SEÇTİKLERİMİZ – Doç. Dr. Hakan Koçak’ın Evrensel Gazetesi’ndeki röportajı: Çalışma Sosyoloğu Doç. Dr. Hakan Koçak, “Çalışma kampı ile işçiler ailesiyle, yaşamıyla, kültürüyle her şeyiyle o şirkete ve o çalışma üssüne bağlı bir emekçi haline gelecek” dedi.
Salgın günlerinde, iktidar ve sermayenin ‘Çarklar dönsün’ ısrarı sürerken patron örgütlerinden gelen öneriler ise sömürüyü artırmak üzerine kurulu. Türkiye’nin en büyük patron sendikası Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), bir yazılım şirketi eliyle geliştirdiği ‘MESS-SAFE’ isimli cihaz ve bağlı uygulama ile işçilerin, iş yeri içerisinde attığı adımı dahi takip edecek. İşçilerin boyunlarına takılacak olan cihaz, çevresinde bulunan diğer cihazlar (işçiler) ile aradaki mesafeyi ölçerek fiziki mesafe kurallarına uyulmadığı durumlarda uyarı verecek.
MÜSİAD ise ‘çalışma kampları’ projesini duyurdu. 1000 ailenin ve yaklaşık 4 bin 500 kişinin yaşayabileceği şekilde tasarlanan izole üretim üslerinde hayattan izole üretim gerçekleştirilecek. Üretim alanı gerektiğinde dış dünyaya tamamen kapatılacak, içinde okulu, ibadethanesi, marketi olacak.
Çalışma Sosyoloğu Doç. Dr. Hakan Koçak’a göre söz konusu uygulamalar patronun işçiler üzerinde denetim ve gözetimi artırarak emek sömürüsünü yoğunlaştıracak. Koçak, MESS’in elektronik cihaz projesine ilişkin “Burada ‘sosyal mesafe’ denilse de uzun vadede işçilerin işyerindeki tüm hareketlerini denetleyebilecek bir aparata dönüşme riski çok yüksek” derken, MÜSİAD’ın izole çalışma kamplarına ilişkin, “Hem aileyi, hem kuşakları içine alan tam bir bağımlılık rejimi. Yani her şeyinizle o şirkete ve o çalışma üssüne bağlı bir emekçi haline geleceksiniz” ifadelerini kullandı.
MÜSİAD ve MESS’in projeleri ekseninde emeğe dönük saldırıları Doç. Dr. Hakan Koçak ile konuştuk.
Böyle bir dönemde bu plan ve projeler neye odaklanıyor? Neyi değiştirir, sermaye ne yapmak istiyor?
Salgın bütün dünyayı ve tabii Türkiye’yi etkiledi. Sermaye için en kritik şey meta üretim ve dolaşımının sürmesi. Dolayısıyla da bununla ilgili tüm imkanlarını yoğunlaştırdılar. Hem pandeminin beklenenden uzun olabileceğini hem de bu türden küresel felaketlerin tekrar edebileceğini düşündükleri için dünyanın her yerinde sermaye birtakım çözümler düşünüyor. Ama bunun salt Kovid-19 ile de başlamış olduğunu düşünmemeliyiz. Yeni teknolojik imkanlar, genetik ve dijitaldeki gelişmelerle birlikte epey zamandır farklı biçimlerde arayışlar sürüyor. Birincisi emek gücüne bağlılıktan mümkün olduğunca kurtulabilme hedefi, ikincisi de emek sömürüsünü yoğunlaştırmak. Biraz klişe bir şey var ya, krizi fırsata çevirmek. Sermaye de böyle düşünüyor. Planlanan, düşünülen şeyler AKP iktidarının pandemi krizindeki genel yaklaşımıyla uyum içinde. Bu konudaki resmi açıklamalarda da ilk açıklamalar çarkların dönmesi gerekliliği idi. Dolayısıyla odaklanılan nokta bu. Üretimi kesintisiz olarak sürdürebilmek… İşçilerin salgına yakalanması insani açıdan sermaye için bir sorun değil. Ama üretimin aksaması açısından bir sorun. Artı pandeminin getirdiği diğer sorunlar var.
"KAPILAR BUGÜN SALGINA KARŞI KAPATILACAK, YARIN BAŞKA NEDENLERLE"
MÜSİAD’ın projesi ‘çalışma kampları’nı nasıl okumak gerekir?
MÜSİAD’ın projesi oldukça kapsamlı. MÜSİAD’ın temsil ettiği ‘Anadolu kaplanları’ diye de anılan bir yandan da AKP’nin sınıfsal temelini de oluşturan KOBİ’lerin bu türden zorlu süreçlerden daha az etkilenmesine yönelik bir tür çalışma kampı düzenlemesi.
Bazı kritik noktaları var. Örneğin içinde gümrük bulunması, çok entegre bir sistem olması, gerekli hijyen, temizlik vs. kurallara uyması ve gerektiğinde de tümüyle izole olmuş bir üretim birimi. Ve tabii çalışanların aileleriyle birlikte kalacakları bir çalışma kampı düzeni. Raporda açıkça da belirtiliyor, bu modelin hedeflerinden biri -iktidarın stratejisiyle uyumlu- pandemi sonrasında dünyada oluşacak konjonktürde ihracattan daha büyük pay alabilmek. “Bu türden tesisler aracılığı ile güvenilir, sağlıklı ve ucuz üretim yapıyoruz biz” diyebilecekler. KOBİ’lerin bir arada bulunduğu ve son dönemde çok vurgu yapılan ‘yerli ve milli sermaye’ esprisi ile de uyumlu bütünlüklü bir plan.
Aslında her kriz döneminde sermaye farklı farklı öneriler, modeller getirir. ’80’ler ortası yepyeni modeller olarak Japon yöntemleri -kalite çemberleri, kalite yönetimi vs.- insanların takımlar halinde çalışması, birbirlerini denetlemesi… Bunların modaları da geçebiliyor. MÜSİAD’ın üretim üsleri de MESS’in denetimi de bir yanıyla arkaik uygulamaları da çağrıştırıyor. Kapitalizmin erken dönemleri gibi…
Geçmişte ABD’de şirket kasabaları vardır. Buna literatürde ‘paternalist emek rejimi’ deniliyor. Patronun işçinin ailesi ile birlikte tüm yaşamına hakim olduğu bir emek rejimi… İşçi kasabada yaşıyor, fabrikada çalışıyor, kasabadaki mağaza da işverenin, kilise de işverene bağlı, kasabanın yöneticisi de o. Tümüyle sosyal, siyasal, kültürel, ailevi her anlamda kendisini oraya vakfettiği bir mini dünya, bir ada gibi… Orada amaç işçinin kesintisiz biçimde maksimum verimle çalışması ve tabii dış dünyadan olabildiğince uzak olması…
Şunu da sormak lazım. Bu kadar gelişkin üsler yapan MÜSİAD üyelerinin firmalarının kaçında sendika var? Bu çalışma kamplarında her şey ayrıntılı düşünülmüş. Sendikalar hiç yok. İşçilerin sosyalleşebileceği mekan olarak düşünülen yer öncelikle camii mesela. Aynı zamanda içinde okul düşünülüyor. O okulda okuyacaksınız, fabrikada stajınızı yapacaksınız. Hem aileyi, hem kuşakları içine alan tam bir bağımlılık rejimi. Yani her şeyinizle o şirkete ve o çalışma üssüne bağlı bir emekçi haline geleceksiniz.
Kapıları da gerektiğinde kapatılabilecek. Şimdilik kapıların salgın için kapatılması öngörülüyor. Ama o kapılar başka nedenlerle de kapatılacaktır. Yarın öbür gün bir büyük işçi hareketinin oraya sirayet etmemesi için, sendikacıların, örgütlenmecilerin girmemesi için… Örnekleri görülmüş şeyler.
Doç. Dr. Hakan Koçak’ın Evrensel Gazetesi’ndeki röportajının tmamını okumak için TIKLAYIN