İran’ın hipersonik füzeler de kullandığı İsrail’e yönelik 1 Ekim tarihli saldırısı karşısında Tel Aviv’in cevabının gecikmesi, “acaba Netanyahu Tahran’ın elinde nükleer başlıklı füzeler olduğuna kanaat getirip gerilimi tırmandırmaktan vaz mı geçti” sorusunu akıllara getirmişti. Zira, İsrail’in ne uzun menzilli Arrow, ne orta menzilli “Davud Sapanı” ne de kısa menzilli “Demir Kubbe” hava savunma sistemleri İran’ın misilleme saldırısında kullandığı bazı füzeleri önlemede yeterli gelmişti. Hasar o kadar ciddiydi ki, İsrail yönetimi bunu haberleştiren Amerikalı muhabiri dahi tutuklamıştı.
‘Önce THAAD’lar konuşlansın, öyle vururuz’
Ancak son gelişmeleri takip edince öyle anlaşılıyor ki, İsrail İran’ın hipersonik füzelerini etkisiz kılmada mahir bir hava savunma sistemine sahip olmadan bu ülkeyi vurmak istemiyor. Onun için de ABD yönetiminden kendilerine ivedilikle bu işi görecek Terminal High Altitude Area Defense (THAAD) sistem bataryası ve uzman askeri personel verilmesini istemiş. Hatta İsrail ordu radyosu 12 Ekim’deki yayınında, ABD’nin İran saldırılarına hazırlık olarak THAAD hava savunma sistemini İsrail’e konuşlandırılmış olduğunu duyurdu. Washington da Başkan Joe Biden’ın talimatıyla, kendi ellerindeki THAAD bataryasını ve ABD askeri personelini İsrail’e gönderdiğini teyit etti.
Bu son derece ilginç bir gelişme. Her ne kadar söz konusu gelişkin silah sistemi, 2019’da bir tatbikat vesilesiyle İsrail’in güneyinde kullanıldıysa da, burada ABD silah sistemlerinin askeri tatbikatlar dışında personeliyle birlikte başka bir ülke topraklarında bulunması ve kullanılması söz konusu. BFBS News’ün değerlendirmesine göre, bu çok nadir görülen bir durum.
Bunun yorumu bence çok açık: Eğer İran, ABD envanterindeki bu silah sistemlerini ve personelini olası bir misillemeyle İsrail topraklarında vurursa, ABD’yi vurmuş sayılacak. Washington, bunu İran’a savaş ilan etmek için bir gerekçe sayabilir.
İran Dışişleri Bakanı Seyid Abbas Arakçı da Washington’u, askerlerinin hayatlarını “İsrail’de ABD füze sistemlerini işletmek üzere konuşlandırarak riske attığı” konusunda uyardı ve “bizim için fark etmez, vururuz,” demeye getirdi. Geçen cuma günü Türkiye’ye gelerek Hakan Fidan ile görüşen ve Türk mevkidaşıyla ortak basın toplantısı düzenleyen Arakçı, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şöyle diyordu:
“Son günlerde bölgemizde tam kapsamlı bir savaşı engellemek için muazzam çabalar sarf etsek de halkımızı ve çıkarlarımızı savunmada kırmızı çizgimiz olmadığını açıkça söylüyorum.”
‘Vur Amerikalıyı, al Washington’u karşına’
18 Ekim’de bu kez “Times of Israel” gazetesi, Channel 12’ye atfen verdiği haberinde, İsrail’in ABD’den ikinci bir THAAD bataryası daha istediğini yazdı. Bu arada, Texas, Alabama ve Dover’den kalkan ve aralarında Boeing C-17A Globemaster III nakliye uçağının da bulunduğu ABD Hava Kuvvetleri’ne ait 18 uçağın son dört gün içinde İsrail’e iniş yaptığı anlaşıldı.
ABD ordusuna kayıtlı THAAD envanterinin üçte birini kendisi için istediğine göre, İsrail belli ki İran’a yönelik çok ciddi bir saldırıya hazırlanıyor ve karşılığında İran’dan çok ciddi bir misilleme geleceğini varsayıyor. THAAD’larla gelecek ABD uzman personelinin varlığı da İran’a yönelik bir tür şantaj. “Hadi vur İsrail’deki Amerikalıları da al bütün bir ABD’yi karşına!” deniyor. Az bir Amerikan personel varlığından söz etmiyoruz. Uzmanlar, bir THAAD bataryasının operasyonu için 95 uzman personel gerektiğini söylüyor.
Sistem gelişkin: Patriot hava savunma sistemleriyle entegre çalışabilen THAAD onlardan daha geniş bir alanı savunuyor, 3000 km ötedeki hedefleri takip ediyor ve onları 150-200 km mesafede –atmosfer dışında olsalar bile- vurabiliyor. Her biri tekerlekli araca monte edilmiş altı fırlatıcı ünite ile 48 önleme füzesi, bir hedef tespit radarı ve haberleşme teçhizatı içeriyor.
Bu arada, ABD’de yeni bir sızıntı skandalı yaşanıyor. İsrail’in İran’a yönelik misilleme saldırısı hazırlık planlarıyla ilgili son derece gizli bazı dokümanların sızdığı ve ABD Savunma Bakanlığı’nın Görsel Haberalma Teşkilatına ait 15 ve 16 Ekim tarihli bu belgelerin, “Middle East Spectator” isimli bir bağımsız haber sitesinin Telegram hesabından geçen cuma günü yayına verildiği de ortay çıktı. Amerikan makamlarının bu konuda soruşturma başlattığı bildiriliyor. Middle East Spectator yetkilileri, belgelerin kendilerine kimliğini açıklamayan bir kaynak tarafından ulaştırıldığını belirtmekle yetindiler.
Diken üstünde 2 hafta
Öyle anlaşılıyor ki, Amerikan tarihinin en kritik seçimlerinden birine sadece 15 gün kalmışken ve Donald Trump’ın artık bir zafere doğru yürüdüğü gerçeği rakibi Kamala Harris’in berbat performansıyla iyice netleşmişken dünya diken üstünde 2 hafta geçirecek. Orta Doğu’da olup bitecekler elbette ki, havada bir şeylere dönüşmeye hazır bir elektrik birikimi olduğunun gözlerden kaçmadığı ABD’den bağımsız değil. Amerikan Derin Devletinin seçim kampanyasının son dönemecinde sonuca etki edebilecek yeni “sürprizler” hazırlayıp hazırlamadığını ya da finansal piyasaları bir anda allak bullak edebilecek bir kasırganın içinden geçip geçmeyeceğimizi, İsrail’in durumdan ne vazifeler çıkarmaya hazırlandığını ancak yaşayarak görebileceğiz.
Ancak şu ana kadar yaşadıklarımızla bile hüküm vermekte zorlanmadığımız bir süreçten geçtiğimizi söylemek mümkün. Tarihte bir ülkenin yüzde 80’inin yok edildiği, nüfusun yüzde 100’ünün yerinden edildiği ve ölümlerin yüzde 50’sinin çocuklardan oluştuğu başka bir savaş yaşandı mı, bilmiyorum. Ama bizim tanık olduğumuz ilk! Ve bunun soykırımdan daha doğru bir tanımı da yok, sanıyorum.
Filistinli deneyimli siyasetçi ve aktivist Hanan Aşravi, İsrail’in Kuzey Gazze’de yaptığı şeyin, insani terimlerle veya aklı başında bir hayal gücüyle kavranamaz veya anlaşılamaz olduğunu söylüyordu: “Esaret altındaki ve açlığa mahkûm edilmiş bir nüfusun yok edilmesi, spor olsun diye çaresiz ve yaralı çocukların vurulması ve bombalanması, bombalanan ve yerinden edilen topluluklara acı çektirilmesi ve korkunç toplu işkencenin keyfe dönüştürülmesi, insanlıkla hiçbir ilgisi olmayan sadist, sapkın, psikopat canavarların varlığına delalettir. Bunlar yardım edilip ödüllendirilmemeli, durdurulmalı ve cezalandırılmalıdır.”
Kimin durduracağı, cezalandıracağı halen meçhul. Bir insan olarak utancın ve beyhudeliğin bu kadar büyüğünü yaşadığımı hatırlamıyorum. Hani, “cehennem acı çektiğimiz yer değil acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir” diye bir söz vardır ya. Sanıyorum Gazzeliler için bu söz, “cehennem, Filistinlilerin acı çektiğini herkesin gördüğü ama kimsenin kılını kıpırdatmadığı bir yerdir” olarak tarih sayfalarındaki yerini alacak.