Bu yanılsama, Kıbrıs halkının zararına olan uzlaşma ve anlaşmaları “haklı çıkarmak” için ne kadar sürdürülürse sürdürülsün, Kıbrıs sorunu zor bir sorun değildir.
Bu bir istila ve işgal meselesidir ve eğer işgalci Türk ordusu, gelişen sömürgecilik ve bu toprakların güçlüleri tarafından ısrarla sürdürülen vesayet girişimi olmasaydı, bir günde çözülebilirdi. Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler, Erdoğan veya Tatar olmadan, BM’nin ve uluslararası toplumun diğer “oyuncularının” öğütleri olmadan, herkesin kendi yerinde veya istediği yerde yaşayacağı ve gerçek bağımsızlık koşullarını yaratacak tek bir demokrasi üzerinde anlaşabiliriz. Kıbrıs’ın hiç deneyimlemediği işte bu koşullardır.
Bu, 20 Temmuz 1974’teki Türk işgalinden elli yıl sonra büyük bir itirazdır. Türkiye ve işgalci rejim herhangi bir çözümden sonra ordunun tamamen geri çekilmesini tartışmayı reddettiği için Kıbrıslı Rum ya da Kıbrıslı Türk olsun, halkımızın büyük bir bölümü Kıbrıs sorununun “selamete erdirilmesi” gerektiği söylemine inanmış. Aslında hem işgalci lider hem de Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin kuzeydeki varlığını sürdüreceği ve güneyde meydana gelen her şeyde söz sahibi olacağı ikili bir çözümü tartışmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Yunanistan tarafından güçlü bir şekilde desteklenen ve halkımızın hiçbir zaman kabul etmediği Türk tarzı bir çözüm.
Türk işgalinden elli yıl sonra, Türkiye’nin işgal altındaki Kıbrıs’a kendi gündemini dayatması ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin siyasi liderlerinin Avrupa tarzı bir apartheid üzerinde anlaşmak umuduyla müzakerelerin yeniden başlaması için yalvarmasıyla her şey fiili bir bölünmeye doğru ilerliyor.
Gerçekte, işgal altındaki topraklardaki normu belirleyen şey sömürgecilik, Kıbrıslı Rumların mülklerinin durmaksızın alınıp satılması ve yağmalanmasıdır. Elbette bir oldubitti yaratmak ve gelecekteki herhangi bir müzakerenin parçası bile olamayacak kaotik bir durum oluşturmak içindir bu. Amerikan şirketleri, İsrailli, İranlı ve Rus işadamları, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin sahada ne olacağı konusunda hiçbir söz hakkı kalmasın diye Türkiye’nin kışkırtmasıyla mülklere el koymaktadır.
Ne yazık ki, elli yıllık etnik temizlik, kültürel soykırım, İslamlaştırma ve kolonizasyon, işgal altındaki topraklarda devam eden suçlardır ve Türk işgalinin kendi kurtuluşları için olmadığını anlayan Kıbrıslı Türkler için dayanılmaz yaşam koşulları yaratmaktadır. Yarım yüzyıl sonra Kıbrıs halkı, insan haklarının ya da BM Şartı’nda veya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2004’ten bu yana üyesi olduğu Avrupa Birliği’nde belirtilen temel özgürlüklerin tam olarak tanınmasından yararlanamamaktadır.
Ancak bu elli yılın temel sorunu, Kıbrıs’ın siyasi liderliklerinin bir kurtuluş vizyonu yaratmaya istekli olmamaları veya iki bölgeli iki toplumlu bir federasyon ya da iki devlet yoluyla ayrılma yolunu tamamen kabul etmiş olmalarıdır.
Bu nedenle geç kalmış olsak bile direnmemiz gerekiyor. Tüm Kıbrıs’ın vatandaşları olarak, Türk işgalinin tamamen sona ermesi için mücadele etmeli ve iki bölgeli bir ayrılık ve örtülü bir bölünme dayatmasına karşı olduğumuzu bir kez daha ve daha açık bir şekilde ifade etmeliyiz.
Tüm mültecilerin evlerine dönmesine dayalı tek bir demokrasinin temellerini atacak bir vizyon, devrimci bir konsept yaratmalıyız. Siyasi liderlerimizin yanı sıra AB, NATO ve BM’den, sadece işgali, emperyalizmi, sömürgeleştirmeyi ve gaspı meşrulaştıracak olan bölünme ve iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümüne ilişkin her türlü tartışmaya son vermeleri için mücadele etmeliyiz.
Özgürlük, haysiyet, eşitlik ve demokrasi için taviz vermeyecek ve sonuna kadar devam edecek yeni bir işgal karşıtı mücadele başlatmak için ada halkının kimliklerine tam saygı göstererek ortak bir yol bulmanın zamanı gelmiştir. Faşist Türkiye ve ordusundan kurtulmuş özgür bir Kıbrıs inşa etmek için devrimci bir kolektif bilinç yaratmamız halkımızda ne pahasına olursa olsun bölünme fikirlerine yer kalmaması içindir. Şimdi değilse ne zaman? Biz değilsek kim?