Marksistler gerçeğin üzerindeki sis perdesini kaldırma görevi ile yüz yüzedirler. Ama gelin görün ki, gerçeğin üzerinde bir sis perdesi falan yok. Her şey apaçık ortada. Televizyonlarda boy gösteren bilmem ne stratejik araştırmalar merkezi uzmanlarını dinleyip zihninizi bulandırmazsanız sorun yok!
Görünür gerçek yalın.
AKP çetesi Suruç katliamını fırsat bilerek, hatta büyük olasılıkla bizzat planlayarak ülkeyi sıkıyönetim sürecine soktu. Böylelikle olağanüstü koşullarda erken bir seçimde avantajlı sonuçlar elde edebileceklerini hesaplıyorlar. Öncelikle “IŞİD’le PYD aynıdır” tezleri havada uçuştu. Eş zamanlı olarak sanki çözüm sürecini bitiren ve mutabakatı bozan PKK imiş gibi, gerçeği ters yüz eden argümanlarla PKK karşıtı bir propaganda doruğa çıkartıldı. HDP, PKK ile arasında sınır çizemediği, samimi olmadığı gerekçesi ile saldırının odağı haline getirildi. IŞİD’e operasyon yapılırmış gibi yapılıp, başta HDP olmak üzere sola karşı bir cadı avı başlatıldı. Bir devrimci yargısız infaz edildi. Polis baskısı nedeni ile cenazesi ancak üç gün sonra kaldırılabildi. İnternette sansür mekanizması bir kez daha devreye sokuldu. Eğitim-sen ve demokratik kitle örgütleri basıldı. Barış yürüyüşleri yasaklandı. Polis, parkın köşesinde basın açıklaması okumak isteyenlere, “yaya trafiğini engelliyorsunuz” gerekçesi ile saldırdı. Sokaklar adeta polis ablukasına alındı ve ülke adeta bir savaş alanına çevriliyor. Seçim sürecinden beri gerillaların bulunduğu alanlara düzenlenen operasyonlar şimdi çoğaltılarak devam ediyor ve Kandil’in bombalanması ile birlikte savaş iyiden iyiye körükleniyor.
Suriye tarafında ise, güvenlik gerekçeleri ile bölgeye müdahale edebilmenin altyapısı oluşturmaya çalışılıyor. PYD ile komşu olmaktan ve PYD’nin IŞİD’i geriletmesinden rahatsız olan hükümet, bu sefer kendi beslemelerini bahane olarak göstererek ve Türkmen kartına oynayarak bölgeye nasıl müdahale edebileceğinin hesaplarını yapıyor.
Bütün bunları birleştiren en önemli unsur ise Kürt meselesi.
AKP’nin iktidar koltuğuna dişi, tırnağı ile yapışacağı, onu kaybetmemek için ülkeyi yangın yerine çevirmekten tereddüt etmeyeceği zaten önceden beri tahmin edilen bir şeydi. Çünkü katlanarak çoğalan suçların ardından iktidar kaybedildiğinde, yolun demir parmaklıkların ardına çıkmakta olduğunu çok çok iyi biliyorlardı.
Parti içi çatlakları gidermek, kendi tabanını konsolide etmek ve toplumu yeniden saflaştırarak “istikrar” söylemiyle tek başına iktidarı tekrar tesis etmek, bununla birlikte HDP’nin batıdaki büyümesini durdurmak ve kitlelerden izole ederek daralmasını sağlamak bugünkü uygulanan devlet terörünün temel hedefi.
Ve bunu yapabilmek için eski bilindik yöntem devreye sokuldu. Kürt meselesi üzerinden milliyetçi ve şoven kutuplaşmayı körüklemek! “Teröre karşı demokrasi”, “silahların bırakılması” ise temel argümanları.
Oysa havuz medyası ile zihni uyuşturulmamış herkes, bu söylemlerin altının ne derece boş olduğunu bilecektir. Zira, onların demokrasisi kendilerine karşı olabilecek her unsurun zapturapt altına alındığı, örneklerini gördüğümüz üzere en ufak bir basın açıklamasına bile tahammülü olmayan bir demokrasi. Silahların bırakılması ise olabilecek en gülünç argüman. İstedikleri şey silahların sadece kendi tekelinde olmasından başka bir şey değil.
Oysa onların elindeki silahların, Roboski’de halka karşı bomba, Gezi’de, Soma’da ve diğer her yerde “sizden usandık artık” diyen herkese karşı gaz kapsülü, plastik mermi, ölüm, çıkarılmış göz, sakat bırakılmış beden, hak arayan her kesime karşı nasıl bir tehdit olduğunu iyi biliyoruz. Onların elindeki silahların dinci çetelerin eline teslim edildiği, bunların ise halklara doğrultulmuş olduğunu işitmeyen kalmadı. Onların elindeki silahlar, Kürt coğrafyasında çocuk bedenleri parçalayan kurşunlar oldular… Silah mı bırakılmalı? Evet, o halde en başta AKP çetesi bıraksın.
“Ama devletin başına seçilerek geldiler, devletin ise elbet silahı olacak”… Neyle gelirse gelsin AKP çetedir. Başka uluslararası çetelerin onu tanıyor olması onu haklı yapmaz. “Yeşil Yol”a isyan eden Havva Ana’nın söylediklerine kulak asmayacaksak yazık olsun bize: “Devlet yok, halk var! Kimdir devlet ya! Devlet bizim sayemizde devlettir.”
…
Mesele artık daha sade. İki taraf var. Birincisi devlet aygıtını ele geçirmiş AKP’nin tarafı, ikincisi HDP etrafında kümelenmiş ezilenlerin bloku. Bu ikisinin dışında bir üçüncüsünün olamayacağı bir dönemece girmiş bulunmaktayız.
Süreç sosyalistlere önemli bir görevi yeniden yüklüyor. Milliyetçiliğe ve şovenizme karşı savaş açmak, sınıf üzerindeki milliyetçi ve şoven önyargıları kırmak, bu eksenindeki saflaşmayı ezilenlerin lehine büyütmek!
Ulusalcı hezeyanları ile seçim öncesi “HDP, AKP ile anlaştı, anlaşacak” diyenler bugün artık susmalı. Değilse bugün AKP’nin bir enstrümanı olmaktan başka bir işlev görmeleri söz konusu olmayacak. Bakınız Aydınlık gazetesinin manşetleri: “65 uçakla PKK’ya Balyoz”, “Dev Terör Operasyonu: 590 gözaltı”
94 konseptine geri dönüldüğü değerlendirmeleri haklılıkla yapılıyor. Kürt meselesinin askeri yöntemlerle çözülemeyeceği 35 sene boyunca defalarca kanıtlandı. Buna rağmen bir kez daha aynı rotanın tercih edilmesi AKP’nin çıkışsızlığının sonucudur. Bunun bedeli ağır olacaktır, çünkü yeni dönem geçmişten oldukça farklı. Artık seçimlerde %13 oy alarak barajı aşmış, mecliste güçlü bir biçimde temsil edilen bir HDP söz konusu. 12 ilde birinci parti olma durumu, Kürt coğrafyasında tartışmasız ele geçirilen temsiliyet ve batıda izole olma durumundan çıkılarak geniş kitlelerle kurulan bağı da düşündüğümüzde, bu maceranın sonunun çabuk geleceğini öngörebiliriz. Bunlara dış politikadaki çöküşü de eklediğimizde sonuç, AKP’yi kesin bir yıkıma götürebilir. Elbette ki bekleme yapmadığımız durumda.