Dizi dizi traktörler yollarda! Onlar domatesin, buğdayın, ayçiçeğinin, kaysının, fındığın, fıstığın isyanını resmediyorlar. Tarlada kalan kavunun, karpuzun isyanını… Konya’da bir çiftçi, tonlarca malına el koyan belediyenin önünde kavunları yere atarak parçalıyor. Bir başka çiftçi, kamyon kasasındaki tonlarca domatesi yollara saçıyor. Malatya’da kayısı mitinginde, kasa kasa kayısı yerlere dökülüyor. Çünkü bu fiyattan satmak, nakliye masrafını dahi karşılamıyor!
Yollara dizilen traktörlerin marka ve modellerine baktığımızda, orta ve zengin köylülüğün dahi ciddi ekonomik sıkıntı içinde olduğunu görebiliyoruz (Dr. Fatih Özden, BirGün, 24.8.2024). Çiftçiler haykırıyor: Bu fiyatlara üretmektense, hiç üretmemek daha iyi!
İktidar ise yanıtını bir gece yarısı Resmi Gazete’den veriyor: Toprağını ekmeyenin elinden alıp başkasına kiralarım! (“İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine Yönelik Yönetmelik”, Resmi Gazete, 22.8.2024) AKP iktidarı, küçük, orta hatta zengin köylülüğü tehdit ediyor. Zararına dahi olsa, toprağınızı ekeceksiniz! Ya kırk katır ya kırk satır!..
Çiftçi protestoları – eğer yanlışım yoksa – ilk olarak buğday mevsiminde Sivas’ta başlamıştı. Ancak Bursa – Karacabey’de domates üreticilerinin traktörlü eylemiyle yeni bir düzeye sıçradı. Ardından Eskişehir, Yozgat, Konya, Maraş, Antep, Bilecik, Balıkesir, İzmir, Aksaray gibi birçok kentte çiftçiler mahsullerini yola dökerek, traktörlerle yolları keserek eylemler gerçekleştirdiler.
Kısacası, “Çiftçi Partisi” kendisini eylemiyle ortaya koydu. Burjuva siyasetinin, sınıfları dikey kesen milliyet – dindarlık – yörecilik vb. ayrımları geçersizleşti. Sınıflara dayanan yeni tipte siyasal saflaşmalar ortaya çıktı. Siyaseti sandıktan ve burjuva partilerine oy vermekten ibaret kılmaya yönelik hâkim siyaset çerçevesi çatırdadı.
Benzer bir gelişmeyi işçi sınıfı içerisinde de görmekteyiz. Türk-İş, Hak-İş gibi sarı sendikalar, tabandan gelen yüksek basınçtan ötürü, harekete geçmek zorunda kalıyor. Hak-İş, Kayseri’de “ücretlerin yükseltilmesi” talebiyle miting yapıyor! Türk-İş “Büyük Ankara Mitingi”ne hazırlanıyor.
Siyasi parti aidiyetlerinden bağımsız olarak işçiler hak aramak için kıpırdanıyor. Bunu teşvik eden başlıca etken ise asgari ücrete ara zam yapılmaması; dahası Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın Londra’da mali sermayeye, yılbaşı asgari ücrete %15-20 zam yapılacağı sözünü vermesi. Yani ücretlerin enflasyona ezdirilmesi.
İzlenen ekonomik program, arz-yönlü (yani girdi maliyetlerinden kaynaklanan) bir enflasyonu, talebi kısarak düşüreceğini iddia ediyor. Erdoğan, bir yandan bu programı uygulayarak Merkez Bankası’na döviz stoklarken, diğer yandan ise yükselen sınıfsal tepkileri Mehmet Şimşek’e yöneltiyor. Bazı sol, sosyalist yayın organları da, “Şimşek Programı” ifadesi ile bu yanılsamaya (istemeden de olsa) katkıda bulunuyor.
Uygulanan programın temeli, bizzat Erdoğan’ın ilan ettiği “Orta Vadeli Programa (OVP)” dayanıyor. Dahası, bu ülkenin gelir getiren tüm KİT’leri zaten (hazineye değil) Varlık Fonu’na bağlıdır -ve bu anonim şirketin de başkanı Erdoğan’dır.
Örneğin bir kararname ile ülkenin en büyük altın şirketi olan Koza Altın, Hazine’den alınarak Varlık Fonu’na bağlandı! Tüm kamu banklarının, PTT’nin, BOTAŞ’ın vb. başında Erdoğan varken, Mehmet Şimşek’in gerçekten Hazine ve Maliye Bakanı olup olmadığı bile tartışmalıdır.
Oysa, anlaşılan o ki, ülkeyi ekonomik krize götüren bu programın doğurduğu tüm tepkileri “günah keçisi” ilan edilecek Mehmet Şimşek’in sırtına yıkan Erdoğan, bu işten de ellerini yıkayarak çıkmaya çalışacak: “Bilmiyordum” derse şaşırmayın!
Çiftçilerin mahsullerini yollara dökmesi, üretilenlerin satılamadığı bir noktaya (yani fazla üretim krizine) doğru gidildiğinin açık bir işaretidir. Türkiye, 2001 krizi tipinde bir fazla-üretim krizinin eşiğindedir. Bunu koşullayan başlıca etken ise, tüketici fiyatlarının yükselişi sürerken, işçi ücretlerinin ve çiftçilerin mahsul fiyatlarının zorla aşağıya doğru bastırılmasıdır: Kısacası;
Pazarda fiyatlar yükselirken, alım gücünün ezilmesidir. Üretilenlerin satılmamasının sebebi ihtiyaç olmaması değil, toplumun alım gücünün bulunmamasıdır.