İslamcılığın Doğuşu ve Türkiye’de İslami Hareket kitaplarının yazarı Osman Tiftikçi’yle yapılan röportajın tamamı:
“7 Haziran seçim sonuçlarının İslami Harekete olasi etkileri, AKP-cemaatler ilişkisi ve AKP’den kopup HDP’ye oy veren Kürt dindarlarının politik davranışını etkileyen faktörleri konuştuk. Toplumun ve dolayısıyla solun önünde yeni bir dönemin açıldığını ve bu yeni dönemin yeni görevler yüklediğini tespit ettik.. Tiftikçi, bu belirlemeler çerçevesinde şu önemli saptamayı yapıyor: ‘Kürt hareketiyle ittifak sayesinde Türkiye solu seçim sürecinde Sünni dindar kitleyle de bağlar kurabildi. Bu ittifakın ve bağların geliştirilmesi gerekir. Bunu yaparken Türkiye sol hareketi Atatürkçü laiklik anlayışını aşmak, Aleviliğin, Sünnilik hakkındaki önyargılarından arınmak zorundadır. İslami hareketi anlayabilmek için daha çok gayret sarf etmek zorundadır.’ ”
7 Haziran seçimlerinde, AKP yüzde 10 gibi önemli bir oy kaybına uğradı. Daha önceki yazılarınızda, AKP’nin bir yanıyla da bir cemaatler koalisyonu olduğunu belirtiyordunuz. Bu kaybın cemaatler anlamında bir karşılığı var mı? Bu koalisyon devam ediyor mu?
AKP iktidarının Türkiye’deki cemaatler üzerindeki etkileri karmaşık bir konudur ve özel olarak incelenmeyi gerektirir. Bu konu seçimlerden ve oy hesaplarından çok daha geniş kapsamlıdır. Türkiye’deki sınıflar mücadelesi açısından bu çok önemlidir.
2000’li yılların başlarına kadar Türkiye’de güçlü 4 cemaat vardı. Süleymancılar, İskender Paşa, Işıkçılar, Nurcular. Bu cemaatler özellikle 28 Şubat sürecinde fena halde hırpalandılar. Örneğin Işıkçılar Cemaati tarihe karıştı, Esad Coşan’dan geriye kalan İskender Paşa varlığı tartışılır bir duruma düştü. Milli Görüş darmadağın oldu. Sahneye yeni bir güç, emperyalizmin ve yerli işbirlikçi sermayenin desteklediği AKP ve Gülen ittifakı çıktı. Cemaatlerin önemli bir kısmı başlangıçta bu ikiliye karşıydı. Cemaatler bu ikilinin kendilerini tasfiye etmek, etkisizleştirmek için ortaya çıkarıldıklarına inanıyorlardı ve bunda da haksız değillerdi.
AKP özellikle 2007 iktidarından sonra Gülen örgütlenmesine mesafe koymaya ve diğer cemaatlere, İslami çevrelere yaslanmaya başladı. Orduya yönelik operasyonlar ve ordunun siyasetten çekilmesinin yarattığı büyük boşluk AKP ve T. Erdoğan tarafından iyi kullanıldı. AKP sadece cemaatleri değil cemaat olamamış küçük İslami çevreleri, tevhidi hareket içinde yer alan değişik grupları da yanına çekebildi. AKP bunların pasif desteğini almakla yetinmedi. Bütün bu İslami cemaat ve çevreler, temsilcisi oldukları İslami sermayenin çıkarları ve emperyal hayalleri doğrultusunda seferber edildi. Arap isyanları sürecinde İslam dünyası ile bağlar çok daha sıkılaştı. Suriye sürecinde İslami cemaatlerin, grupların hemen hemen tümü bir ucundan ve bir biçimiyle silahlı mücadeleye bulaştı. Bu durumun sonuçlarını önümüzdeki dönemde alacağız.
AKP sayesinde cemaatler çok rahat bir çalışma ortamı buldular. Sınıf atladılar. Ama başka bir şey daha oldu. Devletin Diyaneti öyle bir hızla büyüdü ki, genel olarak siyaset ve devlet öyle bir dincileştirildi ki, cemaatlere neredeyse yapılacak iş bırakılmadı. Cemaatlerin varlık nedeni olan, din eğitimi, din adamı yetiştirilmesi, ibadethane yapımı, kurslar, yurtlar, sosyal yardım gibi faaliyetler, hükümet ve AKP’li belediyeler eliyle yapılmaya başlandı. Devlet bütün bu alanlarda cemaatlerin aleyhine tekel haline geldi. Giderek AKP cemaatleri siyasetten de uzak tutmaya, her alanda kendi yetiştirdiği, kendine sadık kadroları öne çıkarmaya başladı. Örneğin son seçimde AKP, cemaatleri temsil eden kişileri aday göstermedi. Yani bir çok cemaat bu seçimde AKP’yi eli mahkum olduğu için destekledi. Özetle AKP iktidarları döneminde cemaatlere olağanüstü imkanlar sağlandı, ama aynı zamanda da işlevsiz hale getirilmeye çalışıldılar.
AKP’nin oy kaybının cemaatlerin desteği ile ilişkisi konusunda şunları söyleyebilirim. Cemaat yönetimleri genelde AKP’yi desteklediler. Hatta çoğu bunu açıkça deklere etti. Seçime ayrı bir parti olarak katılan Milli Görüş ve eski İskender Paşa çevresi de bana göre göstermelik bir muhalefet yaptı. Örneğin, SP-BBP ittifakının yurt dışı oyları bence bu kadar düşük olmamalıydı.
Şunu da belirtmek gerekir. Türkiye’de cemaatler sanıldığı kadar, ya da gösterilmeye çalışıldığı kadar, geniş yığınlara hükmeden oluşumlar değillerdir. Ayrıca cemaat liderliğiyle kitle arasındaki bağlar da çok sıkı değildir. Örneğin El Kaide, İŞİD türü yapılanmalardaki, hatta Müslüman Kardeşler’deki fanatizm cemaat kitlesinde yoktur. Cemaat liderlerinin aldığı siyasi tavırlara kitlenin uymadığı örnekler istisna değildir.
Şu an itibarıyla AKP etrafındaki cemaatler koalisyonu devam ediyor görünüyor. Ama büyük şefin süngüsünün düştüğü ve AKP’nin gerileme sürecine girdiği bu aşama hem cemaatler hem de genel olarak İslami hareket açısından yeni birçok gelişime, oluşuma gebe görünüyor.
HDP’nin sağladığı oy artışının önemli bir bölümünün daha önce AKP’ye destek veren Kürt seçmenler olduğu ve bu nüfusun büyük ölçüde dindar muhafazakar bir kitle olduğu biliniyor. Bu seçimlerde HDP propagandası ağırlıklı olarak sol bir söyleme dayanıyordu. Bu güne kadar solla arasına mesafe koyan hatta karşı duran bu dindar kitlenin, kendini sol diye tanıtan bir partiye destek vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
HDP homojen bir parti değildi. HDP geniş bir ittifakın temsilcisi olarak seçimlere girdi. Bu ittifakta, sağıyla, soluyla, milliyetçisiyle, dindarıyla, farklı etnik ve dini gruplarıyla zaten bir cephe olan Kürt hareketi vardı. Türkiye solu vardı. Etnik ve dini gruplar vardı. ABD, Avrupa Birliği, burjuva basın tekelleri, burjuva liberal aydınlar, Gülen çevresi, TÜSİAD bu ittifaka dışarıdan ama önemli destek verdiler. Dolayısıyla herkes kendi beklentisine göre HDP’ye oy verdi.
HDP’nin söylemi sol renkler taşımakla birlikte genel olarak burjuva demokratik bir söylemdi. Örneğin; “seni başkan yaptırmayacağız” sloganı, “barış” istemi, Alevilerin, Ezidilerin, Ermenilerin yani gayrı Müslim ve Türk olmayan unsurların istemleri, Resmi İslama karşı, dini gericiliğe karşı laiklik istemi, bütün bunlar burjuva demokratik, mevcut sistem içinde çözülebilecek istemlerdir. Bunu, “bu istemler önemsizdir” anlamında söylemiyorum. Tersine bunlar şu an ön planda olan ve çözülmedikleri sürece ileri doğru adımların atılamayacağı istemler.
Kürt dindar kitle HDP’nin ulusalcı yanına oy verdi. AKP ve T. Erdoğan’ın Kürt sorununda “bu kadar da olmaz” dedirten tutarsızlıkları, seçim sürecinde denediği ama başarılı olmayan kanlı provokasyonlar bunda etkili oldu. Din sömürüsünün iyice ayak altına düşürülüp, rezillik derecesine indirgenmesinin bu kitle üzerinde yaptığı etkiyi de hesaba katmak gerekir. Ayrıca HDP’nin dine ve dini harekete yaklaşım açısından bu kitleyle zaten bir sorunu yoktu. Örneğin Türkiye’deki Atatürkçü laikler-şeriatçılar, türbanı savunanlar-karşı çıkanlar biçimindeki kutuplaşmalar Kürdistan’da yaşanmadı.
AKP tabanının büyük kısmını dindar yoksul halk kitleleleri oluşturuyor. Sınıfsal olarak bakıldığında bu kitlenin çıkarları gereği solda yer alması gerekmiyor mu? Türkiye’de solun, dindar nüfusla buluşamayışının nedenleri nedir? Bu sorun nasıl aşılabilir?
Yoksul kitlelerin dine kaymaları, dini temelde örgütlenmelerin çığ gibi büyümesi son 20, 25 yıldır, bütün İslam ülkelerinde ortaya çıkan genel bir eğilim.
1990’lara kadar bağımsızlıkçı, anti emperyalist ve toplumsal-ekonomik içerikli hareketlerin tümü sol ya da milliyetçi hareketlerdi. İslamcı hareketler genelde sol ve milliyetçi hareketlere karşı emperyalizmin işbirlikçisi durumundaydılar. Doğu blokunun yıkılmasıyla sol hareketler ve Sovyetler tarafından desteklenen ulusalcı hareketler prestij kaybedip önemlerini kaybettiler. Bunların gerilemesinden doğan boşluk genç ve dinamik İslami hareketler tarafından dolduruldu. İlk kez, değişik ulusların savaşçılarından gençlerinden oluşan enternasyonal silahlı İslami örgütler ortaya çıktı. Afganistan ve Irak’ın işgaline, Afrika’daki emperyalist soykırımlara, genel olarak emperyalizmin işgal, sömürü ve aşağılamalarına karşı tepkileri İslami gruplar arkalarına alabildiler. Örneğin bugün dünyanın başının belası olan IŞID, 2003 yılında Irak’ın işgalinin bir ürünüydü. Ama emperyalizm tarafından desteklenen, hatta örgütlenen bu İslami hareketlerin antiemperyalistliği de, toplumculuğu da bir tuhaf oldu. İslam dünyasına ve insanlığa yarardan çok zarar verdi.
Burada Kürt hareketini İslam dünyasında bir istisna olarak belirtmek gerekir. Kürt hareketi bu süreçte genel olarak sol, ulusal bağımsızlıkçı ve laik özelliklerini koruyabildi.
Türkiye’de yoksul kitlelerin dine kaymasını da bu sürecin bir parçası olarak ele almak gerekir. 2000’li yıllara kadar Türkiye’de kitleler bu kadar dindar değildi. Kitlelerin dindarlaşmasında 12 Eylül ile birlikte zorla uygulanan dindarlaşma politikaları ve 2002 yılında siyasi iktidarın doğrudan İslami bir anlayışın eline geçmesi önemli rol oynadı.
AKP iktidarları toplumu; AKP’yi destekleyen dindarlar, Müslümanlar, AKP’ye karşı olan dinsizler, laikler, Zerdüştler, din düşmanları olarak kutuplaştırmak için, kendisi gibi olmayan herkese düşman bir dindar nesil yetiştirmek için elinden geleni yaptı.
Solun dindar kitle ile bağlarının nasıl geliştirileceği sorusuna gelince.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ve 2015 genel seçimiyle birlikte dini gericiliğin bunaltıcı havası kırıldı. Bu çok olumlu bir gelişmedir. Bundan sonra siyasi iktidarın laik davranması için, AKP’nin eğitimde, hukuk alanında, siyasi alanda yarattığı dini kurumlaşmayı dağıtmak için, hükümetler üzerinde baskı yapmak gerekir. Laik bir devlet kurulmadan, laik bir toplum kurulamaz, dini gericiliğin üstesinden gelinemez.
Kürt hareketiyle ittifak sayesinde Türkiye solu seçim sürecinde Sünni dindar kitleyle de bağlar kurabildi. Bu ittifakın ve bağların geliştirilmesi gerekir. Bunu yaparken Türkiye sol hareketi Atatürkçü laiklik anlayışını aşmak, Aleviliğin Sünnilik hakkındaki önyargılarından arınmak zorundadır. İslami hareketi anlayabilmek için daha çok gayret sarf etmek zorundadır.
Geçtiğimiz günlerde Fatih’te, Hizb-ut Tahrir grubuna mensup olduğu söylenen ve sayıları 2000’i bulan bir grup, hilafet isteğiyle polisin de müdahale etmediği bir yürüyüş yaptılar. Bu çapta ve böylesi taleplerle bir gösteri, sanırım AKP iktidarı döneminde ilk kez oluyor. Bu eylemi nasıl yorumluyorsunuz?
Hizb-ut Tahrir adı Türkiye’de ilk kez 1960’lı yıllarda duyulmuştu. Ercüment Özkan bu anlayışın Türkiye sorumlusuydu. Hizb-ut Tahrir halifenin başta bulunduğu bir İslam devleti kurmak istiyordu. Ama bu halifenin Arap olması şarttı. Halife devleti Ortadoğu merkezli olacaktı. Ercüment Özkan tutuklandı ve örgütü bıraktı. E. Özkan’ın en önemli itirazlarından biri, halifenin Arap olması şartıydı. Sonra da Hizb-ut Tahrir unutuldu. Ercüment Özkan Türkiye’deki tevhidi hareketin de başlatıcısıydı. Uzun yıllar sonra ilk kez adını tekrar duyuran bu hareketin gücünün ne olduğunu bilmiyorum. Ama önemli bir kitlesi olduğunu sanmıyorum.
AKP döneminin en önemli özelliklerinden biri, daha önce var olan İslami sokak hareketlerinin tümüyle geri çekilmesiydi. AKP iktidarı öncesinde Amerika’yı, İsrail’i Cuma namazı çıkışlarında protesto eden eylemler eksik olmazdı. Hatta bazı İslami grupların sol örgütlerle birlikte eylemlere katıldıkları da olurdu. AKP’nin emperyalizm adına başarılarından biri Amerika ve İsrail karşıtı bu protesto eylemlerini yok etmek oldu. Şimdi AKP iktidarının inişe geçmesiyle birlikte İslami hareketin sokak eylemleri de artacak görünüyor.
Henüz yeni hükümet kurulmadı. Yeni bir seçim tartışmaları da sona ermedi. Mevcut bütün bu belirsizliklere rağmen önümüzdeki süreç hakkında neler söylenebilir sizce?
İster mevcut siyasi partilerle, isterse yeni bir erken seçim sonrasında kurulsun, yeni hükümet emperyalizmin ve işbirlikçi tekelci sermayenin damgasını taşıyan bir hükümet olacaktır. Bu hükümet esas olarak Ortadoğu ve Türkiye’de var olan sorunların bu kesimlerin çıkarları doğrultusunda çözülmesi için gayret gösterecektir. İlk iş olarak da AKP’nin, İslami sermayenin ve Arap gericiliğinin neden olduğu tahribatları gidermeye çalışacaktır.
Hangi partilerden oluşursa oluşsun, kurulacak hükümete verilecek ilk görevlerden biri, Türkiye işçi sınıfı hareketinin örgütlenmesini, bilinçlenmesini engellemek olacaktır. Hükümetler Türkiye sol hareketine ve Kürt hareketi içinde sol eğilimlere karşı saldırgan bir tavır alacaklardır.
İslami alanda Gülen hareketi 2000’lerin başlarında olduğu gibi yeniden önem kazanacağa benziyor. Bu CIA ile de ilişkili uluslararası örgütlenme, kurulacak her hükümetin gayrı resmi ortağı olacak gibi görünüyor.
Önümüzdeki süreçte İslami hareket yeniden muhalefete geçecek. Kazanmış olduğu mevzileri kolay terketmek istemeyecek. Bu cephede, illegal, silahlı İslami hareketlerin ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. Bunun hem objektif hem de sübjektif şartları vardır. İslami hareket artık küçümsenmeyecek bir silahlı mücadele deneyimine sahiptir. Örneğin MSP’li, RP’li siyasi mücadele yıllarında böyle bir durum yoktu. Arap gericiliğinin ve Türkiye’de epeyce palazlanmış olan İslami sermaye de, bu tür radikal İslami hareketleri destekleyebilir.
Özetle Türkiye sınıflar mücadelesi yeni bir döneme giriyor. Bu dönemde şu ana kadar karşılaşmadığımız bir çok yeni durum bizleri bekliyor. Tarih tekerrür etmiyor, hep yenileniyor.
Türkiye ve Kürdistan’da değişik uluslardan, halklardan, inanç gruplarından oluşan, sosyalist ideolojiyle donanmış bir işçi hareketi Türkiye’nin ve bölgenin geleceği için hayati öneme sahiptir.