tüik verilerine göre, 2008 ile 2016 yılları arasında türkiye’de tam 104 bin 531 çocuk kaybolmuş.[1] 2016’dan sonra kaybolanların sayısını bilemiyoruz çünkü tüik, verileri açıklamayı bırakmış. bunu “iktidara” ya da türkiye’ye mahsus bir durum sanmayın, avrupa birliği ülkelerinde her yıl 250 bin, dünya genelinde 3 milyon çocuk kayboluyor; çoğunun ardında hiçbir iz kalmıyor, adeta sır oluyorlar. yine de, sekiz yaşındaki narin güran’ın yirmi hanelik bir köyün sınırları içinde kaybolması akıl alır şey değil. şüphelilerin tamamının aile bireyleri olması, daha önce ablasının ölmüş olması da.
bu çaresizliği, bu korumasızlığı yasaların ve toplumun dikkate alması için korkunç suçlar işlenmesi mi gerekiyor illa? kendisinden boşanmak isteyen annelerini cezalandırmak için üç kızını öldüren vesih şimşek’inki gibi mesela? doğum gününe gitmek istedi diye, 18 yaşındaki kızı eylem sevilen’i, boğarak öldüren murat sevilen’inki gibi ya da?
ayrılmak istemeyen koca, sevgili, flört, nişanlı şiddeti, otuz yıllık bir mücadelenin ardından meşruiyetini kaybetti, nihayet! ama baba şiddeti, baba hiddeti, baba otoritesi yerini koruyor!
evet, bütün babalar vesih şimşek gibi değil. ama çocuklarının ne hissedeceğini düşünmeden annelerini ve onları döven baba çok. bütün babalar murat sevilen gibi, kızlarını doğum gününe gitme tartışmasında boğup öldürmüyor. ama kızının nereye gittiğine karışmayan, genç kızlığını ona dar etmeyen baba o kadar az ki!
şunu hatırlatayım. patriyarkal aile, sadece kadınların değil, çocukların da bazen emeklerine, sık sık da hayatlarına el koyulan bir kurum. nice kadın bütün ev halkının bakımını boğaz tokluğuna üstleniyor, nice çocuk ve kadın aile işletmelerinde, bakkalda, tarlada, bağda, bahçede ücretsiz çalışıyor. çocukların ve gençlerin nasıl yaşayacaklarına aileleri karar veriyor. aile içi çocuk istismarı, her cinsiyetten çocuğun başına geliyor ve maalesef münferit değil. ama kız çocuklarının ve genç kızların daha ağır bir denetim ve baskı altında olduğuna şüphe yok. bu arada, annelerin baba otoritesinin vekili gibi davranması, o olmasa bile, çocuklarına baskı yapması da patriyarkanın parçası.
ailenin gerçekliği, babalar günü’nde, anneler günü’nde karşımıza çıkan duygusal paylaşımlarda değil, haber sayfalarında ortaya çıkıyor. ama hepsi bu değil.
aile aynı zamanda, herkesin kendi ailesinden olanları -haksız bile olsalar- koruması gerektiği fikrinin yeşerdiği yer. böylece herkes sadece kendi kanından olanları kolluyor, herkes diğer ailelerden olanlar için tehlike arz ediyor. kendi kız kardeşini, içinde “namus” geçen cümlelerle bunaltan kronik tacizciler gibi mesela. tek dayanışma birimi olarak aile, toplumsal dayanışma fikrinin önündeki engellerden biri aynı zamanda… bugün, vahşi sömürü koşullarında bu kadar çok savunulmasının bir sebebi de bu. ailenize sarılın, onları koruyup kollayın. sınıf kardeşlerinizle kıyasıya rekabetten kaçınmayın ve tabii gelecek günler için işsizler ordusu yetiştirin, diye bütün bunlar.
tansiyonunun yükselme hakkı yok!
madem baskı evde başlıyor, isyan da evde başlar. baba sözünden, anne sözünden çıkmayan koca sözüne, patron emrine itiraz edebilir mi?
yoksulluk, dar gelirler, kadınları hem evliliğe hem de aileye mahkum ediyor. ama baskıya hiçbir türden baskıya mahkum değiliz. yazıyı, birkaç yıl önce https://yalnizyurumeyeceksin.com/ sitesinde okuduğum bir tanıklıkla bitirmek istiyorum. örtünen genç bir kadın anne babasına başını açmak istediğini anlatmış. anne babası fenalaşmış, genç kadın, “sizin tansiyonunuzun, şekerinizin çıkmaya hakkı yok!” diye cevap vermiş! sadece şiddete değil, duygusal yönlendirmelere de boyun eğmemeli. Ailenin azap çektirme hakkı yok.
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/tuik-verilerine-gore-8-yilda-104-bin-531-cocuk-kayboldu-haber-1694083
Ana Fotoğraf: Zafer Gazetesi