bir kere daha erkek şiddetini protesto ediyoruz, bir kere daha erkek şiddetini konuşuyoruz. aslında son zamanlardaki infiale sebep olan olayların benzerleri sürekli olarak gerçekleşiyor, maalesef. ama devlet erkânının, devlet erkânı olmaya aday olanların, siyasetçilerin, tık ve reyting peşindeki gazetecilerin sesini böyle günlerde duyuyoruz, öfkemize, acımıza el koymaya çalışıyorlar.
geçen yıllarda kazandığımız şeylerden biri bu gaspın teşhiri. hiçbir kadın, “kızımız”ları katledenlerin “en kısa zamanda” yakalanacağını iddia edenlere inanmıyor. kadınlar, sokağa taşan öfkemizden başka şeye güvenmiyor.
o çağrıları yapan, o sokağı örgütleyen ve o geleneği başlatan bizler bu öfkenin hakkını da vermeliyiz, o öfkeyi ve geleneğimizi bir kurucu iradeye dönüştürmeliyiz.
sık sık söylediğim bir şeyi bir kere daha hatırlatmak istiyorum. erkek şiddeti patriyarkanın ta kendisi değil ya da başka bir ifadeyle patriyarka erkek şiddetinden ibaret değil, şiddet sömürünün sürmesi için bir araç.
her alanda, egemenin şiddeti süreklidir, ama ezilenin başını kaldırmasıyla birlikte artar. erkek şiddeti de patriyarka sürdükçe varlığını sürdürür. dünyanın hemen her yerinde kadınlar özgürleşme yönünde adımlar attığında, patriyarkayı yıpratmaya başladığında erkeklerin şiddeti de arttı. cinsiyet eşitliği açısından ileri sayılan ülkelerde de erkek şiddeti sürüyor; örneğin bunlardan biri olan isveç’te şiddet hâlâ büyük bir sorun.
türkiye’de de son otuz yılda kadınların özgürlüğünün, cinsiyet eşitliğinin toplumun gündemine girmesi, kadınların kendi hayatlarıyla ilgili kararları kendilerinin vermek istemesi ve bunu sağlayacak donanıma erişmesi, kendi benliklerinin farkında olmaları, kendilerini bir erkeğe ait hissetmemeleri erkeklerin iktidarını, gücünü sarsıyor, kendilerine atfettikleri üstünlüklerin karşılığı olmadığını hissettiriyor.
bütün dünyayı devletlerarası ilişkiler ve sermayenin hareketleri üzerinden açıklayanlar var. onların görmek istemediği şey patriyarkanın aşınmasının sonuçları. ikinci dalga feminizmin yükselişinden beri, sağ siyaset -ki bugün dünyanın pek çok yerinde güçleniyor- başka egemenlerin ihtiyaçlarını ifade ettiği gibi, erkeklerin kadın özgürleşmesi karşısındaki tepkilerine de cevap oluyor.
dünyanın pek çok yerinde genç adamlar, kendilerine, babalarının annelerine davrandığı gibi davranma izni vermeyen kadınlara karşı tepkili, işyerinde yöneticileri olan, her ne konuşuyorlarsa ondan kendileri kadar anlayan, cinsel arzularını ifade eden, kendilerini hangi erkeğin seçtiğini dikkate almayıp erkeklerini kendileri seçen, barda kendileri kadar içen… onlardan korkmayan ve onlara itaat etmeyen kadınlara karşı tepkili. bu tepkiyi uyduruk ideolojilere de dönüştürdüler.
türkiye’ye dönelim
ve iktidara bakalım. mhp derin devlet ilişkileri, kanlı geçmişi falan bir yana, bir erkek partisi. sadece belirleyici kadroları arasında çok az kadın bulunduğu için değil,[1] düşünce sistematiği, kahramanları erkek, herhangi bir ülkü ocakları şubesine girin, kadın göreceğiniz şüpheli. akp ise, kadroları arasında epeyce kadın bulunmakla ve kadınların da çabalarıyla güçlenmiş bulunmakla birlikte, özellikle işçi sınıfından kadınlara itaat öneren bir parti.
bununla şunu kastediyorum, başta erdoğan olmak üzere akp kadrolarının çoğunun kızları iyi eğitim almış, meslek sahibi kadınlar. işçi sınıfına doğmuş kadınlara önerdikleri, ev kadınlığını, zorda kalındığında bağımsızlaşmaya yetmeyecek ücretler karşılığında güvencesiz, düzensiz işlerde çalışmayı kendi kızlarına layık görmüyorlar. diğer yandan, yandaş medyada yazan, konuşan birçok kadın var, onlar da yoksul kadınlara önerilen modele uymamış! akp çevresindeki kadınların istanbul sözleşmesi konusunda zaman zaman partiden uzak bir noktaya düştüğünü de hatırlayarak devam edelim. bu iktidarın bastırmaya çalıştığı isyanlardan biri, kadınlarınki.
ama erkek şiddetinin tek sebebinin akp dönemindeki politikalar olduğunu söylemek, düşünmek bizi yanıltır. erkek şiddeti erkeklerden kaynaklanıyor, erkekliğin bugün geldiği noktada şekilleniyor, iktidar buna karşı önlem almıyor, cezasızlıktan vazgeçmiyor.
erkek demeyelim de
kimi siyasi akımlar için tek mücadele hedefinin mevcut iktidar olduğunun ben de farkındayım. kimi siyasi akımların, erkek şiddetinin sermayenin iktidarının bir sonucu olduğunu -evet, hâlâ- iddia ettiklerini ben de biliyorum. kimi siyasi akımların erkek şiddetini sadece islam’la açıkladıklarını da görüyorum. oysa erkek şiddeti dindarlığın yaygın olmadığı, nüfusun çoğunluğunun hristiyan olduğu ülkelerde de yaygın.
babasından daha kötü koşullarda çalışan, daha az kazanan erkeklerin hayalkırıklıklarını yansıtacak birilerini aradıkları, bunun da kadınlar, lgbti+’lar, araplar, kürtler, ermeniler… olduğunu da görüyorum. iktidarın bu hayalkırıklığının bir isyana akmaması için bunu hoşgördüğünü de.
ama işin özü bu değil. zaten erkek şiddeti, çocuklara da yöneliyor. karma siyasi yapıların, erkekleri sorumlu tutacak politikalardan imtina etmeleri doğru değilse bile anlaşılır, çünkü erkekleri de örgütleyerek güçlenmek istiyor olabilirler. ama o zaman da bu mücadelenin öznesi olmaya talip olmaktan vazgeçmeleri, kadın hareketlerini desteklemekle yetinmeleri doğru olur.
feminizmin ya da genel olarak kadın kurtuluş hareketinin böyle sıkıntıları yok. biz erkekleri örgütlemeyi değil, dönüştürmeyi hedefliyoruz.
bütün bunlar detaylandırılmış bir politik programı ve eylem hattı gerektiriyor, bence. bunlar kolektif feminist bir aklın, belki bir çalıştayda üretebileceği şeyler. türkiye’nin birçok ilinde, şiddete uğramış kadınlara el uzatan kurumlar çok kıymetli işler yapıyor; her sığınak, her danışma merkezi kadınların özgürlüğüne açılan kapılar oluyor. ama erkek şiddetiyle mücadele, gerçekleştikten sonrasıyla sınırlı olamaz, onun hiç gerçekleşmemesini sağlayacak önlemler ve politikalar gerekiyor bize.
mevcut hukukta yer alan cezaların[2] caydırıcılığı -sınırlı bile olsa- önemli. burada bir parantez açayım, cezaların caydırıcılığı sınırlı çünkü bu katiller başka erkekler tarafından kahraman muamelesi görebiliyor ve özellikle hayattan istediklerini alamamış bir erkek için bunun cazibesi, tam olarak nasıl bir şey olduğunu hayal etmediği -örneğin müebbet hapsin- korkutuculuğunu aşabiliyor.
parantezi tekrar dönmek üzere kapatıp devam ediyorum. protesto eylemleri, baskınlar, korsan pankartlar çok önemli bir şeyi gerçekleştirdi; toplumda erkek şiddetine dair bir farkındalık var artık! konu “üçüncü sayfa haberi” olmaktan çıktı, meclis’e geldi!
mevcut hukukun -uzaklaştırma kararları da dahil olmak üzere- uygulanması erkek şiddetinin engellenmesinde önemli ve bu da sokakta talep ediliyor.
sendikalara çok iş düşüyor
şunu hatırlatmak istiyorum. ücretli çalışma kadınlar için özgürlüğün kapısını açan bir olgu. bu konuda caydırıcı olan şeylerden biri işyerlerindeki taciz. işyerindeki erkek şiddeti oradaki hayatı düzenleyen toplu sözleşmelerin de konusu olmalı. örneğin bir müdür ya da ustabaşı kendisinden daha aşağı bir mevkide çalışan bir kadını taciz ettiğinde, kadın şikayetçi olursa işten çıkartılma ihtimali yüksek. çünkü o erkek iş için daha vazgeçilmez. bu olgu birçok kadının şikayetçi olmasını engelliyor çünkü işleri onlar için çok önemli. o yüzden kadın emekçilerin, ayrıntılandırılmış önlemlerin toplu sözleşmelerde yer almasına ihtiyacı var.
toplumsal bir olgu
erkek şiddeti esasen toplumsal bir olgu, bununla sadece hukuk alanında kalarak mücadele edemeyiz. bizim bunun ötesine, örneğin ideolojik mücadele araçlarına ihtiyacımız var. bu erkekleri kendilerinden, ailelerini, yakınlarını onlardan utandırmaya ihtiyacımız var, mesela.
kadınları güçlendirecek mekanizmalara, araçlara ihtiyacımız var. şunu hatırlatmak istiyorum, erkek şiddetini mümkün kılan şeyin erkeklerin fiziksel güç anlamında üstün olması olduğu yönünde yaygın bir inanç var. özellikle birçok erkeğin kas geliştirmeyle falan kafayı bozduğu güncel durumda bu önemli tabii. ama kadın savunma sporları fiziksel saldırının dışındaki durumlar için de taktikler içeriyor. çünkü “hayır”, sohbet etmek/sevişmek/sana gelmek “istemiyorum” diyebilmek de önemli. ama şunu unutmamak gerek; öldürmek üzere gelmiş, silahlı biri karşısında yapılabilecek çok az şey var.
son olarak, erkekliğin onda dokuzunun kaçmak olduğuna dair söylenenler doğru. erkekler kendilerini sandıkları şey değil. hapse girseler, rezil olsalar, aileleri onlardan vazgeçse, hiçbir kadın yüzlerine bakmasa, arkadaşları görüşmeyi kesse… onlar da erkekliğin matah bir halt olmadığını görebilir ve insan olmanın yollarını arayabilir.
[1] meral akşener yanıltıcı olmasın, ülkücü hareket içinden yetişen nadir kadınlardan biri ve kadınların vitrine çıkartıldığı dönemde öne çıktı.
[2] Birçok feminist avukat cezaların yeterli olduğunu ama uygulanmadığını söylüyor.
fotoğraf: guliz saglam / csgorselarsiv.org