Kayserili Vahan ve Yozgatlı Öjeni’nin çocuğu olan Hagop, 22 Mayıs 1895’te, İstanbul’da doğdu. O zamanlar ne adı Agop’tu, ne de soyadı Dilâçar.
Bugün, Hagop Martayan ismiyle doğan ve büyüyen; ama A. Dilâçar olarak hayatını kaybeden bu önemli dilbilimci hakkında bilinen ve az bilinenleri yazmaya çalışacağım. Mustafa Kemal’in yakın dostu olan, Türk Dil Kurumu’nun kurucuları arasında yer alan, Türkçeyle ilgili birçok çalışmaya imza atan Martayan, ‘makbul Ermeni’ olarak karşımıza çıkıyor çoğu yerde. Buna karşın, Martayan’ın ismini Türkçe ve Ermenice arattığımızda farklı sonuçlar elde ettiğimizi de görüyoruz. Öyle ki, Ermenice ve İngilizce kaynaklarda, Martayan hakkında Türkçe yazılanların dışında bilgiler de mevcut.
Çocukluğundan başlayalım. Tam da bugün, İstanbul’da doğdu Martayan. Eğitim hayatına da aynı şehirde devam etti, Amerikan okullarında okudu. 1915’te, Robert Koleji’nden ‘New York Bilim Ödülü’ alarak mezun olan Martayan’ın dillere ilgisi her zaman vardı. Okulu bitirdikten sonra askere giden Hagop, önce Diyarbakır’a, oradan da I. Dünya Savaşı için Filistin Cephesi’ne gönderildi. Cephede, İngiliz askerlere yapılan kötü muamelelerden rahatsız olduğunu ve ‘bu davranışların modern bir ülkeye uymadığını’ ifade eden Martayan, ‘vatan haini’ ilan edildi.
Mustafa Kemal’le tanışma
Cezalandırılmak üzere Mustafa Kemal’in huzuruna çıkarılan Hagop Martayan, cesaretini toplayarak üstlerine söylediğini tekrar etti ve İngiliz askerlere yapılanların çağdışı olduğunu bu kez başkomutana söyledi. Tüm Osmanlı askerleri, Martayan’a ne ceza verileceğini beklerken, Mustafa Kemal genç askerin zincirli ellerini çözüp, onunla yalnız konuşmaya başladı. Kendisinin dillere ilgi duyduğunu, Robert Koleji’nden mezun olduğunda zaten yedi dilde uzman olduğunu söyleyen Martayan, Mustafa Kemal’in dikkatini iyice çekti. Martayan, Mustafa Kemal’le tanışıklığının bu şekilde başladığını söylüyor.
Savaşın ardından İstanbul’a dönen Martayan, Robert Koleji’nde öğretmenlik yapmaya başladı. Ardından Lübnan’ın başkenti Beyrut’a yerleşen dilbilimci, orada bir Ermeni okulunun mü dürlüğünü yaptı ve eşzamanlı olarak da Ermenice yayımlanan Luys [Işık] gazetesinin genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Ardından Bulgaristan, Sofya’ya geçen Martayan, orada da Eski Türkçe ve Uygurca dersler verdi. Eşi Meline’yle de burada evlendi.
Martayan, yalnızca Türkçeyle ilgilenmiyordu. Ermenice ve İngilizce kaynaklara baktığımızda, dilbilimcinin Ermeniceyle ilgili de çok sayıda çalışmaya imza attığını, uluslararası edebiyat eserlerini Ermeniceye çevirdiğini görüyoruz. Örneğin Levon Şant’ın eserlerini çeviren Martayan, “Yazının Doğuşu ve Yayılışı” başlıklı, literatürde hayli önemli bir yer edinen bir kitap da kaleme aldı.
Tersten vaftiz
Sofya’dan sonra yeniden Türkiye’ye dönen Martayan’ın yurda dönüşü bir davet üzerine oldu. O zamanlar vatandaşlıktan çıkarılan ve haymatlos olan Martayan, bizzat Mustafa Kemal’in bir daveti üzerine yeniden Türkiye’ye geldi. Bu davet, başkomutandan geldiği için Martayan’a Türkiye’ye girmesi için gerekli izin verildi. Mustafa Kemal, onu 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nın ev sahipliğinde yapılan Türk Dil Kurultayı’na davet etmişti. Martayan, o kurultayda “Türk, Sümer ve Hint-Avrupa Dilleri Arasındaki Rabıtalar” başlıklı bildirisini sundu. Dilbilimci, 1934’teki II. Türk Dil Kurultayı’na da katılarak orada da bir sunum gerçekleştirdi. Bu süre zarfında Mustafa Kemal’le dostluğunu sürdürdü.
Öyle ki, aynı yıl kabul edilen ‘soyadı kanunu’ sonrasında Mustafa Kemal, ona ‘Dilâçar’ soyadını uygun gördü. Böylece Hagop Martayan, artık bir Türk oldu. Mustafa Kemal’in ulus-devlet inşası sırasında en yaygın asimilasyon politikalarından biri olarak kullandığı “Kendini Türk hisseden herkes Türk’tür” cümlesinden Hagop Martayan da nasibini aldı ve belki de kendisinin hiç öyle bir hissiyatı olmamasına rağmen, dilbilimciyi yerli ve millileştirdi. Rivayete göre Martayan da Mustafa Kemal’e ‘Atatürk’ soyadını öneren üç isimden biri, hatta ilki. Ancak buna ilişkin resmî bir belgeye rastlamak ne yazık ki mümkün değil. Birçok kaynak bunun doğru olduğunu söylese de bana göre bu bilginin doğruluğu, bazı hamasi duygulara kendini kaptırıp ‘Ata’ya bir Ermeni’nin bu soyadını vereceği gerçeğini hazmedemeyenlerin salya akıtarak itiraz etmelerinde gizli.
Martayan, Türk Dil Kurumu’nun kurucuları arasında yer almasına rağmen kendisine layık görülen sıfat en fazla ‘baş uzman’ oldu. Ölümüne dek Türkçeyle ilgili çalışmalarını sürdürdü ve 1936-51 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde dilbilim tarihi ve genel dilbilim dersleri verdi, Türk Ansiklopedisi’nde teknik danışman ve baş redaktör olarak görev aldı.
Kim bu Dilaçar?
Hagop Martayan yeteri kadar Türkleştirilmemiş olmalı ki ismi önce A. Dilâçar’a, ardından da Adil Açar’a kadar maceraya atıldı. 12 Eylül 1979’da hayatını kaybeden Martayan’ın ölümünü duyuran TRT, merhumu ‘Adil Açar’ diye anons etti. Hayatının neredeyse tamamını dillere adayan, bunun da büyük bir kısmını Türkçeye ayıran Hagop Martayan, günün sonunda doğup büyüdüğü ismiyle değil, Mustafa Kemal’in ona layık gördüğü adıyla biliniyor bugün.
Pek çokları tarafından Ermeni kimliği dahi bilinmezken, Şişli’deki Karagözyan Okulu’nun yan sokağına da “Dilaçar Sokağı” ismi verildi. Bugün o sokaktan çok sayıda insan geçiyor. Sokağın ismini bilenler bir yana, “Kim bu Dilaçar?” diye soran var mı, o bile koca bir soru işareti. Sokakta bile ismi gizlenen bu dilbilimcinin hikâyesiyle de ulus-devlet inşasında kurulan hayaller, sonunda gerçeğe dönüşmüştü. Bu ülkede artık Ermeni de, Rum da, Kürt de, Yahudi de, Laz da, Çerkes de, Gürcü de Türk’tü.
* Yararlanılan kaynaklar: ‘Cumhuriyet’in iyi çocuğu’ Hagop Martayan ya da A. Dilaçar’, Levent Özata, Agos.
Asbantag Podcast ve Wikipedia.