Burak İmrek
7 Haziran seçimleri AKP iktidarının ancak bir koalisyonla devam edebilmesine izin vermektedir. Her ne koşulda olursa olsun AKP’nin içerisinde olduğu bir koalisyon 13 yıllık iktidarın yarattığı yıkımın onarılmasında vakit kaybedilmesi ve Ortadoğu da ki savaş sürecinin devam etmesi anlamına gelir.
Olası bir AKP-MHP koalisyonu üzerinden ortaya çıkacak tablo, savaş olasılığına en yakın ortaklıktır. Çözüm sürecinde geçilen köşe taşlarının hiçbirisini sindiremeyen MHP, AKP ile gireceği koalisyonun en önemli tutkalını “Kürt karşıtlığı” üzerinden kuracaktır. Uluslararası siyasetin bir numaralı gündemi IŞİD’e karşı mücadele etmekken, Türkiye de iktidar, IŞİD’e karşı en önemli kazanımları sağlayan YPG/YPJ güçlerine karşı oluşursa ve kendi iktidarını korumak için her şeyi göze alan AKP öncülüğündeyse bu ittifak, hızla bölgesel bir savaşa sürükler. Muhtemelen TSK raporlu YPG,IŞİD’den daha kötü manşetleri bunun pazarlanma sürecinin bir parçasını oluşturmakta.
Buradaki durum IŞİD’in desteklenmesi şeklinde savaşa dahil olmanın ötesinde, TSK’nin de doğrudan bölgede yer almasını kapsamaktadır. Bu olasılık YPG’nin Kobane kazanımından itibaren hep hazırda bekletilmiş ve zaman zaman Recep Tayyip Erdoğan tarafından tampon bölge söylemiyle de dillendirilmişti.
Basına yansıyan görüşmelerde MHP tarafında koalisyon şartı olarak, çözüm sürecinde olası bir provokasyonun savaşa[1] çevrilmesi şartı konması boşuna değildir. Bu durum “Kürt Karşıtlığı”nın devletin meşru şiddet argümanına bağlanmasıdır ve AKP’nin de istediği tampon bölgenin gerekçelendirilmesine güç katacaktır.
MHP’nin AKP tercihi
Seçim öncesi yaratılan algıda MHP’nin AKP yerine CHP’yi seçeceği ve hatta AKP’yi geriletme cephesinde “önemli” bir nokta da durduğu ön plana çıkarılmıştı. Bugün gelinen noktada MHP kapitalist-emperyalist sistemin ona biçtiği tarihsel stepne olma misyonunu yerine getirmektedir.
Her ne kadar MHP, 7 Haziran öncesi Soma’yı, Ermeneği , 17 / 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını, kadın cinayetlerini hatırla diyerek seçim kampanyası yürütmüş olsa da bugün bunları kendisi görmezden gelerek veya hesap soruyormuş gibi yaparak AKP’ye yakınlaşma derdindedir.
Seçim beyannamesin de “MHP iktidarıyla; AKP’nin ülkemize kaybettirdiği zamanın, yaptığı tahribatın ve verdiği açığın bertaraf edilmesi sağlanacaktır” demesine rağmen AKP’nin “suç ortağı” olma derdine düşmüştür.
MHP geçmişinden bugüne kadar, Türkiye’deki kapitalist sistemin devamı için her türlü çabayla üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Bu yüzden geldiği nokta şaşırtıcı değildir, aksine seçim öncesi AKP yalnız bırakacağını düşünenlerin söylemleri biraz duygusal körlüktür. AKP iktidarına HDP destek verecek diyenler, gezi isyanı sırasında gördükleri birkaç kurt işaretini MHP’nin ana politik ekseni sananlar MHP’nin geçmişini unutmuş olanlardı. Bu unutkanlık, Türkiye restorasyonun da MHP’ye bile görev çıkarıyordu (MHP dahi seçim beyannamesinde bunu görev edindiğini yazıyordu).
MHP organlarının çoğunluk bileşimi Türkiye küçük burjuvalarından oluşmakta, bu küçük patronlar yıllardır partilerini desteklerken çoğu zaman AKP’nin devlet eliyle ve yerel dernek/vakıf türevi bütçe dağıtma araçlarından mahrum bırakıldı. 13 yıllık iktidar AKP’li patronları büyütürken MHP’liler aynı oranda büyüyemedi. Şimdi ele geçen fırsat kaçırılmayacak kadar değerli ve riskli. MHP dağıtılan pastaya pay ortağı olurken aynı zamanda AKP iktidarının da “suç” ortağı olmaktadır.
MHP bu durumu kontrol altında tutabileceğini düşündüğü kritik birkaç bakanlıkla kendisini “suç ortaklığından” azade tutabilmenin hesabını yapmaktadır. Ancak karşısında 13 yıllık iktidar deneyimi ve devlet kapasitesinde işleyebilen bir parti vardır ve bu durumu hızla fırsata çevirip MHP tabanındaki milliyetçi fırsatçılara kapılarını açık tutacaktır.
Tabanına verdiği vaatler ise; dört eski bakanı yüce divana gönderebilmekle sınırlı kalacaktır. Bu durum AKP etrafındakilerin ve Erdoğan’ın, yolsuzluk soruşturmalarından etkilenmemesi adına, ödemek zorunda olduğu bir diyet olarak AKP tarafından çok önceleri kabullenilmiştir. Dört eski bakan ne kadar şeffaf bir soruşturmaya tabi olacağı şaibeli bir şekilde yüce divana giderken yolsuzluk soruşturması da tamamlanmış olacak.
MHP, HDP’yi bahane ederek AKP’yi seçmiştir. Buna zorunlu kalmamış isteyerek iktidara yönelmiştir. TÜSİAD gibi kurumlar her ne kadar AKP-CHP iktidarını desteklediklerini açıklasalar da böylesi bir koalisyona ses çıkarmayıp kendilerini en faydalı noktada tutacaklardır.
Hükümet kurulduktan Sonraki Süreç
Hangi hükümet kurulursa kurulsun, hızla zorlu bir döneme hatta krizlere doğru yol alacağız. Her kriz kendi içerisinde çözümlere gebe yaşanır ve ait olduğu kelime kökeni gibi bir karar verme dönemidir.
Kurulacak hükümetin en büyük siyasal sorunu iktidarın ve yarattığı olanakların paylaşılması sorunu olacaktır. Bu, her koalisyonun yaşayacağı bir sorundur, ancak kendi içerisinde dışarıya çok fazla yansımadan da belirli protokollerle bu sorunlar aşılabilinir.
İkinci sorun aslen hala devam etmekte olan Suriye’deki savaş ve savaşın yansımalarıdır. Türkiye dünyanın en büyük mülteci/sığınmacı alan ülkelerden birisidir bugün, bu durum bölgeye yakın yerleşimlerde günlük hayat içerisinde de çok açık şekilde gözlemlenebilen bir durumdur. Suriye deki savaşın konumu aynı zamanda Türkiye’deki mültecilerin geleceği ve sayısının belirleyenidir. Aslen IŞİD ilerledikçe halkların kaybedeceği bir denklemde, en büyük oran mültecilere/sığınmacılara, kadınlara ve çocuklara aittir.
Artık daha fazla mülteci/sığınmacı istemeyen AKP’ye, MHP’de destek verecektir. Bu durum hem uluslar arası hem de Türkiye içerisinde, iktidara karşı bir yönelim yaratacaktır. Normal bir hükümet IŞİD’e karşı tavır alarak savaşın yarattığı yıkımın sorumluğundan kaçarak uluslar arası güçleri de arkasına almayı tercih edebilecekken olası bir savaş hükümeti bu sorunlara askeri çözümler üretmeyi deneyecektir. Bu koşulda da genişletilmiş tampon bölge gibi kavramları duymaya başlayabiliriz.
Üçüncü sorun, duran çözüm sürecinin akıbeti sorunudur. Bu konuda şüphesiz top, kurulacak hükümettedir. Öcalan’ın tecriti devam ederken herhangi bir sürecin yürümeyeceği açıktır. Olurda bir şekilde süreçten vazgeçmeyeceğini söyleyen AKP bu süreci yürütmek isterse nasıl bir yol izleyeceği konusu kafalarda soru işareti olarak hala durmaktadır. AKP-MHP koalisyonunun sürece devam etmeyeceği daha güçlü bir olasılık olarak durmaktadır. Ancak bugün gelinen noktada tarihin en meşru gerilla hareketlerinden birisi olan PKK’ye karşı nasıl bir yönelim sergileyeceği ve bunun sonucunda gireceği batalıktan nasıl çıkacağı da ayrı bir sorun olarak AKP-MHP koalisyonunu beklemektedir.
Dördüncü sorun aslında başlı başına bir kriz sayılabilecek Türkiye ve dünya ekonomisinin durumuyla ilgilidir. Tüm dünya Amerikan Merkez Bankası (FED) toplantılarının sonuçlarını dinlerken, bu seferde faizleri arttırmadılar diye sevinmekte. Ancak bu durum çok da uzamayacaktır, FED ilk ağızdan mutlaka faizleri artıracağını sadece doğru zamanı beklediklerini hali hazırda söylemektedir. Bunun Türkçesi özellikle gelişmekte olan piyasalardan doların hızla çekileceğidir. Tahmini yaz sonu böylesi bir tablonun ihtimali yüksektir, oluşacak koalisyon yaşanacak ekonomik krizin de sorumluluğunu üstlenecektir.
“Biz”lere Düşen Görev
Yukarıda anlatılanlar ışığında olası bir AKP-MHP iktidarının muhalefeti nasıl şekillenmelidir. Nasıl bir muhalefet hem savaş koalisyonlarına karşı hem de yaşanacak krizlerden Türkiye halkları ve emekçilerinin kurtuluşuna yönelik kararlar verebilir. Seçim sonucu kazanılan başarının zafere dönüştürülmesi için atılması gereken adımlar iyi hesaplanıp atılmazsa başarı durumu ortadan kalkarak başladığımız noktanın çok daha gerisine düşme ihtimaliyle yüz yüze kalırız.
Öncelikle karşısında mücadele edilmesi gereken şeyin adını doğru koyalım savaş koalisyonu olarak nitelendirdiğimiz AKP-MHP ittifakı aslen yekpare bir faşizmdir. Bu yüzden faşizme karşı mücadelenin dönem koşullarına uygun halde en hızlı şekilde örülmesi gerekir.
HDP’nin yarattığı barış umudunu genişleterek Savaş Koalisyonun amacına ulaşmasını engellenebilir. Bunun yegane yolu seçim ortamında HDP etrafın toparlanan gerek stratejik gerek ilkesel tüm insanların, içerisinde yer alabileceği bir barış cephesinin kurulmasıdır. Barış cephesinin bileşimi mümkün olduğunca geniş ve ilkeleri sade herkes tarafından kabul edilebilecek ve belki de tek amacı olması muhtemel bir savaşın önüne geçmek olacaktır.
Bu cephenin kurulabilmesi için öncelikle HDP’ye yakın sosyalist tüm insanlarla oturup konuşmanın yollarlını bulmalıdır. Nasıl bir iktidar bir savaş koalisyonu için görüşmeler yapıyorsa HDP kendisine ana muhalefet misyonu biçerek CHP dahil tüm iktidar dışı ve savaş karşıtı herkesle görüşmelidir.
Barış cephesi sadece Meclis içerisinde yürütülecek muhalefetle yetinmeyecektir. Gezi bileşimi tam olarak bu cepheye yansımalı ve geziyi aşacak ilkesel ve örgütlü bir muhtevaya sahip olmalıdır. Bu bileşim kuşkusuz MHP içerisinde AKP’ye karşı konumlanan unsurları da içermektedir. Bu konuda yapılacak propaganda çok daha önemli bir hal almaktadır.
Bugün Rojava’nın kazanımlarını korumak istiyorsak, Kürt sorununda demokratik bir çözüm istiyorsak, ülkenin demokratik bir restorasyonu zorunlu ise tek yolumuz Barış’ın savaş karşısında galip gelmesidir. Savaş koalisyonuna karşı barış cephesine !
[1] “Çözüm Süreci’ne ‘Demokratikleşme’ denecek. Çatışmasız ortamın devamı için adımlar sürecek. Terör başlarsa kararlılıkla üstüne gidilecek.” http://siyasihaber.org/savas-hukumeti-kuruluyor-akp-mhp-anlasti