Mahir SAYIN yazdı: AKP muhalefetin darbe yapacağından söz ediyor. Aynı 15 Temmuz taktiğidir bu. Darbe yapacaklar deyip darbe yapmak. Ne var ki, bu kez RTE tek başına değildir. Bir koalisyon içindedir ve ortakları böyle bir darbenin kendileri açısından ne kadar verimli olacağını kestirmekte zorlanacaklardır.
Meclis kapalı AVM’ler açık!
Araç olarak demokrasi
Darbe tartışmaları bilinçli bir biçimde AKP tarafından köpürtülüyor. Gün geçmiyor ki, bir faşist sözcü ya da yandaş yazar darbe iddialarını gündemin üst tarafına taşımaya kalkışmasın. Bu yüz yüze geldiğimiz yeni bir hikâye değil.
Erdoğan macerasına bu hikâyeyle başlamıştı. Postmodern diye nitelenmiş olan 28 Şubat müdahalesinin yarattığı imkânlarla siyaset sahnesinde yer sahibi olan RTE, “Ergenekon darbesi” sayesinde kuvvetler ayrılığına son verme imkânını elde ederken, 15 Temmuz Darbesi’yle de faşist diktatörlüğün kurumsallaşmasında en önemli adımını atmış oldu.
Erdoğan, çok önceleri demokrasiyi bir tramvaya benzetmişti: “Gideceğiniz durağa kadar sizi götürür ve siz orada inersiniz!”
Yani demokrasi bir siyasal toplumsal ilişki biçimi değil, amacına ulaşmak için kullanılan ve sonrasında da terk edilecek olan bir araçtı onun için. Aslında hemen hemen bütün siyasal İslamcılar için demokrasinin anlamı bundan fazlası değildir. Erdoğan gerçekten de tam dediği gibi yaptı.
“Hadi demokrasi tramvayı kalkıyor!” çağrısı yapıp bir yığın kullanışlı avanağı peşinde sürükledikten sonra, dediği gibi ulaşmak istediği kuvvetlerin tekliği/tek adam yönetimi durağına gelince, şartların elverdiğince, zaten yarı askeri rejim koşullarında deforme biçimde varolan demokrasiye ilişkin kurumları da bir kenara koyarak açık bir diktatörlük doğrultusunda taşları döşemeye başladı.
Kararsız denge
Ancak bu iktidara yükseliş döneminde tam desteğini aldığı ABD ve onun uzantısı Cemaatcilerle içine düştüğü çelişki onu tek adam yönetimi kurmak isterken çelişkili bir koalisyon zorunluluğu ile yüz yüze getirdi. Siyasal hegemonya sağlayabilmek amacıyla demokrasi savunucusuymuş gibi göründüğü günlerde kazandığı itibarın devam edeceğini sanırken birden arzuladığı “dindar ve kindar nesiller yetiştirme mücadelesinde başarısız kaldığını” tespit etti. Çoğunluğu hiç kaybetmeyecekmiş gibi görünen AKP 2019 Yerel Seçimleri’yle birlikte yığınların gittikçe genişleyen bir nefretinin muhatabı olduğunu, parti içi dengelerin artık eskisi kadar rahat korunamadığı, bölünmelerin boyutunun ne olacağının kestirilemeyeceğini, tek adam rejimi peşindeyken, Ergenekon ve MHP’nin bir tür tutsağı haline gelmiş olduğunu gördü ve birden kendisini kararsız bir dengenin üstünde buldu. Dünyada gelişmekte olan 2008 krizinin devamı olan ekonomik krizin etkileriyle birlikte hangi yandan geldiğinin önemi olmadığı bir darbenin onu artık iktidara tutunmasına izin vermeyeceği gerçeği 2019 yılı yazında iyice belirginleşmişken, 2020 yılı başlarında Korona virüsünün lütfuyla buluştu.
15 Temmuz denetimli darbe girişimi için ‘Allahın Lütfu’ demişti. Aslında o noktada Allah’ın bir şeye karıştığı yoktu. Basbayağı Erdoğan eski ortaklarını tezgaha getirmişti. Asıl darbeyi yapan ise kendisi idi. Ama Covid-19 pandemisi ise kapitalizmin bugüne kadar yarattığı ekolojik yıkımın iktidarlara sunduğu bir lütuftu. Her türlü dert birden önemini kaybedip bu “doğal afet”in arkasındaki yerlerini aldılar.
Bu ne kadar sürer? Bu süre yığınların kendilerini çaresiz hissettikleri ilk şok dalgasının asimile edilmesi ve “bu böyle süremez!” diyecekleri ikinci bir salgın dalgasına kadardır. Covid-19 zaten kriz içerisinde olan dünya ekonomik sisteminin çivilerinin çıkmasına yol açtı ve bunun öncelikle darbesi de bağımlı ülkelerde hissedilecektir. Bunun zamanı da dünyada sözbirliği edilmiş gibi sonbahar olarak öngörülmektedir.
Gevşeme yeni dalganın hazırlayıcısıdır
Korona salgını tüm dünyada, artık mevcut sermaye birikimi modeliyle hiçbir yere varılamayacağı, yapılanlarla krizin ancak ertelenip büyütüldüğü ve daha büyük bir yıkımın hazırlanmakta olduğu gerçeği karşısında kapitalizmin kendisini yenilemesinin bir imkânı olarak benimsendi. Bunun için de tüm devletler krizin yaratacağı altüst oluşun içinden mümkün olduğunca güçlü olarak çıkabilmek için hemen hemen aynı politikaları benimsediler. Salgının bir isyana ve iktidarın çaresizliğine yol açmadan zamana yayılması ve yıkılacakların yıkılması, kalabilecek olanların da onların enkazları üzerinde yeni bir yükseliş imkânına kavuşmaları beklenmektedir. Bu yeni durumu yeni bir sermaye birikim modeli olarak 4. Sanayi Devrimi’nin yaratacağı dijital kapitalizmin sağlayacağı beklenmektedir. Aslında beklenti yanlış değil ama büyük ikramiyenin kime vuracağı tam olarak belli değil. Onun belli olmaması da kaybedecek olanların kayıplarının boyutlarının tam olarak ne olacağının kestirilmesini zorlaştırmaktadır. Ne var ki bu kaybedenlerin, her zaman olduğu gibi bağımlı ülkeler olduğuna da kuşku yoktur.
Nisan ayına gelindiğinde hemen hemen bütün devletler bir gevşemenin yaratılacağını müjdelediler ve yeni doğacak ilişkiler içinde şansı olacağını uman Erdoğan da kervana katılmakta gecikmedi. Erdoğan, salgın nedeniyle, ülkenin gerçek yöneticisi olduğu iddia edilen TBMM’yi kapalı tutarken, AVM’leri açmakta bir mahzur görmemiştir. Yeni bir normale doğru ilerliyoruz: Meclissiz bir parlamenter rejim.
Aslında RTE yargı ve yasamanın yürütmenin hızlı karar almasını ve TC’yi ileriye götürmeyi engellediğini çok uzun zamandır söylemekte idi ve bu amaçla önce yargı tam bir denetim altına alındı ve yaratılan başkanlık sistemiyle de parlamento esas olarak yönetimin uzağına yerleştirilmiş oldu; Şimdi de korona salgınının yarattığı özel koşullarla iyice yönetim dışına itilmiş oldu. Meclis Başkanı, “acil bir mesele olduğunda Meclis toplanır” diyerek meclisi sultanların gerektiğinde bir araya getirdiği danışma meclislerine dönüştürmüş oldu.
Korona pandemisinin nasıl gelişeceği konusunda esasında hiçbir kesin fikir ortada yoktur. Bir aşıdan söz edilmektedir ama öncelikle bu aşının ne zaman yapılacağı belli değildir. 2021 yılının ilk yarısından önce kimse böyle bir beklenti içinde değildir. Ancak bundan daha vahim olan endişe, bu aşının pandemiyi durdurmaya yarayıp yaramayacağıdır. Şimdiden ortaya çıkan kimi gözlemler, hastalığı geçirenlerin birçoğunun uzun süreli bağışıklık kazanmadıklarını ortaya koymuştur. Diğer bağışıklık kazandığı düşünülenlerin de bunu ne kadar zaman koruyacakları belli değildir.
Daha vahim olanı ise, daha önceki salgınların ortaya koyduğu bir gerçek olarak ikinci bir dalganın birincisinden daha güçlü olacağı ve daha büyük felaketlere sebep olacağıdır. Birinci dalga bir devletten diğer devlete taşınarak gerçekleşti ve üç ay içerisinde bütün dünyayı sardı. Halbuki artık virüs her ülkenin kendi sınırları içerisinde on binlerce insanda bulunmakta ve tedbirlerin gevşetilmesi durumunda bir öncekinden çok daha hızla yayılma potansiyeline sahiptir. Durumun böyle gelişeceğinin en büyük kanıtını da, bütün bu felakete rağmen insanların hiçbir ders almamış gibi, tedbirlerin gevşetilmesi konusunda verilen karar üzerine nasıl akın akın AVM’lerin önünde kuyruğa girdikleri, gerekli tedbirleri nasıl ihmal etmeye başladıkları ve yeni bir salgın tehdidini ciddiye almadıklarının örneklerini sergilemeleri oluşturmaktadır.
Yüzlerce pandemi adayı sırada bekliyor
Mesele bununla da kalmamaktadır. Zira doğada yaratılan yıkımların bir eseri olan şimdiki pandeminin arkasında sıraya girmiş yüzlerce pandemi adayı olduğuna da hiçbir kuşku yoktur. İklim krizi ve bu krizi besleyen en önemli faktörlerden biri olan kutuplardaki buzulların erimesiyle ortaya çıkan karbondioksit ve metan gazına ilave olarak insanların tanışık olmadığı binlerce yıldır uyumakta olan muhtelif virüs, bakteri, mantar vs. vs. hayatımıza karışmak için sıraya girmiş durumdalar. Dahası insan ayağının pek değmemiş olduğu alanların sanayiye açılmasıyla taşınan insan bağışıklık sisteminin karşılık veremeyeceği hastalık ajanları kentlere yığılmış olan insanların hayatına karışmaya devam etmektedir. Zaten COVİD-19 pandemisi de bu gerçekliklerin farkında olanlar tarafından çoktan öngörülmüş ve tedbirlerinin alınması istenmişti. Ama bu uyarıların hepsi hükümetler için en ufak bir anlam ifade etmedi ve sanki heyecanla bunun gelmesi beklendi. Nasıl beklenmesin, bütün dertlerin sorumluluğunu üstlenecek böyle bir İsrail keçisine hangi yönetim itiraz edebilirdi ki?
Darbe olsa olsa RTE darbesi olabilir
Bütün diğer ülke yönetimleri gibi RTE ve şürekası da bu gerçekleri herkesten iyi bilmekte idi. Bunun kanıtını salgın vesilesiyle ortaya çıkan, hükümetin Dünya Sağlık Örgütü’nün uyarılarıyla hazırladığı “Grip Salgınına Karşı Mücadele Planı”nın sanki yokmuş gibi davranılmasında görüyoruz. Tüm tedbirler salgın başladıktan sonra alınmaya başlandı.
Ne var ki, salgının sağladığı imkanlarla ülkeyi yönetmeye devam etmek ve hatta bir nüfus planlaması yapma hesabı içerisindedirler. Nihayetinde ölecek olanlar en güçsüzlerdir ve bunların kaybedilmesinin de kapitalistler açısından bir kayıp değil bir kazanç olarak görüldüğü de aşikardır. Takip edecek salgınlarla da şimdi yaratılmış olan olağanüstü durumun, yumuşama evreleri olsa bile yeni bir norm haline getirilmesi hesaplanmaktadır.
Yığınların böylesine çaresizliğe ve sefalete sürüklendikleri durumda tümden sessiz kalmaları elbette ki beklenmez. İktidarın kitle desteğini kaybettiğini ve ona karşı kazanma imkanlarının ortada olduğunu gören insanların tepkilerini ortaya koymalarını elbette iktidar da bekleyecek ve bunun önüne geçecek tedbirleri almak isteyecektir. Yığın desteğini kaybeden iktidarların yerlerinde durabilmeleri için tek çareleri açık bir diktatörlüğün ilan edilmesidir. Onun içindir ki, AKP böyle bir gelişmenin beklentisi içerisinde şimdiden zemin oluşturabilmek için muhalefetin darbe yapacağından söz etmektedir. Aynı 15 Temmuz taktiğidir bu. Darbe yapacaklar deyip darbe yapmak. Ne var ki, bu kez RTE tek başına değildir. Bir koalisyon içindedir ve ortakları böyle bir darbenin kendileri açısından ne kadar verimli olacağını kestirmekte zorlanacaklardır. Zira bir darbeyle eski ilişkiler tümüyle bozulacak ve yeni durumda da kimin kiminle yan yana duracağı belli olamayacaktır. Cemaatle olan çatışma koalisyon ortaklarına yeterince ders vermiştir. Ve onlar açısından RTE’nin şimdiki esir durumunda tutulması iktidar nimetlerinden yararlanma açısından daha verimli görünmektedir.
Bu durum aslında RTE’nin önümüzdeki dönemde daha derin bir tükeniş içerisine sürükleneceğinin apaçık işaretidir. Bu durumun bilinciyle davranacak bir muhalefet bloku sokağı RTE’nin avanelerine bırakmadan iktidar blokunun çatlaması ve düşürülmesini olanaklı hale getirebilir.