Mustafa Durmuş – Diğer Yazılar
Büyük sermayenin mutlak kârı ve kârlılığı artarken, işçiler böyle büyük bir projeden nasıl bir pay alabileceklerdir?
Aşağıda temel bulgularına özet olarak yer verilen iki rapor “Merkez Türkiye” projesi ile yaratılması hedeflenen 2 milyon 200 bin kişilik yeni istihdamın nasıl bir istihdam biçimine ve emek sömürüsüne yol açacağını, bunun da var olan gelir ve servet eşitsizliğini nasıl daha da artıracağına ilişkin ipuçları verebilir.
Uluslar arası Çalışma Örgütü’nün (ILO) son raporuna göre[1] dünya genelindeki işçilerin (sayıları 3 milyarı aşıyor) sadece yarısı ücretli ve maaşlı kalanı ise kendi ya da ailesi hesabına çalışıyor. Ücretli ve maaşlı grubun ise sadece % 40’ı ya da daha azı tam zamanlı olarak istihdam ediliyor.
Raporun bir başka bulgusuna göre, dünya çapında işçilerin % 75’i (her dört işçiden üçü) geçici, güvencesiz ya da kendisi veya ailesi hesabına çalışıyor. 180 ülkedeki istihdam biçimleri üzerinde yapılan çalışmanın bulgularına göre gelişmiş- zengin ülkelerde dahi kalıcı, tam zamanlı ve güvenceli istihdam giderek önemini yitiriyor. İstihdam verilerinin sağlanabildiği 84 ülkede işçilerin sadece dörtte biri kalıcı bir sözleşmeye sahip, % 13’ü geçici ya da sabit koşullu sözleşmeli, kalanların ise her hangi bir sözleşmeleri yok[2].
Neo liberal dönem ile birlikte gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sözleşmeli işçi oranı % 73’e kadar düştü. Bunun üçte ikisi tam zamanlı çalışıyor. Azgelişmiş ülkelerde ise güvenceli, tam zamanlı istihdam artık bir istisnaya dönüşmüş durumda. Öyle ki Orta gelirli azgelişmiş ülkelerde güvenceli – sözleşmeli istihdamın payı % 13,7 ve düşük gelirli azgelişmişlerde % 5,7 ile sınırlı[3].
Gelecek ise umut vaat etmiyor. Kalıcı, güvenceli istihdam ilişkisi daha da azalacak gibi gözüküyor.
OECD’nin 21 Mayıs’ta, yayımlanan son raporunda da[4] benzer tespitler yer alıyor. Buna göre standart dışı tabir edilen güvencesiz, esnek, düşük ücretli ve yarı zamanlı istihdam, OECD genelinde toplam istihdamın en az üçte birini oluşturuyor. 1995-2013 döneminde yaratılmış olan yeni istihdamın yarısından fazlası böyle geçici, güvencesiz, kısmi zamanlı ve düşük ücretli istihdamından oluşuyor (prekarya).
Özellikle de genç işçiler bu geçicilik trendinden en fazla etkilenenler oldular. 18-34 yaş grubu genç işçilerin % 40’ının kalıcı ve tam zamanlı bir işi yok. Lüksemburg, Almanya, İtalya ve Avusturya’da bile 1995 yılından bu yana yeni istihdamın % 60-% 90’ı standart dışı istihdamdan oluşuyor. Geçici işçilerin tamamına yakını ise böyle çalıştırılıyor[5].
Böyle bir istihdam yeni iş imkânları yaratmış olsa da gelir eşitsizliğini daha da artırmaktadır. Bir başka anlatımla gelir eşitsizliği düşük ücretli, yarı zamanlı standart dışı istihdamın da devasa bir biçimde artmasıyla daha da pekişmiştir. Zira bu işçilerin çalışma, ücret, ücretli izin gibi koşulları ya da hakları çok kötü düzeyde, ücretleri yeterince artmıyor ve bu ücretlerden çok fazla kesinti yapıldığı gibi bu işçiler sıklıkla ücret kesintisi cezasına maruz bırakılıyorlar. Böyle bir ücret geliri elde eden hanelerdeki yoksulluk oranı ise beşte birin üzerinde.
Bu tespitlerin somutlaştığı ve sözü edilen projenin üçüncü fazında olan, yıllardır mega kentlere ve mega bölgelere ev sahipliği yapan ve “21yyın parlayan yıldızı” olarak tanımlanan Çin, 2008 krizinden sonra dünyanın en büyük sanayi üreticisi haline gelirken, 2011 yılı itibariyle sınaî üretimi ABD’ninkinin % 120’sini buldu (Çin: 2,9 trilyon dolar, ABD: 2,4 trilyon dolar). Oysa 2007 yılında bu oran % 62 idi. 2012 yılında bunun % 126 ‘ya çıkması bekleniyor. Çin Japonya’nınkinin % 235’ine ve Almanya’nınkinin % 346’sına denk düşen bir sanayi üretimi gerçekleştiriyor[6]. Yani üretim, dağıtım ve sermaye açısından oldukça verimli bir durumdan söz edebiliriz.
Diğer yandan Çin’de her yıl kentlere göç eden insan sayısı 1 milyonu buluyor. Şu anda, göçmen işçilerin toplam sayısı yaklaşık 200 -300 milyon ve bunun 140 milyonu büyük şehirlerde çalışıyor. Bu işçiler şimdi Çin işçi sınıfının önemli bir bileşeni konumundalar. Diğer yandan bu göçmen işçilerin sadece % 40’ının ilkokul, % 9’unun ortaokul düzeyinde eğitimi mevcut olduğundan sadece en zor, en yorucu ve en sıkıntılı işlerde çalışabiliyorlar. Yaşam şartları genelde çok kötü. Çoğunluğu viran evlerde, çadırlarda, hatta araç kasalarında veya köprü altları ve tünellerde yaşıyor. Ücretleri çok düşük ve çoğu zaman bu ödemeler gecikiyor. Temel iş ve sağlık güvenliği ekipmanları ve önlemleri ise genelde mevcut değil[7].
Aynı araştırmanın diğer bazı sonuçlarına göre, 2003’te Çin bütününde işyerinde kaza yaşayan veya ölen işçilerin sayısı 136.000’den fazlaydı, bunların % 80’i göçmen işçilerden oluşuyordu. Meslek hastalığına yakalanan işçilerin sayısı 500 bini aştı (bunların % 50’si göçmen işçiler)[8]. 2010 yılında Wuhan’daki Foxconn elektronik fabrikasında (IPhone üreticisi) on sekiz işçi, çok kötü çalışma koşullarının yarattığı stresten dolayı fabrika binasından kendini attı ve bunlardan on dördü öldü. Ayrıca aynı fabrikada ölümle sonuçlanan çok sayıda patlama oldu ve bu durum uluslararası soruşturmalara yol açtı[9].
Açık olarak söylenmese de bu projenin kamu-özel ortaklığı (KÖO) adı verilen bir tür özelleştirme ile gerçekleştirileceği anlaşılıyor. Zira proje maliyetinin 40 milyar doları devlet kalan 160 milyar doları da yerli ve yabancı özel sektörü tarafından karşılanacak.
Diğer yandan kamu – özel ortaklığı modeli sanıldığının aksine, çok küçük bir azınlık zengin lehine ama toplumun çok büyük bir kesiminin aleyhine işleyen bir tür özelleştirmedir.
KOÖ, özelleştirmelerin isim değiştirmiş halidir. Bu deyim ortak bir amaç için bir araya gelen eşit koşullarda hareket eden kamu ve özel sektörün kazan- kazan durumunu çağrıştırmak amacıyla ortaya atılmıştır. Ayrıca bu kavramın önemli bir ideolojik boyutu mevcuttur. Zira “büyük kamu” kavramına karşı neo muhafazakâr ve neo liberallerin yürütmüş oldukları uzun soluklu bir ideolojik kampanyanın bir sonucudur. Son olarak, bir açıktan para kazanma, yoğun bir emek ve kamu kaynağı sömürüsü yoludur.
Böyle bir model altında nasıl bir yoğunlaştırılmış emek sömürüsü ve kamusal kaynak sömürüsünün gerçekleştiğini anlayabilmek için bu modeli geleneksel kamusal alt yapı inşa modeli ile karşılaştırmak yeterlidir[10].
Geleneksel kamusal alt yapı ihale modelinde, devlet projeleri hazırlar ya da özel sektöre hazırlatır ve genelde en düşük fiyat verme üzerine kurulu ihalenin ardından devlet tahvili çıkartarak projeyi finanse eder. Tahvil sahiplerine yapılan ödemeler ise vergilerden karşılanır. Yani tüm süreç kamu yararına hizmet ettiği varsayılan devlet tekelince karakterize edilir. İhaleye katılan şirketleri rekabete zorlamak ise maliyetin düşmesine yardımcı olur.
KÖO modeli altındaki projelerde, diğerinden farklı olarak, küresel inşaat firmaları, yatırım bankaları, girişim sermayesi firmaları, seçkin hukuk firmalarından dikey olarak örgütlenmiş olan konsorsiyum projenin değişik kısımları üzerinde, değişik derecelerde tekelci kontrole sahip olur, yani firmalar arası rekabet, özellikle de projenin son aşamaları açısından, ortadan kalkar. Bilhassa tasarım, finansman, İnşaat ve bakım aşamalarındaki tekelci kontrol ön plandadır. Ölçeği göz önüne alındığında kamu özel ortaklığı modeli, bir çok küçük ama daha çok uzmanlaşmış firmanın ihale dışı kalmasına yol açar. Bu nedenle de bu tür projelerde çok az ihaleci firma olur, böylece de fiyat şişer.
Tüm projenin tek bir sözleşme altında yapılmasına izin vererek KÖO konsorsiyuma maliyetlerini düşürme şansı verir. Zira konsorsiyum tasarımı değiştirebilir, sendikalaşmaya izin vermeyen taşeron kullanır ya da düşük ücretli işçi çalıştırır.
Diğer bir kâr kaynağı finansal düzenlemelerdir[11]. Diğer projelerden farklı olarak KÖO kamu kredisi sübvansiyonunun yanı sıra girişim sermayesi ve kredi kullanır. Girişim sermayesi genelde konsorsiyum partnerlerinin kendi operasyonel fonlarından sağlanır ve bunun karşılığında onlara inşaat aşamasında küçük bir hisse verilir.
Proje finansmanının ana kaynağının konsorsiyum üyelerine kredi açan yatırım bankaları olduğu bilinir. KÖO savunucuları bunu hükümetlerin bütçe kısıtlarıyla karşı karşıya olduğunu ileri sürerek savunurlar. Oysa son tahlilde projeyi finanse eden ne girişim sermayesi ne de yatırım bankalarıdır. Proje gerçekte halktan alınan vergiler, kamu fiyatlaması ya da harçlarla finanse edilir. Buna rağmen aracı olarak sermaye piyasaları ya da özel bankalar devreye sokulurlar. Bu da bu projelerin devlet eliyle sermaye gruplarının nasıl zenginleştirildiğini ortaya koyan somut bir örnektir.
Ayrıca ileri sürüldüğünün aksine KÖO projeleri aracılığıyla özel sektörün sermayesi kamusal projelere akmaz, tam tersine özel sektöre çok ciddi sermaye sübvansiyonları sunulur. Örneğin yüklenici şirketlere çok özellikli tahvil çıkartma yetkisi verilir. Bu tahviller için ödenen faizlerin vergiden istisna tutulması uygulaması ile şirket daha düşük maliyetlerle halktan borçlanır[12].
Hepsi bir arada düşünüldüğünde bir yandan taşeron firmaların düşük ücretli ve örgütsüz işçiliği yoğun bir emek sömürüsüne neden olurken, diğer yandan konsorsiyum şirketlerinin projenin temel konuları ve aşamalarındaki tekelci konumları birim fiyatlarının şişirilmesi biçiminde tekel sömürüsüne ve kamu kaynaklarının sömürülmesine neden olur. Ayrıca vergi istisnası gibi sübvansiyonlarla, kamu gelirlerinin azalması gibi bir sonuç ortaya çıkar ki bu da halkın ödediği KDV ve ÖTV gibi vergilerin artırılarak ya da halka dönük sosyal harcamaların kısılarak bu açığın kapatılmasına neden olur.
Bütün bu kamu-özel ortaklığı biçiminde yürütülen proje süreci yerli ve yabancı sermaye çevrelerinin kârlarını artırmalarını sağlarken, karşılığında emekçilerin daha ağır sömürülmesine, vergilerden oluşan kamu kaynaklarının sermaye çevrelerine aktarılmasına, kısaca toplumsal bir zararın doğmasına neden olur.
[1] ILO, World Employment and Social Outlook, The Changing nature of Jobs, 2015, s. 27-31, http://www.oecd.org.
[2] Agr.
[3] Agr.
[4] OECD, In It Together Why Less ınequality Benefits All, 2015, http://www.oecd.org,
[5] Agr., s. 31.
[6] John Ross, “China has over taken the US to become the world’s largest industrial producer”, http://ablog.typepad.com,( 02 September 2013).
[7] “The Current and Future Condition of China’s Working Class”, Research on Chinese Workers Editorial Collective, Issue 4 (2011), http://chinaleftreview.org.
[8] Agm.
[9]Malcolm Moore, “Masssuicide’ protest at Apple manufacturer Foxconn factory”, http://www.telegraph.co.uk, (11 January.2012).
[10] Bu konuda bkz: Darwin Bondgraham, How “public-private parternships” extract private profit from public infrastructure projects, http://www.dollarsandsense.org, November/December 2012.
[11] Agm.
[12] Agm.