Birlikte büyüdükleri ağaçlara sarılan kadınlar, jandarma kalkanlarıyla çekilmiş setler, karaçam dalları arasından göğe yükselen gaz bulutları… Tüm bunların nasıl yaşandığına inanamayan, hem acıdan, hem öfkeden gözü yaşlı insanlar, derken TOMA’ların tazyikli suyuyla kendi topraklarından sürülmek istenenler… Devletin zor gücüyle sermayenin şiddetini buluşturarak yeryüzünün bir parçasını daha metaya dönüştürmek isteyen 2000’lerin neoliberal kapitalizmi, dünyanın muhtelif köşesinde böyle anlar yaşanmasına neden oldu. Her tür canlısıyla doğayı değil insanı, insanın da kâr peşinde koşan halini önceleyen bu zihniyet, karşısında önce o doğa parçasının sakinleriyle şekillenen, sonra bu isyana destek verenlerle gelişen hareketleri buldu.
Akbelen Direnişi olarak anageldiğimiz halk hareketinin de beş yıllık geçmişi var. Muğla Milas’a bağlı İkizköy 2017’de, civarındaki geniş bir alanla birlikte bir nevi gözden çıkarıldı; Tarım ve Orman Bakanlığı, Akbelen Ormanı’nı Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine kömür sağlaması amacıyla Limak Holding’e bağlı Yeniköy Kemerköy Enerji (YK Enerji) şirketine tahsis etti. Zaman içinde maden sahası daha da genişledi ve önce Işıkdere hayli dalavereli geçtiği söylenen istimlak süreciyle boşaltılmaya başlandı. Rant hırsı madenleri çeşitlendirmek ve bunun için de daha fazlasını edinmek istiyordu. Bir yandan Işıkdere tamamen üretim alanına dönüştürülürken, köylülerin açtığı davanın sonuçlanması bile beklenmeden Akbelen Ormanı’nda kesim için izin çıktı. 2019’da ağaç kestirmemek üzere başlayan nöbet büyüdü, geçen yıl bir bölgedeki kesime engel olunamadıysa da görkemli direniş sürdü. İkizköylülerin hukuki mücadelesi ayrıca sürüyor ama bu tür davalarda hukukun kimden yana işlediğine dair de küresel ölçekte tecrübe sahibiyiz.
44 yaşındaki Nejla Işık gaz, su, cop dinlemeden nöbet tutan o kadınlardan biriydi. Doğduğu, gözü gibi baktığı bu coğrafyanın “cehennem çukuruna” döndürülüşüne şahit oldu, toprak altında kalmasın diye zeytin ağaçlarını elleriyle kesti ağlayarak. 80’lerine gelmiş ailesinin bir üst kuşağıyla ve 20’lerindeki kendi iki çocuğuyla birlikte direnişin hep ön saflarında yer aldı. 31 Mart yerel seçimlerinde İkizköy’ün muhtarı seçilmesiyle ise Işık’ın hayatında yeni bir evre başladı. Akbelen Direnişi açısından anlamı dışında bu yeni dönem, çevre hareketi etrafında dönüşen bir kadının da hikâyesini barındırıyor.
Günleri büyük bir koşturma içinde geçiyor Nejla Işık’ın. Bir yandan muhtarlığın getirdiği bir trafik var, diğer yandan madeni durdurmak için çalışmalar sürüyor. Vakit yaratıyor, “orman kesildi her şey bitti” imajı yaratılmasın diye çeşitli etkinliklerde direnişi, süren nöbeti anlatıyor. Üç ay evlerinin kapısında bekleyen jandarmaya, vızır vızır işleyen kamyonların günlerini toza bulamasına, oralardan gitsinler diye yapılan her tür caydırma hareketine rağmen enerjisi yüksek, muhtarlık ayrıca iyi gelmiş. Çünkü artık haklarını bilen insanlar var şirketin ve devletin karşısında.
“Muhtar olmanın verdiği sorumluluk daha farklı. Köy için ayrı, insanlara hizmet için ayrı, Akbelen için ayrı çalışıyorsun. Hepsi bir bütün ama eskiden madene karşı, santrale karşı toprağını koruyan Nejla’ydım, artık hizmet de düşünmem gerekiyor” diyor. Çünkü artık köyünden evinin önüne yol isteyen de, bozuk sokak aydınlatmalarının tamirini isteyen de, iş ararken desteğe ihtiyacı olan da onu buluyor. Bazı işleri bir azaya devredebilir ama bizzat ilgilenmek istediğini, hizmet için çalışmayı özellikle sevdiğini anlatıyor. “İnsanların güveninin kazanmak ve sevilmek, bağra basılmak çok kıymetli diyor” mutlulukla.
Seçilmek de kolay olmamış. Üç aday olarak çıktıkları yolda şirketin seçime etki etmek için canla başla çalıştığından, kendi adaylarını çıkarmak için uğraştıklarından söz ediyor. Kendisi de santral çalışanı olan eski muhtarın desteği de buraya eklenmiş: “Madende çalışan işçilere büyük baskı yapıldı, onu seçerseniz burayı kapattıracak, şöyle olacak, böyle olacak diye. Şirkette çalışan birini aza göstermek istedim, bunu öğrenir öğrenmez bu kişi üzerinde baskı kurup adını sildireceksin dediler. Seçim öncesi bastırdığım kağıtları iptal edip yeniden bastırmak zorunda kaldım. Paralar döndü, tehditler döndü. Bu kadın seçilirse sizi yüzüstü bırakacak da dendi, kadından muhtar olmaz da.”
“Ben diye bir şey yok, biz var”
Kişisel olarak tehditle karşılaşmamış ama seçim süreci onu aday olarak karalama, seçmeni manipüle etme girişimleriyle geçmiş. İş vaatleri dolanmış, o dönemde çıkan acele kamulaştırma kararı bile kimi insanların tarlalarına devletten daha fazla ödeme sözü olarak kullanılmış. Bir ara adaylığını bir kenara koyup gönüllü avukatların da desteğiyle kamulaştırma kararından etkilenecek köyleri ziyaret etmiş, halkı konu hakkında bilgilendirmeye çalışmışlar. “Benim derdim muhtarlık değil, bu köylerin ayakta kalması, bu yola bunun için çıktım. Ben diye bir şey yok, biz var. Hep birlikte başarabiliriz, diye anlatmaya çalıştım” diyor Işık. Beş yıllık direniş de, kim için para öncelikli, kim için toprak, kendiliğinden bir referans olmuş.
Tesir alanı çok geniş olmasa da Anadolu’da, hele böyle kritik bölgelerde bir biçimde yerel yönetimin parçası olmak büyük önem taşıyor. Bizzat tecrübeye dayanarak anlatıyor:
“Muhtarlık yerel yönetimde en alt tabaka olarak görülür. Ama bizimki gibi insanca yaşam için verilen mücadelelerde en alt tabakadan en üste kadar söz yerelin olmalı. Muhtarların yetkisi yok diye düşünen olabilir ama köyde muhtara devleti temsil ediyor diye bakılır. Onun attığı adım, bir sözü köyde çok önemlidir. Örneğin eski muhtar ‘Santrale hiçbir şey yapamazsınız, bunun çalışması lazım, burada iş var, aş var’ diyordu, bunu aşılıyordu. İnsanların mağduriyetini bilmek ve anlamak, onların yerine de söz söyleyebilmek önemli. Muğla’da çimento fabrikasına karşı direnenler var mesela, ya da çok geziyorum, hangi direniş alanına gitsem bu tür işletmelerin başta muhtarları satın aldığını görüyorum.”
Dönüşen kadınlar, dönüşen halk
Bir caydırma politikası olarak su kesintisiyle uğraşıyorlar bu ara bir de. Seçimden bir süre sonra neredeyse üç hafta boyunca suları düzenli akmamış. Bunun bir yöntem olduğunu düşünüyorlar. 2017’de Işıkdere boşaltılmadan önce de insanlar önce suları kesilerek çaresiz bırakılmaya çalışılmış. 2019’da Ankara’ya, Meclis’e yürüyüp köylerine döndüklerinde de suları kesik bulmuşlar.
Muhtar olarak belediyeye başvuruyor, patlak bir türlü bulunamıyor. Ancak eyleme geçeceklerini söylemeleriyle “şirketin deposundaki pompa arızasının” çözüldüğünü söylüyor Işık. Seçim öncesi “Kadından muhtar mı olur, yarın öbür gün suyunuz patlasa, o yaptırabilecek mi bakalım?” laflarının ortada dolandırıldığını bildiği için, bunun kendisine ve onu seçenlere yönelik bir mesaj olduğunu düşünüyor.
Nejla Işık bir gün de vekil olmak ister mi? İçtenlikle gülüyor bu soruya, teşvik eden çok olmuş. “Ne şirketlerin parasına tamah edecek ne devletten korkacak” bir vekil profili çizdiği söylenmiş takdirle. “Muhtarlık bile yoktu aklımda, vekillik de yok. Buradan uzaklaştığım anda mücadeleden uzaklaşmış olurum” diyor şimdilik.
Diğer yandan bu çevre direnişi içinden hiç bilmediği bir Nejla çıkarmış: “Önceki hayatıma bakınca, boş yaşamışım diyorum şimdi. Dünyadan bihaber, sıradan bir ev kadınıydım. Gücünün farkına varmak çok başkaymış. Bu kadar direngen, bu kadar güçlü olduğumun ben bile farkında değildim.”
Bu anlattığı bölgedeki tüm kadınların farklı dozlarda yaşadığı dönüşümün özeti aslında. Evlerin içine, tarlalara, sokaklara yansıyan eşitlik yönündeki bu evrim, devletin, sermayenin şiddeti ile erkek egemenlik arasındaki bağı nasıl da çırılçıplak ediyor.
“Ben de kendi gücümü gördüm, halk da gördü. Başta insanlar buraya her gelene bizi kurtarın diyordu. Şimdi, biz istemezsek bunu yapamazlar, birlik olursak üstesinden geliriz ruh halindeler” diyor Nejla Işık. O yüzden de zaten kazandılar, kazanacaklar.
Fotoğraflar: Kazım Kızıl