Haluk Ağabeyoğlu’nu 12 Eylül döneminde, Cüneyt Köseler’in evinde kaldığı zaman tanımıştım. Karanlık, kapkaranlık bir Ankara kışıydı. Aranıyordu, pek çok insan gibi onun da başı dertteydi. Ama o umutsuz ve çıkışsız şehrin en kara günlerinde tanıdığım Haluk Ağabeyoğlu sürekli gülümseyen birisiydi. Onu ilk tanıdığımda “galiba” demiştim, “bu çocuk biraz saf.” Bir süre sonra hiç öyle olmadığını, tersine çok uyanık biri olduğunu, o gülümsemenin kendisinin engelleyemediği biçimde içinden yükseldiğini anladım.
Etrafındaki hemen herkes ona okula gitmemesini, kapıda alacaklarını söylüyordu. Haluk ise öğrencisi olduğu ODTÜ’de derslere ısrarla devam etti ve tabii bir gün alındı. Şimdi düşündüğüm zaman, bu akıl dışı gibi görünen davranışın, tüm bağları kopmuş, yalnız kalmış Haluk için bir çıkış yolu olduğunu, bu işin bir an önce bitmesini istediğini anlıyorum. Bu insanı şiddetin ve baskının ne olduğu üzerine düşündürüyor, çünkü bu deneyim (aranmak, saklanmak, yakalanmak…) Haluk gibi binlerce insanın ortak deneyimiydi, binlerce yalnız insanın.
Haluk içeriden de aynı gülümsemeyle çıktı. Sanki çevresinde tüm çiçekler açmış, hep neşeli bir bahar havası varmış, o da dostların arasında iyi vakit geçirmiş gibi. Dünyaya sürekli gülümsemeyle bakan bu bakışın ardında o bakıştan asla beklenmeyecek, kırılması neredeyse imkansız, sessiz ama olağanüstü güçlü bir irade, bir inat vardı: Adaletsizliğe karşı duyulan inanılmaz bir öfke, infial. Öyle ki, bu öfkeye ilk kez tanık olduğunuz zaman “aman allahım” derdiniz, “nasıl çıktı bu adamdan bu öfke?” Haluk hiçbir zaman “lider” olmadı. Onu lider yapamazdınız, böyle bir konum hiç ona göre değildi. Ama her yerdeydi, nasıl yapar nasıl eder, mutlaka olunması gereken yerde olurdu! Cumartesi Anneleri toplanır, Haluk oradaydı. Gezi Parkı’nda protesto var, Haluk oradaydı. ODTÜ direnişte, Haluk oradaydı. Soma’da işçiler greve gider, Haluk oradaydı.
Kamuoyu, Haluk Ağabeyoğlu’nu sanırım ilk kez, İstanbul’da Tansu Çiller’in yolunu keserek ondan hayat pahalılığının hesabını sorduğu zaman tanıdı. Gazetelerde bunu okuduğumda kahkahayı patlatmıştım. “İşte” demiştim, “bizim Haluk!” Ortalama bir sosyalist örgütçü için böyle kendiliğinden ve bireysel bir hareket eleştiri konusudur. Çünkü eğer böyle bir eylem yapılmaya karar verildiyse, planlı bir biçimde bir hesap sorma sahnesi organize edilir, bireysel girişimler kabul edilmez vb. Halbuki Haluk için hayat pahalılığından dolayı başbakandan hesap sormak, yemek, içmek, öksürmek veya kızmak gibi gündelik bir şeydi. Hesap sorulmalıydı, bu hesap yanlıştı, hesap yeniden yapılmalıydı! Bu zorunluluk ve ivedilik duygusu Haluk’un damarlarında akıyordu. Ama yanlış anlaşılmak istemem: Haluk asla örgütsüz olmaya inanan biri değildi, o hep örgütlüydü, hatta kendiliğinden örgütlüydü. Tanıdığım kadarıyla Haluk asla saldırgan biri olmadı, o sadece konuşurdu. Bilgiç değildi, ama onun için söz sakınılmamalıydı, söylenmeliydi, adaletsizlik ve baskı karşısında sessizlik kabul edilemezdi, o kadar. Bir kez daha gazetelere başlık olduğunda, Ermeni sorunu üzerine bir konferansta gerçekleri çarpıttığını düşündüğü bir konuşmacının sözünü kesmişti, ama başka bir şey söylemek için.
Haluk Ağabeyoğlu ile 12 Eylül döneminin o karanlık günlerinden sonra bir kaç kez daha değişik gösterilerde ve toplantılarda karşılaştık. Yıllar sonra ilk kez, ODTÜ ÖTK anma toplantısında karşılaşmıştık, ben başka bir arkadaşa birilerinden şikayet ederken her zamanki gülümsemesi yüzünde beni dinlemişti (şikayet ettiğini pek duymadım, o karşı çıkardı, eleştirirdi). Son kez de Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda anti-kapitalist Müslümanlarla “Güneşin Sofrasında” hep birlikte oruç açılan bir gün gördüm onu. Sahneye davet edilmiş, kısa, güzel bir konuşma yapmıştı.
Haluk Ağabeyoğlu hiçbir zaman samimi bir dostum olmadı; birbirimizi tanıdık, bildik, birbirimize saygı duyduk. Bu nedenle, yani görece uzaktan yazdığım, onu yakından tanımadığım için belki biraz idealize etmişimdir. Elbette kimse kusursuz değildir. Ama bu yazıyı yazmamın nedeni, Haluk Ağabeyoğlu’nun, tanıdığım kadarıyla, sosyalist öznelliği bilincin kendine aşırı güveninden kurtaran, yaşamı hep gülümsemeyle karşılayan ama adaletsizliğe duyulan öfkeyi, infiali bedeninde taşıyan özgün kişiliği oldu. Hepimizin içinde birer Haluk Ağabeyoğlu olsun.