Diyarbakır Barosu, “Türkiye’de Kürt meselesi bağlamında, toplumsal barış için hukuki gereklilikler ve öneriler” başlıklı raporunu açıkladı. Baro Başkanı Nahit Eren’in basın toplantısı ile duyurduğu raporda, ulusal ve uluslararası politika önerileri ile gerekli görülen yasa değişikliği önerileri paylaşıldı. Raporda, Anayasa değişikliği önerilerine de yer verildi.
“Kürt meselesini doğuran asıl unsur, 100 yıllık dönemde Cumhuriyet’in farklı etnik unsurlarını, asimilasyondan entegrasyona uzanan dönüştürme süreci, Kürtlerin etnik ve siyasi kimlikleriyle varlıklarını sürdürmeye izin vermemesi oluşturmaktadır” denilen 61 sayfalık raporun sonuç bölümünde, şu tespit yer aldı:
‘Anayasa’nın dili, türkiye toplumunun çoğulcu yapısı ile bağdaşmıyor’
“Anayasa’nın başlangıç bölümü dahil olmak üzere bütününde Türk etnik kimliğine vurgu hâkimdir. Bu vurgu anayasa metni boyunca sıkça tekrarlanan ‘Türk vatanı ve milleti, yüce Türk devleti, Türk milleti Türk dili, Türk kültürü’ gibi ifadelerle kendisini göstermektedir. Bu dil farklı etnik kökene mensup insanlardan oluşan Türkiye toplumunun çoğulcu yapısı ile bağdaşmamaktadır.
‘Türk olmayan vatandaşlar dışlanıyor’
Toplumsal hayatın farklı alanlarını düzenleyen çok sayıda yasada Türk etnik kimliğine referans ve vurgu içeren hükümler yer almaktadır. Bu durum, Türk etnik kimliğine mensup olmayan Kürt ve diğer vatandaşları dışlamaktadır.
Anayasal vatandaşlık, anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi taleplerin karşılanması için hukuki değişikliklerle birlikte, uluslararası bir insan hakları standardının uygulamaya koyulması ve temel hakların hukuki güvenceye alındığı hukuk sisteminin oluşturulması gerekmektedir.
Yargının araçsallaştırılması uyarısı
Türkiye’de insan haklarının durumu son 40 yılda önemli ölçüde kötüye gitmiştir. Terörle mücadele yasaları ve güvenlik önlemleri, Kürt kimliği, dili ve kültürüne yönelik son dönemde yaşanan saldırılarda yargı araçsallaştırılmakta, toplumun muhalif kesimlerini kriminalize etme ve meşru çalışmalarını “anayasal düzene tehdit” olarak nitelendirmek için kasıtlı olarak kötüye kullanılmakta ve yurttaşlar yargı tehdidi ile cezalandırılmaktadır.
‘Temel haklar güvenceye alınmadan barış mümkün olamaz’
Türkiye’de muhalif olarak görülen kişileri hedef almak için araçsallaştırılan aşırı geniş terörle mücadele mevzuatını ve ilgili diğer yasalar, uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarına uygun hale getirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, temel haklara ilişkin hukuki güvenceler sağlanmadan kalıcı bir toplumsal barış sağlamak mümkün olmayacaktır. Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü, etkili bir demokratikleşme ve hukuk perspektifi geliştirilip uygulanmadıkça bu adaletsizlik sarmalı hem artarak devam edecek hem de geçmişte yaşanan adaletsizlikler asla telafi edilemeyecektir.”
Raporda neler var?
61 sayfalık raporun ‘Ulusal Politika ve Yasa Önerileri’ bölümünde, bazı Anayasa maddelerinde değişiklik önerilirken “Anayasa’nın Başlangıç bölümü dahil olmak üzere bütününde, Türk etnik kimliğine vurgu hâkimdir” denildi. Hazırlanacak yeni Anayasa’da herhangi bir etnik kimliğe bu ve benzeri göndermeler yapılmaması önerildi; “Gerek Anayasa’nın birçok maddesinde, gerekse çeşitli yasalarda yer alan
“Türk milleti” ifadesi “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” ifadesiyle değiştirilmelidir” denildi.
Siyasi partilerin kapatılmasını ilişkin düzenlemelerde değişiklik önerilirken, “Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemlerinin insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olamayacağı; ırkçılığı ve suç işlenmesini teşvik edemeyeceği şeklinde değiştirilmelidir” denildi.
Raporda yargı bağımsızlığı vurgusu ve gerekli düzenleme önerileri de yer aldı.
Ceza Kanunu için “1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunu (TCK), hak ve özgürlükler açısından son derece sorunlu bir yasadır. Reform adına yapılmış olan düzenlemelerin birçoğu, yapısal nitelikte sorun oluşturmakta ve temel hakların ihlaline sebebiyet vermektedir” denilerek, “Kürt Sorununun barışçıl çözümü için talep ve öneriler dile getiren, devletin politikalarını eleştiren, Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerini savunan siyasetçiler, yerel yöneticiler ve sivil toplum temsilcileri, TCK’nın 216, 220, 299, 301 ve 314. maddeleri kapsamında tutuklu ve tutuksuz olarak yargılanmakta, ağır hapis cezalarına
çarptırılmaktadır” vurgusu yapıldı.
‘Zorla kaybetme davalarında ilerleme yok’
Zorla kaybetme davalarında ilerleme çağrısı yapılırken, “AİHM kararları ve insan hakları ihlallerine ilişkin incelenen soruşturmalar gözetildiğinde, olağanüstü halin kaldırılması sonrasında da, soruşturmaların etkililiğinde önemli bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Yargı makamlarınca, etkisiz ve tutarsız yargılama süreçlerinin işletilmeye devam edildiği, iç hukuk kapsamında zamanaşımı tehdidinin uygulandığı gözlemlenmektedir” denildi.
Tahir Elçi Davası, Ankara JİTEM Davası, JİTEM Ana Dava, Musa Anter’in Öldürülmesi, Kulp Davası, Kızıltepe JİTEM Davası, Dargeçit JİTEM dosyası, Vartinis (Altınova) Katliamı Davası gibi yargı süreçlerindeki sistematik eksiklikler vurgulandı.
Muğlak ‘suçların’ kaldırılması istendi
Yasadışı Örgüt Yöneticiliği veya Üyeliği Suçu(TCK 314/1-2. Madde) için suçun tanımının netleştirilmesi talep edildi. ‘Yasadışı Örgüt Üyesi Olmamakla Birlikte Örgüte Bilerek Ve İsteyerek Yardım Etme(TCK 220/7. Madde), ‘Üye olmamakla birlikte Örgüt Adına Suç İşleme (314/3. Madde)’, ‘Cumhurbaşkanına Hakaret’ ve ‘Milleti, Devleti Aşağılama (TCK Madde 301)’ olarak kanunda yer alan maddelerin kaldırılması çağrısı yapıldı.
Raporda, Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 1. maddesindeki “terör” tanımının muğlak olduğu belirtilerek “Mevcut tanım, belirsiz, oldukça geniş yorumlamalara açıktır. Mevcut hali ile kanunilik ilkesine aykırıdır” vurgusu yapıldı. TMK’nin birçok maddesinin kanunilik ilkesine aykırılık nedeniyle yürürlükten kaldırılması çağrısında bulunuldu.
Hangi uluslararası sözleşmelere dikkat çekildi?
‘Uluslararası Politika Önerileri’ bölümünde de, Türkiye’nin çekince koyduğu uluslararası sözleşmeler ve maddeler sıralandı.
“Türkiye’nin insan haklarına dair yasal güvencelerin güçlendirilmesi açısından kısa vadede atması gereken bazı adımlar” olarak şu uluslararası sözleşmeler ve ek protokollerin metinlerin lafzına ve ruhuna aykırı çekinceler konulmadan bir an önce imzalanması ve/veya onaylanması çağrısı yapıldı:
• Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına Dair Çerçeve Sözleşme
• Avrupa Bölgesel ve Azınlık Diller Şartı
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılmamasını öngören 1 No’lu Ek Protokolü
Aynı zamanda, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi sözleşmelerine konulan çekincelerin de kaldırılması çağrısında bulunuldu. Bu sözleşmeler şöyle sıralandı:
• ‘Azınlıkların Korunması’ maddesine çekince konulan BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (MSHS)
• Eğitim özgürlüğüne ilişkin 13. maddesine çekince konulan BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (ESKHS)
• Anadil özgürlüğüne atıfta bulunan üç maddesine çekince konmuş BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHS)
• AİHS, 1 No’lu Ek Protokol; Madde 2
Baro aynı zamanda, “Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 1991 tarihli yasanın kapsamı dışında bırakılan bütün hükümleri imzalanıp onaylanmalıdır. Bu hükümleri iç hukukun parçası haline getirmek için gerekli anayasal ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır” çağrısında bulundu.