Bilgi kuramının kurucusu Claude Shannon, kendisine akıllı makinelerin “düşünebileceğini” düşünüp düşünmediğini soran bir gazeteciye, “Elbette” der. “Ben bir makineyim ve sen de bir makinesin ve ikimiz de düşünüyoruz, değil mi?”
Belki de her şeyin özeti budur!
Makine öğrenimi algoritmalarının artan etkisi ile akıllı makinelerin her geçen gün çok daha fazla ve şaşırtıcı bir hızla geliştiğini izliyoruz. Öyle görünüyor ki önümüzdeki süreçte konuşma ve muhakeme yeteneğine sahip akıllı makinelerle muhatap olacağız. Bilim, sanat, ekonomi, siyaset ve hatta uluslararası sıcak çatışmalarda bile akıllı makinelerin katkılarına başvurulacağı artık bir öngörü değil.
Ama daha önemlisi, uzmanlar bilgisayarların er ya da geç Yapay Genel Zekâ (Artificial General Intelligence-AGI) olarak adlandırılan bir düzeye ulaşacaklarını kabul ediyorlar.
Yapay Genel Zekâ ile insana özgü düşünme, yorumlama gibi zihinsel becerilere sahip bir makine zekâsı tanımlanıyor.
Peki, bu düşünebilen makineler bir gün gerçekten bizler gibi bazı duyulara, dahası bir bilince sahip olabilecekler mi?
Yediğiniz dondurmanın tadı, kapıya sıkışan parmağınızda hissettiğiniz acı, güneşli bir bahar havasında gelen huzur veya bir kaybın ardından duyulan derin üzüntü ve kaygı hissini bir akıllı makine deneyimleyebilecek mi?
Ya da bu hislerin bilinçle bir ilintisi var mı?
Antropik ilke
Eski bir felsefi görüş, “panpsişizm”, bilincin canlı- cansız tüm maddelerin bir özelliği olduğunu savunur.
İnsan, varlıkbilincine eriştiğinden bu yana varoluşun anahtarını ve bilincin izlerini maddenin derinliklerinde aramış ve bu arayışını halen de sürdürüyor.
Günümüzde bilim insanları, maddenin derinliklerine doğru indiklerinde birbirinin tıpatıp aynı kuantum parçacıkları ile karşılaştılar. Fizik denklemleri, deneyimlediğimiz her şeyin bir kaç kuvvet tarafından itilen ve çekilen bu atomaltı parçacıklar olduğunu söylüyordu.
Ancak bu etkileşimlerde yaşamın izlerine rastlanamadı. Dolayısıyla bilinç olgusunu da bu denklemlerden çıkarmak olanaksız ve anlamsızdı.
Bu zor sorulara yanıt aranırken bazı fizikçiler, özellikle Eugene Wigner ve John Wheeler, bilincin madde ile ilintili olmadığını; maddenin gerçekliğin temel bir bileşeni olduğunu ama bilinci tarif etmediğini öne sürdüler.
Doğa bizim farkındalığımız olduğu için vardı; Onların öngörülerine göre bilinçli varlıklar olmadan gerçekliğin doğası var olmayabilirdi!
Buna “antropik ilke” deniyor.
Antropik İlke, tüm evrenin Dünya’da var olan insan yaşamını desteklemek için özel olarak tasarlanmış gibi göründüğünü söylüyor. 1960’larda ortaya atılan bu görüşe göre doğanın bizim gözlemlediğimiz biçimi alması için bilinçli varlıklara ihtiyacı var.
Bilinç tanımı ise şöyle: Duyular çalışır, düşünce üretirsiniz ve duygulara sahip olursunuz ama bunlar bilinç sahibi olmak için yeterli değildir; bilinç için bunlara sahip olduğunuzun farkında olmanız gerekir.
Kuantum fiziği ne diyor?
İlginç bir şekilde kuantum mekaniği bu görüşe destek veriyor. Kuantum öncüleri, çift yarık deneyini hatırlatarak bir elektronun parçacık mı, yoksa dalga mı olduğu sizin ona nasıl baktığınıza, ya da bakıp bakmadığınıza bağlı olduğu konusunda ısrarlılar.
Bilinç ve kuantum fiziğinin bir araya gelmesinin temelinde kuantum fiziğinin Kopenhag yorumu yatıyor. Kuantum öncülerinden Niels Bohr’un 1920’lerin sonlarında Kopenhag’da geliştirdiği bu yoruma göre atomaltı parçacıklar, yani maddenin en küçük parçacıkları, ölçüm ya da gözlem gibi bir müdahaleye kadar süperpozisyon halindedirler. Bu parçacıklar tüm olasılıkları kapsayan bir kuantum dalga fonksiyonu ile tanımlıdır ve bilinçli bir gözlemcinin müdahalesi ile bu fonksiyon çöker ve olasılıklardan biri gerçekleşir.
Wheeler tarafından önerilen “katılımcı antropik ilke”, bu yorumdan yola çıkarak tüm evreni temsil eden bir dalga fonksiyonu olduğunu ve bunun bildiğimiz evrene çökmesi için bilinçli gözlemciler olması gerektiğini söylüyor.
Antropik ilke, Kopenhag yorumunun sert bir versiyonu olarak karşımızda ve bu öngörünün çoklu evrenlerin kapısını açtığını da belirtelim.
Yapay bilinç olası mı?
Yapay bilinç; biyolojik olmayan, bir zihni varmış gibi düşünebilen ve bu özelliklere sahip olduğunun farkında olan insan yapımı bir makinenin sahip olduğu veya olacağı öngörülen bilinci ifade ediyor.
Eğer bilinç, Wheeler’in öne sürdüğü gibi bir farkındalığa sahip olmak ise AGI düzeyine ulaşmış bir yapay zekanın bu farkındalığa sahip olabileceği kabul gören bir yaklaşım.
Peki, çoğu canlının sahip olamadığı bu farkındalığa bu zeki makineler gerçekten sahip olabilecek mi?
Claude Shannon’ın bu soruya yanıtı muhtemelen “evet” olurdu: “Ben bir makineyim ve sizler de bir makinesiniz ve bizlerin bir bilinci var, değil mi?”
Üstelik onların dondurmanın tadını almasına, parmağında acıyı hissetmesine, güneşli bir bahar havasında kumsalda huzur bulmasına veya bir kaybın ardından üzüntü duymasına belki de hiç ihtiyaçları olmayacak.
Burada kilit unsur “zekâ” ve farklı yanımız ise biyolojimiz. Üstelik bizler ölümlüyüz.
Bu zeki varlıklar bizlerin yaşamına çok şey katıyor ve daha da katacaklar. Ancak bizlerden çok daha zeki oldukları ve kendi algoritmalarını yaratacak düzeyde gelişmiş oldukları günü düşünmek veya hayal etmek oldukça karanlık.
Yapay Genel Zekâ’nın bu ilerleyişi insanlığın geleceğini, dahası bir geleceği olup olmayacağını derinden etkileyecek gibi görünüyor.
Bir bilim kurgu filmi içinde gibiyiz dersek, abartmış olur muyuz?
Kaynakça:
https://www.science.org/content/article/if-ai-becomes-conscious-how-will-we-know
https://www.scientificamerican.com/article/will-machines-ever-become-conscious