaşmak için çok uğraştık ve elbette RVC’yi destekledik” dediğini anlattı.
ABD yetkilileri Museveni’nin RVC liderlerini yargılamadığını ve Uganda’nın 1992’de RVC’ye silah gönderdiğini biliyordu. Buna karşın Museveni’yi cezalandırmak yerine ABD’nin de içinde olduğu batı ülkeleri Uganda’ya yapılan yardımı iki katına çıkardı ve askeri harcamaların bütçenin yüzde 48’ine çıkmasına göz yumdu. 1991 yılında Uganda ABD’den önceki 40 yılın toplamının on katı silah satın aldı.
İşgalden aylar önce Ruanda Devlet Başkanı Habyarimana’nın göçmenlerin ülkeye geri alınması ve çok partili demokrasiye geçiş gibi uluslararası taleplerin birçoğunu kabul etmiş olduğu düşünüldüğünde Ruanda’nın 1990’da işgal edilmesi ve ABD’nin işgale verdiği taktiksel destek daha da rahatsız edici bir hal alıyor. ABD’nin Kampala maslahatgüzarı Gribbin daha sonra Museveni’nin cezalandırılmasının ABD’nin Uganda’daki çıkarlarına ters düştüğünü yazdı.
Yıllardır gerilen etnik tansiyonun ardından 6 Nisan1994’te Habyarimana’nın uçağının düşürülmesi fitili ateşledi. Ertesi sabah Hutu milisleri Tutsilere acımasızca saldırmaya başladılar.
Çok sayıda delil Habyarimana’nın uçağını RVC’nin düşürdüğünü gösteriyordu. Ruanda Ordusu’nun saldırıda kullanılan Rus yapımı SA-16 füzelerine sahip olmadığı biliniyorken RVC bu füzeleri Mayıs 1991’den itibaren elinde bulunduruyordu. Ayrıca bu füzelere ait fırlatıcılar RVC’nin erişiminde olan bir bölgede bulunmuştu. Rus askeri savcısının verdiği bilgiye göre fırlatıcılar 1987 yılında SSCB tarafından Uganda’ya satılmıştı.
1997’den sonra uçağın düşürülmesi ile ilgili olarak beş araştırma yapıldı. BM, Fransa ve İspanya tarafından yapılan üç araştırma RVC’yi sorumlu tutarken Ruanda Hükümeti tarafından yapılan iki araştırmanın sonucuna göre Hutu elitleri ve Habyarimana’nın kendi ordusunun üyeleri saldırıyı gerçekleştirmişti.
Uçağın düşürülmesi ile ilgili olarak Fransız hakimler tarafından 2012 yılında düzenlenen rapor RVC’yi temize çıkarıyordu. Ancak raporda füzelerin Ruanda ordusu tarafından fırlatılmış olabileceğini gösteren akustik ve balistik bilgilere yer verilirken, füzelerin fırlatıcıların bulunduğu Masaka tepesinden atılmış olabileceğine yönelik teknik bulguların da olduğu kabul ediliyordu. Rapor, SA-16 füzelerine sahip olmayan Ruanda Ordusu’nun uçağı bu füzeleri kullanarak nasıl düşürdüğü konusuna açıklık getirmiyordu.
Uçak düştükten sonra katliamcılar Tutsilere saldırmaya, RVC ise ilerlemeye başladı. Ancak isyancıların amacı sivil Tutsileri kurtarmak değil ülkeyi ele geçirmekti. Güneye ilerlemek yerine başkent Kigali’nin etrafında dolaştılar. RVC Kigali’ye ulaştığında Tutsilerin çoğu ölmüştü.
Sonraki yıllarda Bill Clinton defalarca ABD’nin soykırıma herhangi bir müdahalede bulunmamış olması konusunda özür diledi. Clinton 2013’te “Eğer daha erken müdahale etseydik kayıpların en az üçte biri hala hayatta olacaktı” dedi. Müdahale etmek yerine Avrupa ülkeleri ve ABD, vatandaşlarını bölgeden çıkarırken BM arabulucuları da sessizce geri çekilmişti. Dallaire’ye göre “Kagame Clinton’un yardımını zaten kabul etmeyecekti”. Kagame Dallaire’ye yaptığı açıklamada “Uluslararası camia insani yardım adı altında müdahalede bulunmak istiyor. Amaçları ne? Ruanda’ya herhangi bir müdahalede bulunanlara karşı savaşacağız” dedi.
Haziran 1994’te katliam hala devam ederken Museveni Minneapolis ziyareti sırasında Hubert H. Humphrey kamu hizmeti madalyası ve Minnesota Üniversitesi’nden fahri doktora unvanı aldı. Üniversite’nin bir dekanı Museveni’ye övgüde bulunarak Uganda’da insan hakları ihlallerine son veren ve ülkesini çoğulcu demokrasiye hazırlayan lider olduğunu ifade etti. Museveni gazetecilerden ve akademisyenlerden de övgüler aldı. Bir gazetede “Uganda için umut ışığı” olduğu yazılırken New York Times Museveni’yi Nelson Mandela ile karşılaştırdı. Time dergisi ise Museveni’nin “çoban ve filozof” ve “Orta Afrika’nın entelektüel pusulası” olduğunu yazdı.
Çeviri: SiyasiHaber
Kaynak: https://www.theguardian.com/news/2017/sep/12/americas-secret-role-in-the-rwandan-genocide?CMP=twt_gu