Halit Elçi yazdı
Barajı, tiranlık hayalini, AKP’yi – Birleşip yıkacağız!
Türkiye, tarihinin en kritik seçimlerinden birinin arifesinde. Bir yol ayrımında. 7 Haziran seçimlerinin ertesinde ya işçi sınıfı ve emekçiler, halklar, kadınlar, haklarını talep eden toplum kesimleri yeni, ağır bir saldırı dalgasıyla karşılaşacak; ya da özgürleşmenin, demokratikleşmenin yolu kolay kolay kapatılamayacak şekilde açılacak. Seçim sonuçları ya karanlığa doğru açılan bir kapı olacak; ya da aydınlığa.
Kuşkusuz biz sosyalistler kapitalist sömürü ve tahakküm düzeninde hiçbir seçimin gerçekten “demokratik” olamayacağını, egemenler, geniş kitlelerin zihnini bulandırmak için her türlü ekonomik, politik, ideolojik araçlara, muazzam olanaklara sahip iken emekçilerin ve ezilenlerin politik temsilcilerinin dişleri tırnaklarıyla yarattıkları kısıtlı olanaklarla yarışa girdikleri koşullarda “adil” bir seçim yaşanamayacağını gayet iyi biliriz. Ve toplumun yönelimini belirlemekte esas tayin edici unsurun “seçim oyunu”nda kullanılan oylar değil, egemenler ile sömürülen/ezilen kitlelerin gerçek yaşam içinde can ve kan pahasına yürüttükleri irade savaşındaki güçleri ve yetenekleri olduğunu hiç aklımızdan çıkarmayız.
Ama yine de özellikle bazı seçimlerin, sınıflar mücadelesinin kimi özgün momentlerinde -belirttiğimiz kayıtlarla birlikte- gerçek toplumsal dinamiklerin gücünü ortaya koyması ve cephe hatlarının nerede kurulacağını göstermesi bakımından önemli sonuçlar yaratabileceğini de biliriz. İşte 7 Haziran seçimleri, toplumsal güç dengelerini değiştirme potansiyelini taşıyan seçimlerden biridir.
Taşlar yerinden oynuyor
Dünyada ve Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı, hegemonya yarışının kızıştığı, ittifakların gün be gün bozulduğu, sonra yeni karılmalarla yeniden kurulduğu, gerek egemenler arasında gerekse egemenlerle ezilen sınıflar, halklar, toplumsal kesimler arasındaki güç dengelerinin sürekli değiştiği, dolayısıyla “alttakilerin” gerekli örgütsel ve politik iradeyi yaratmaları halinde büyük kazanımlar elde etmesinin de zemininin olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Bu tablo, kendi coğrafyamız açısından da aynen geçerlidir.
Küresel sermayenin bir alt parçası olarak Türkiye sermaye sınıfı, artık kendisine dar gelen Kemalist gömleği AKP eliyle çıkardı ve şimdi dünyanın ve Türkiye’nin yeni koşullarına uygun, egemenliğini garanti altına alacak, bir önceki kadar emek ve halk düşmanı yeni bir rejimi şekillendirme gayreti içinde. Ama kuşkusuz işler bir “boz-yap” kolaylığı, “finans-kapital emretti ve oldu” basitliği içinde yürümüyor. Pek çok faktör yeni rejimin biçimlenmesinde rol oynuyor: Emperyalist-kapitalist sistemin dışsal koşullamaları, oligarşi içindeki çıkar çelişkileri, finans-kapital ile bu kaymak tabakasına atlamak isteyen “yükselen” sermaye kesimleri arasındaki gerilimler, son tahlilde egemenlerin çıkarlarını hayata geçirseler de politik alanın dolayımlarından aldıkları güçle kendi iktidar hesaplarını yapan politik partiler/figürler… ve aynı zamanda “alttakiler”in hak ve özgürlük mücadeleleri, politik örgütlerinde somutlaşan iradeleri…
Küresel egemenlerin ve yerel oligarşinin desteği, kendisi için son derece elverişli iç ve dış koşulların yardımı ile artık ideolojisi ve kurumlarıyla liğme liğme olmuş eski rejimi büyük ölçüde tasfiye eden AKP ve lideri Tayyip Erdoğan, sermayenin yeni rejimini kurma görevini de üstleniyor/üstlenmek istiyor. Ama bunu yaparken, egemenlik sisteminin politika düzleminde kazandığı inisiyatif ve güçle Erdoğan, partisini ve özellikle kendisini yeni rejimin merkezine koymaya, daha onlarca yıl iktidarda kalmasını sağlayacak yasal ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirmeye çalışıyor.
Saldırıyorlar çünkü korkuyorlar
Erdoğan ve partisi, ilk bakışta çok güçlü görünüyor. Teker teker devletin neredeyse tüm kurumlarına hakim olmuş, yüzde 40’lar düzeyinde seçmen desteği bulunan, adım adım yaşamın her alanını muhafazakarlaştıran, iktidarını korumak için gerekli gördüğü yasaları çıkartabilen, halkın mücadelesini bastırmak için tüm olanaklara sahip, liderini cumhurbaşkanı yapmış bir AKP iktidarı var karşımızda. Her istediklerini yapabileceklermiş gibi görünüyor.
Ama bu yanıltıcı bir görüntüdür. AKP ve Erdoğan gücünün doruğunda görünürken gerçekte iktidarları ellerinden kayıp gitmekte, hegemonyaları erimekte. AKP, güçlendiği için değil, zayıfladığı için giderek daha otoriter bir rejime, açık diktatörlüğe yöneliyor. Artık toplumu idare etmek için “rıza” üretemiyor; bu yüzden giderek daha fazla “zor” kullanma ihtiyacı duyuyor.
AKP iktidarının dayandığı ittifak alanı sürekli daralıyor. Önce liberallerden koptular. Ardından, halka karşı suç ortaklığı, eski statükoya karşı elbirliği yaptığı Gülen Cemaati’yle düşmanlaştılar. AKP hegemonyasının inişe geçtiği kırılma noktası ise Gezi İsyanıdır. Bugüne kadar vahşi neo-liberal politikalarla iliğine kadar sömürdüğü emekçiler; bir yandan kirli savaşı ve katliamlarıyla iradesini yok etmeye çalışırken diğer yandan küçük kırıntılarla oyalamaya çalıştığı Kürtler; mezhepçi politikalarıyla inceltilmiş bir asimilasyon ve baskı uyguladığı Aleviler; bedenlerine el uzattığı, eve kapatmaya çalıştığı kadınlar, doğayı ve kentleri yağmalamasına karşı direnen doğa ve yaşam savunucuları… ve tüm ezilen kesimlerin milyonları bulan kitleler halinde, özgürlük ve demokrasi talebiyle sokağa çıkması AKP’nin kâbusu oldu ve olmaya devam ediyor. Yolsuzluklarının ve soygunlarının ayyuka çıkması uykularını kaçırıyor. Suriye’de katliamcı, mezhepçi, vahşi cihatçı çetelere verdikleri desteğin sadece ülkede değil tüm dünyada lanetlenmesi korkularını şiddetlendiriyor.
AKP için “ya herru ya merru”
Erdoğan ve şürekası, iktidardan düşmeleri halinde sonlarının mahkeme önüne çıkmak olduğunu bilmenin gerilimiyle, iktidarlarını korumak için her şeyi yapmayı göze alıyorlar. Tam da bunun için bir süre için takındıkları “demokratlık” maskesini bir kenara atıp hak ve özgürlükleri tırpanlamaya, halkın bir kesimini diğerlerine karşı kışkırtmaya, yasaları açıkça çiğneyerek devlet içinde ve halka karşı operasyonlar yapmaya, kara propagandaya yöneldiler. Erdoğan, tam da bunun için yetkileri sınırsız bir “sultan/başkan” olmayı her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek istiyor.
İşte 7 Haziran seçimleri bu bakımdan AKP açısından hayat memat meselesidir. Eğer AKP kendi anayasasını yapmak ve iktidarını kalıcılaştırmak için gerekli oyu alırsa, halk ve emek düşmanı politikalarını derinleştirecek, daha fazla kan dökecek, emekçiler ve ezilenlerin boynundaki boyunduruğu acımasızca sıkacaktır.
Geleceği HDP temsil ediyor
AKP ve Erdoğan’ın seçim hesaplarını bozacak tek bir güç var: Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, doğa ve yaşam savunucularının, tüm halkların ve inanç topluluklarının, gençlerin, işçi ve emekçilerin özgürlük ve demokrasi taleplerinin sözcüsü ve bu güçlerin örgütlü iradelerinin temsilcisi olan Halkların Demokratik Partisi (HDP).
“Büyük İnsanlık” başlığı altında açıklanan HDP’nin 2015 Seçim Bildirgesi, katılmadığımız veya yanlış bulduğumuz kimi unsurları olsa da, Türkiye’nin demokratikleşmesi, özgürlük alanının genişletilmesine hizmet eden, AKP iktidarını geriletmenin anahtarını veren önemli bir metindir. Keza HDP’nin aday listeleri, kimi itiraz noktalarımız olsa da, kadın-erkek eşitliği, hemen her halkın, her inanç topluluğunun, çeşitli toplumsal dinamiklerin temsilcilerine yer vermesi bakımından son derece değerlidir. 81 ilde tam listeyle seçime giren HDP, “Türkiye Partisi” iddiasına rağmen mezhepçi (Sünni) ve muhafazakar aday listesiyle gerçekte toplumun yalnızca bir kesimini temsil eden AKP karşısında çok daha Türkiyeli olduğunu kanıtlıyor.
Elbette HDP sadece seçim bildirgesine ve aday listelerine bakılarak değerlendirilemez. HDP, başta çok büyük bedeller ödeyerek muazzam bir özgürleşme hareketi yaratan Kürt halkı olmak üzere, Türkiye’nin en emekten ve demokrasiden yana güçlerinin hemen hepsinin, tüm emekçilerin, Aleviler ve diğer inanç topluluklarının, kadın hareketinin, LGBTİ’lerin, gençlerin, engellilerin… velhasıl bir bütün olarak halkın bu seçimlerdeki temsilcisidir.
Dönüştürücü güç HDP
HDP’yi yaratan toplumsal dinamizm, Türkiye’de ve Ortadoğu’da sömürü ve tahakküm düzenine, erkek egemenliğine, savaşa, kendisini dine dayandıran gerici-cihatçı vahşete karşı halkların ve emekçilerin özgür bir yaşam umudunun yaratıcısıdır. HDP’nin temsil ettiği devrimci dinamizm, sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir özgür dünyaya giden yolu açmaktadır. HDP, geleceğin ilk adımlarıdır.
7 Haziran seçimlerinin gerçekten yeni, değiştirici ve dönüştürücü tek gücü HDP’dir. Diğer tüm partiler HDP’ye göre kendilerini konumlandırıyor. Daha düne kadar oy hesaplarıyla MHP tabanından medet uman CHP, HDP’nin basıncı altında yönünü “sol”a çevirmek, sosyal demokratlık iddiasına dönmek zorunda kaldı. Ama CHP “düzenin solu” olmaktan öteye gidemezdi, gidemedi. MHP ise kendi tabanında bile filizlenen HDP sempatisini bildik ırkçı ve faşist söylemiyle bastırmaya çalışıyor.
HDP’nin, onlarca yıldır devlet eliyle yaratılan önyargıları -bütün alçakça medya operasyonları ve algı yönetimine karşın- kırmaya ve toplumun her kesiminden sempati toplamaya başlaması en çok da AKP ve lideri Erdoğan’ı korkutuyor. Kürtleri ve solu Meclis dışında tutmak için 12 Eylülcü generallerin koyduğu yüzde 10 barajının bu dalgayla aşılması, onlara karabasanlar gördürüyor, çıldırtıyor ve bunu engellemek için her şeyi yapacak kadar gözlerini karartıyor. Çünkü HDP’nin barajı aşması, AKP’li muktedirlerin devr-i saadetlerinin sona ermesi, yolsuzluk çarklarının kırılması, yargı önünde sanık sandalyesine oturmalarının yolunun açılmasıdır. İşte bu yüzden karanlık güçler her gün HDP binalarına, konvoylarına, stantlarına saldırıyor. Bu yüzden Ağrı Diyadin provokasyonu ve benzerleri tezgahlanıyor. Bu yüzden devlet radyo-televizyon kanalları ve diğer yandaş medya HDP’yi sadece kara propaganda ve yalan haberlerin malzemesi olarak ağzına alıyor. Bu yüzden Tayyip Erdoğan bütün devlet olanaklarını kullanarak, “namusu ve şerefi üzerine” ettiği tarafsızlık yeminini her gün defalarca çiğneyerek HDP’ye saldırıyor.
Seçimlerde adres belli: HDP
O kendine güvenli, kibirli, “mutlu” günlerinin geride kaldığını acı biçimde anlayan, seçmen desteğini yitirmeye başladığını gören AKP yöneticileri HDP’nin önünü kesebilmek için egemenlerin geleneksel yöntemine başvurarak milliyetçiliğe, şovenizme, yalan ve çarpıtmalara sarılıyor. Kendilerine oy veren Kürt seçmenlerin bile hesabı sorulmayan, tersine üzeri kapatılan Roboski katliamından, alay ederek “ha düştü ha düşecek” denen ve Kürtlerin onurlu yaşam mücadelesinin simgesi haline gelen Kobanê’ye kadar bir çok kırılma sonucu artık HDP’ye yönelmesi Erdoğan’ı “Kürt sorunu da, müzakere masası da yok” noktasına kadar götürdü. Ama o masayı AKP’ye kurduran da, iktidarda her kim olacaksa onu tekrar o masaya oturtacak olan da Kürtlerin özgürlük hareketidir. 7 Haziran, bu konuda da ya iktidarın yeni bir savaş başlatmasının ya da onurlu bir barışın kapısını açacak.
7 Haziran seçimleri aslında iki parti arasında geçecek: HDP ve AKP. Ya demokratikleşme ve özgürleşmenin yolu açılacak; ya da savaşın, katliamların, tiranlığın. Emekten, özgürlükten, demokrasiden, kadın-erkek eşitliğinden, özgürlükçü laiklikten, doğa-insan uyumundan, insanca yaşanacak bir dünyadan yana olanların tüm gücüyle ve ikircimsiz biçimde destekleyeceği tek parti var: HDP.