Flaman cumhuriyetçisi Bart De Wever’in Kral’a hizmet arz edişi karşısında Belçika’da cumhuriyetçi mücadelenin geçmişine ilişkin anımsatmalar…
Tam altı hükümetli Belçika’da son yasama ve bölge seçimlerinin ve de aynı gün yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları alınalı 43 gün geçti… Valonya Bölgesi, Valonya-Brüksel Federasyonu ve Almanca Konuşanlar Topluğu hükümetleri seçimlerde çoğunluğu elde eden orta sağ partiler tarafından oldukça kolay kurulabildiyse de, Federal Hükümet, Flandre Hükümeti ve Brüksel Bölge Hükümeti için pazarlıklar devam ediyor.
Bu nedenledir ki, 21 Temmuz’a denk gelen Belçika Ulusal Bayramı’nın dünkü kutlamalarında bu üç hükümet yeni başbakanlar tarafından değil, “idarei maslahat” konumunda bulunan eski başbakanlar tarafından temsil edildi.
Öyle görünüyor ki, yıllardır Sosyalist Parti ile Yeşiller’in yönetimi altında bulunan Brüksel Bölgesi’nde yeni hükümetin kurulması kolay olmayacak… Bu iki parti ile birlikte başkentin yerel partisi Défi de büyük oy kaybına uğradığından, Brüksel’de hükümet kurma şansı Valon bölgesinde tek başlarına ikili koalisyon hükümeti kurmuş olan liberal parti MR ile hristiyan gelenekten Les Engagés’nin eline geçmiş bulunuyor. Ancak onların toplam milletvekili sayısı çoğunluğu sağlamalarına yetmediği ve radikal sol Belçika İşçi Partisi (PTB) ile de anlaşamayacaklarını bildikleri için, ister istemez, bazı ödünler vererek Sosyalist Parti’yi de koalisyona dahil etmeleri gerekiyor.
Seçim yenilgisinin hırçınlığı içindeki Sosyalist Parti ise, bunun acısını önümüzdeki 13 Ekim’de yapılacak belediye seçimlerinde çıkartmaya karar verdiği için, en azından o seçim sonrasına kadar geçecek üç ay zarfında iki sağ partiye kök söktürmek için koalisyon pazarlıklarını sürüncemede bırakacağa benziyor. Ayrıca, radikal sol PTB Brüksel bölgesinde oy sayısını büyük ölçüde artırmış olduğu için, Sosyalist Parti’nin, iki sağ partiyle birlikte iktidar ortağı olarak önümüzdeki dönemde sol oyları daha fazla yitirme riskini göze almakta da zorlandığı anlaşılıyor.
Son seçimlerin Belçika’nın siyasal geleceği açısından getirdiği en önemli gelişme ise, hiç kuşkusuz, 11,7 Milyon nüfuslu federal devlette Valonya’nın 3,7 Milyon, Brüksel’in 1,3 Milyon nüfusuna karşı tek başına 6,8 Milyon nüfusa sahip bulunan Flandre bölgesinin hem kendi öz yönetimi, hem de Belçika’nın genel yönetimi açısından kuracağı hükümetlerin kompozisyonu ve programı olacak…
Tüm tahminlerin hilafına, hem Federal Meclis, hem de Flaman Topluluğu Meclisi seçimlerinde, aşırı sağcı Flaman Çıkarı (VB) de dahil, tüm partilerden daha yüksek oy alan milliyetçi Yeni Flaman İttifakı (N-VA), hem Flaman Topluluğu Hükümeti’ni, hem de Belçika Federal Hükümeti’ni kurma hakkını elde etmiş bulunuyor.
Kurulduğu tarihten beri yirmi yıldır Flaman Topluluğu’nun tüm koalisyon hükümetlerinde yer almış, hattâ Flaman başbakanlığını üstlenmiş bulunan N-VA’nın bu kez de, ülkenin kuzeyini bildiği gibi yönetmeye devam etmesi hiç şaşırtıcı değil…
Ancak, aynı partinin bu kez Belçika Federal Hükümeti’nin de en güçlü ortağı olması, kraliyetin varlığına karşı olduğunu defalarca vurgulayarak “cumhuriyet” türü bir rejime geçilmesini isteyen parti lideri Bart De Wevers’in Kral Philippe tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilmesi, Belçika siyasal tarihinin önemli dönüm noktalarından birini oluşturuyor.
De Wever ve partisi, Belçika’nın Kraliyet çatısı altında federatif bir devlet olmasına hep karşı çıka gelmişler, konfederal bir yapıya geçilerek nüfus çoğunluğuna sahip Flandre bölgesinin siyasal ve ekonomik planlarda bağımsız bir yapıya kavuşması mücadelesi vermişlerdir. N-VA Tüzüğü’nün “Flandre’ın tam bağımsız bir devlet olmasını” isteyen birinci maddesinde de hiçbir değişiklik olmamıştır.
Ama görünüş odur ki, seçim sonuçları başka bir alternatif aramaya olanak sağlamadığından, hem Kral Philippe, hem de N-VA lideri De Wever, geçmişte söylenenleri nisyana gömerek “Kraliyet hükümetinin kraliyet karşıtı bir politikacı” tarafından yönetilmesi için uzlaşmışlardır.
Esasen, gerek N-VA’nın, gerekse onun Flaman bölgesindeki en büyük rakibi aşırı milliyetçi Flaman Çıkarı (VB)’nin, Belçika’nın bugünkü statüsü konusunda tavırları ne olursa olsun, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin ve NATO İttifakı’nın merkezlerini olduğu gibi, çok sayıda uluslararası tekelin ve siyasal kurumun Avrupa temsilciliklerini barındıran Belçika’da kraliyet rejimine son vererek “cumhuriyet” benzeri bir konfederal yapı oluşturmaları pek mümkün de görünmüyor.
“Cumhuriyetçi” Bart De Wever’in federal başbakanlığı üstlenmesi, partisi N-VA’nın sadece ülkenin en büyük kesimi olan Flandre’ın değil, tüm Belçika’nın federal hükümetini de yönetecek olması, Belçika Kraliyeti’nin sonunu yaklaştırır mı?
Ipsos Belgium’un La Libre Belgique Gazetesi’nde yayımlanan kamuoyu yoklaması sonuçlarına bakılırsa, Belçikalıların çoğunluğu kraliyetin devamından yana olduğu gibi, mevcut kral Philippe’in en azından on yıl daha tahtta kalmasını, onun ancak 74 yaşında çekilmesinden sonra o tarihte 32 yaşını bulacak olan Prenses Elisabeth’in tahta çıkmasını istiyor.
CUMHURİYETÇİ ARAYIŞLAR TARİHİNİN KARANLIK SAYFALARI
Daha önce de yazmıştım… Anımsatmakta yarar var… Belçika’nın tarihinin “cumhuriyetçi” arayışlar ve mücadelelerle ilgili sayfaları son derece acılıdır.
19. yüzyılın ilk yarısındaki Napolyon savaşlarının ertesinde süper güçlerin aralarında bir tampon bölge oluşturmak üzere suni olarak kurdukları ve başına da Cermen kökenli Saxe-Coburg ve Gotha Hanedanı’ndan işsiz güçsüz bir asilzadeyi kral olarak oturttukları Belçika devletinde iki yüzyıldır zaman zaman kraliyete son verip de yerine cumhuriyet rejimi kurulmasını isteyen hareketlilikler olmuştur.
Örneğin Avrupa’yı sarsan 1848 devrimleri sırasında Kraliyet’e karşı olan cumhuriyetçi Belçikalıların Fransa’daki cumhuriyetçilerden de destek alarak monarşiyi yıkıp“kızıl cumhuriyet” kurmak için örgütlenip silahlandıkları, cumhuriyetçi marşlar söylenen toplantılar organize ettikleri, ancak iki yıla yakın süren mücadeleden sonra 1850’de tamamen yenik düşerek Belçika siyaset sahnesinden silindikleri biliniyor.
Siyasal ve kültürel bakımdan Fransa’nın etkisine açık olan Valonya bölgesinde 20. yüzyılda Kraliyet’ten bağımsız “Valon Cumhuriyeti” oluşturmayı amaçlayan bir hareket doğmuş, Julien Lahaut’nun liderliğindeki Belçika Komünist Partisi (PCB) bir adım daha ileri giderek tüm Belçika’yı kapsayacak sosyal bir cumhuriyet istemini ülke siyasetinin gündemine sokmuştu.
2. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda özellikle ABD emperyalizminin ideolojik, politik, ekonomik ve askeri dayatmaları sonucu, ne denli unutturulmaya çalışılırsa çalışılsın, Belçika’nın tarihine altın harflerle yazılmış sayfalardan biri, hiç kuşku yok ki, işgal altında Belçika komünistlerinin Nazi’lere karşı verdikleri kahramanca direniş mücadelesidir…
İşgal sona erip de Belçika’da yeniden hükümet kurulduğunda Belçika Komünist Partisi (PCB) de haklı olarak koalisyon hükümetinde yer almış, önemli bakanlıkları üstlenmişti.
Gerek savaş öncesi sınıfsal kavgaların, gerek savaş sırasındaki direnişin, gerekse savaş bittikten sonra Belçika’nın gerçekten demokratik bir cumhuriyete dönüşmesini sağlama mücadelesinin başını çekenlerden biri de Julien Lahaut’dur.
Verdiği mücadeleden dolayı Lahaut direniş sırasında Naziler tarafından tutuklanmış, yoğun işkence görmüş ve Mauthausen toplama kampında kalmıştı. Savaştan sonra özgürlüğüne kavuşup Belçika’ya dönünce de yeniden Belçika Komünist Partisi’nin başına geçmişti.
Komünistlerin vatanperverliğine karşılık, Belçika Kralı Léopold III, savaş yıllarında Nazilerle açıkça işbirliği yapmış, savaş sonuna kadar başka bir ülkede onların himayesinde yaşamıştı. Bu nedenledir ki savaş yıllarında çok açı çekmiş olan Belçika halkının nefretini kazanmıştı.
Savaştan sonra sağcılar işbirlikçi kralı ülkeye geri getirerek yeniden tahta oturtmaya kalkışınca kıyamet kopmuş, protesto gösterilerinin önlenememesi karşısında Kral tahttan feragat ettirilerek yerine vekaleten oğlu Prens Baudouin oturtulunca Meclis’teki cülus töreninde Julien Lahaut olayı protesto ederek “Vive la République!” (Yaşasın Cumhuriyet!) diye bağırmıştı.
Bu olaydan bir hafta sonra, 18 Ağustos 1950 akşamı Seraing’de, Julien Lahaut evinin kapısını dayanan iki tetikçi tarafından beş kurşun sıkılarak katledilmişti.
Lahaut’nun katli özellikle Belçika emekçilerinin büyük tepkisine yol açmış, cenazesi 300 bin kişinin katıldığı bir törenle toprağa verilmişti.
Lahaut’nun katli ana akım medyada uzun süre kraliyetçilerin tepkisel bir eylemi olarak değerlendirilmişse de, son yıllarda yapılan araştırmalar cinayetin La Société Générale, L’Union Minière ve Brufina gibi büyük sermaye gruplarının desteğine sahip antikomünist bir çete tarafından işlendiğini ortaya koymuş bulunuyor. (CEGES, Qui a tué Julien Lahaut? 2018 Bruxelles).
Tıpkı 60’lı, 70’li yıllarda Türkiye’de ABD emperyalizminin uşaklığını yapıp anti-emperyalist gençleri ve işçileri katleden Türk-İslam sentezcilerinin bugün Tayyip’in kirli manevralarına destek vermek için ABD karşıtı lafazanlıklar etmeleri gibi, 70 yıl önce Cumhuriyetçi Lahaut’nun katline alkış tutan Flaman aşırı sağcıları bugün Belçika’nın en ateşli “cumhuriyetçi”leri kesilmiş bulunuyor.
Bunların cumhuriyetçiliğinin arkasında tüm Belçika’yı kapsayacak demokratik bir cumhuriyet kurmak değil, ülkenin nüfus çoğunluğunu da barındıran kuzey kesimini Belçika Kraliyeti’nden bağımsızlaştırma art hesabı vardır.
Belçika’nın Fransızca konuşan kesiminde ise liberali, hristiyanı, sosyalisti ve yeşiliyle tüm siyasal partiler kraliyetin ateşli savunucuları durumunda…
Lahaut’nun bayraktarlığını yaptığı, Valon ve Flaman bölgelerini de kapsayan gerçekten sosyal bir cumhuriyetçiliğin taraftarları ise seslerini sadece tarihsel Belçika Komünist Partisi (PCB) ve Belçika İşçi Partisi (PTB/PVDA) saflarında duyurabiliyor.
Her yıl, Lahaut’nun katledilişinin yıldönümüne rastlayan 18 Ağutos’ta Belçika Komünist Partisi’nin Liège Federasyonu onun Seraing’teki mezarı başında bir anma töreni düzenliyor.
Belçika emekçi halkının yiğit evladı cumhuriyetçi Julien Lahaut’nun ölüm yıldönümüyle ilgili haberleri ve yorumları izlerken kendi ülkemizde devletin ve faşistlerin kurşunlarıyla can veren demokrasi, özgürlük, eşitlik savunucusu dostlarımızı düşünürüm.
Kahramanmaraş, Çorum, Sivas, Roboski, Suruç’ta ve de Kürdistan’nın birçok kent, kasaba ve köylerinde yapılan kitlesel cankırımlarda kaybettiklerimizi de…
Evet, Kraliyet Belçikası’nda komünist Julien Lahaut “Yaşasın Cumhuriyet!” diye haykırdığı için katledilmişti…
Cumhuriyet Türkiyesi’nde ise insanlar “Demokratik Cumhuriyet” mücadelesi verdikleri için katledildiler ve de hâlâ katledilmekteler…