THKP-C’nin ve Kurtuluş Hareketi’nin kurucularından İlhami Aras da 78 yaşında aramızdan ayrıldı. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden gelen arkadaşlarının, yoldaşlarının katıldığı bir törenle 2 Mayıs’ta İstanbul’da toprağa verilen İlhami Aras sosyalist hareket içindeki yeri ve kişiliği ile özel bir devrimciydi.
1960-80 arasının Türkiye siyasi tarihinde bir “sosyalist paranteze” sahne olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu dönemde özellikle de kültürel alanda bir tür hegemonya kuran sosyalist hareket yaygın ve kitlesel bir güç haline gelirken etkili bir siyasal hareket ve daha da önemlisi bir “toplumsal hareket” haline gelmişti. 1960’lardan sonra TİP, DİSK, TÖS (sonra TÖB-DER), TMMOB ve Dev-Genç gibi kitlesel örgütlenmeler solun, sosyalist fikirlerin toplumun her kesimine yayılmasında, nüfuz etmesinde çok etkili oldu.
Yeni kuşak liderler
Bu dönem işçi hareketiyle birlikte ön planda olan bir devrimci gençlik hareketi birbirinin ardından gelen iki devrimci kuşak ortaya çıkarmış ve sosyalist hareket bu kuşakların mücadelesi içinden sivrilen yeni ve genç siyasi liderlerin- Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya- öncülüğünde şekillenmeye başlamıştı. “Eski tüfek” denilen komünistlerle yollarını ayıran bu yeni kuşak sosyalist militanlar artık sosyalist hareketin geleceğini belirleyecek ve kendi sağından medet ummayan, öz gücüne güvenen devrimci bir anlayış geliştirmeye çalışacaklardı.
“68 kuşağı” ve onun adından ilham alarak “78 Kuşağı” adı verilen bir sonraki kuşağı oluşturan devrimci gençler, 60’lı yıllarda antiemperyalist, 70’li yıllarda ise antifaşist mücadeleleriyle siyasal-toplumsal yaşamı derinden etkilediler. 60’lı yıllarda antiemperyalist bir bilinci yaygınlaştırıp kurulu düzene meydan okuyan devrimci bir anlayış geliştirirken 70’li yıllarda da ülke çapında antifaşist bir direniş örgütlediler. Yarattıkları, inşa ettikleri örgütlenmelere de bu ortamda şekillenen ideolojik-siyasi anlayışlara uygun bir devrimci içerik ve kimlik kazandırdılar. Ve elbette bütün bu süreç ve toplumsal-siyasal hayat o günün dünyasında gerçekleşiyor ve daha da önemlisi sadece Sovyet deneyiminden değil Çin ve Vietnam’ın, Küba’nın ve Latin Amerika’nın deneyimlerinden de besleniyordu.
60’lı ve 70’li yıllar
60’lı ve 70’li yıllar aynı zamanda sosyalizmin dünyada çok etkili, itibarlı olduğu bir dönemdi. 1968’de Avrupa’da patlak veren öğrenci ayaklanmaları kapitalizmin yanı sıra “reel sosyalizm”e de bir itiraz, bir pratik eleştiri olarak da gelişse de sonuçta solun, sosyalizmin özellikle entelektüel hayat üzerindeki hegemonyasını güçlendirmişti. “Aydın” olmanın “solcu”, hatta “sosyalist” olmak ile özdeşleştiği bu dönemde Türkiye’deki durum da çok farklı değildi. 12 Mart döneminden sonra, 70’li yılların ikinci yarısında sol hareketin militanlığı ve kitleselliği yeniden yükselişe geçse ve daha da gelişse bile kültürel hegemonyası aynı şekilde devam etmedi. Hem 12 Mart döneminin yarattığı etkiler ve geliştirdiği önlemler hem de milliyetçi-faşist bir hareketin 70’lerin sonlarında sadece siyaseten, sokak eylemlerinde değil düşünsel olarak da solun karşısına çıkması, solun kendi içindeki kavgalarından ve hatalarından da yararlanması bu hegemonyanın sarsılmasına yol açacaktı. 12 Eylül darbesi ise tam da bu tarihsel sürece bir son vermek ve Türkiye’yi “Türk-İslam Sentezi” denilen yeni bir kalıba dökmek üzere gerçekleşecekti.
60’lı yılların ikinci yarısında etkili olmaya başlayan 68 kuşağının 70’li yılların ikinci yarısında etkili olan 78 kuşağı ile bütünleştiği, aslında giderek tek bir kuşak haline geldiği de söylenebilir. 70’li yıllar sosyalist hareket açısından hem birtakım kopuşlara hem de bir sürekliliğe sahne olurken bunu sağlayanlar 12 Mart döneminin imha edemediği devrimci militanlar oldu. THKP-C’nin kurucularından biri olarak İlhami Aras bunların en önemlilerinden biriydi ve tesadüfen darbeden önce yakalanarak tutuklandığı için “12 Mart dönemi” denilen yarı-askeri rejimin bilinçli ve planlı bir şekilde katlettiği devrimciler arasında yer almamıştı. 12 Mart döneminde direnen, darağaçlarında, Nurhaklar’da, Kızıldere’de can veren devrimcilere büyük sempati duyan ve daha sonra 78 kuşağı diye adlandırılan gençliğin hızla politize olmasında, sosyalist hareket içinde örgütlenmesinde İlhami Aras ve onun gibi 1974 affıyla hapishanelerden çıkan devrimciler önemli rol oynayacaktı. Bir önceki dönemin tecrübesine ve birikimine sahip bu siyasi kadrolar, militanlar olarak yeni dönemin devrimci hareketini, sosyalizm mücadelesini yeniden inşa ederken 70’li yılların ikinci yarısında sosyalist hareketin yükselişine ve şekillenmesine önderlik ettiler.
İlhami Aras’ın farkı
İlhami Aras gibi 12 Mart sonrasında sosyalist hareketin yeniden örgütlenmesinde rol oynayan 68 kuşağından siyasi aktörlerin “sevapları” kadar “günahları” da vardı tabii ve herhalde en büyük günahları solun, sosyalist hareketin akıldışı boyutlara varan parçalanmışlığı, bölünmüşlüğü idi. Aslında 60’lı yıllardan itibaren benzer siyasal pratikler ve anlayışlar içinde şekillenmiş ve devrimci kimlikler inşa etmiş sosyalist grupların, çevrelerin birlikte örgütlenmeyi başaramamış olmalarının o günün uluslararası sosyalist hareketinin iç çatışmalarından ve anlayışlarından da kaynaklanan pek çok nedeni vardı tabii. Ama sonuçta böylesi bir tarihsel dönemin birikiminin, kazanımlarının, açığa çıkan devrimci potansiyelinin 12 Eylül gibi bir darbeyle kısa sürede imha edilmesinin önlenememesi, 12 Mart’ta olduğu gibi bir direniş gösterememesi ve darbeden sonra yeni bir kalıba dökülen Türkiye’de sosyalist hareketi yeniden inşa edememeleri bu iki kuşağın öne çıkan liderlerinin, militanlarının sorumluluğu olarak görülmek durumundadır.
Bu noktada İlhami Aras’ın farklılığını belirtip, hakkını teslim etmek gerekir; çünkü o bu gerçeğin ve tarihsel sorumluluğun en başından itibaren bilincinde olan, her fırsatta buna dikkat çeken bir sosyalistti. THKP-C ve Dev-Genç içinde birlikte mücadele ettiği arkadaşlarıyla en geniş birlikteliği sağlamak için uğraşmalarına rağmen başaramayınca kendi örgütlenmelerini, Kurtuluş’u kurmak bir zorunluluk olmuştu ama ondan sonra da İlhami Aras solun, sosyalistlerin birliği sorununu hep gündemde tutmaya çalıştı. Bunda samimiydi ancak gerçekleşmesi için uygun yol, yöntem, anlayış yaratılamayınca sosyalist hareket onlarca parti/örgüt/grup olarak bölünmeye devam etti ve ortaya çıkan muazzam bir devrimci enerji yeterince değerlendirilemedi. İlhami Aras bu gerçeği hiç unutmamıştı ve hele de 12 Eylül’e doğru “frenleri patlamış bir kamyon gibi” bayır aşağı giden bir ülkede ağır bedeller ödeneceğini biliyordu. Nitekim 12 Eylül’den sonra nasıl bir bedel ödendiği biliniyor. 12 Mart döneminde Kızıldere’de olduğu gibi birbirleri için ölüme gidecek bir yoldaşlık, dayanışma sergilenirken 12 Eylül öncesinde bu anlayışta buluşamayan, hatta birbirleriyle rekabet içinde silahlı kavgalara girişenler 12 Eylül sonrasında işkencehanelerde, hapishanelerde buluştular…
Örnek bir devrimci yaşam
İlhami Aras’ın bunların farkında olduğunu, öngördüğünü vurgulamak gerekir. Bu durumdan çıkan vazifelerin yerine getiril(e)memesi ayrı bir tartışma konusudur. Belki bu anlayışının ve duyarlılığının da etkisiyle Kurtuluş içindeki duruşu, çeşitli sorunlara yaklaşımı dikkat çekerdi. Kurtuluş önderliği içinde bir tür “sakin güç” olarak öne çıkıyor, basiret ve sağduyuyu temsil ediyordu. Manevi ve siyasi otoritesi, saygınlığı kişiliğinden ve onlarca yıla yayılan mücadele tarihinden, her dönüm noktasında sergilediği özverili ve sorumlu tavırlarından besleniyordu. Büyük bir tutarlılık, kararlılık ve özenle inşa ettiği, 11 yılı zindanlarda, 2 yılı Filistin’de geçen lekesiz, pürüzsüz devrimci hayatı gerçekten örnekti.
Kurtuluş’un hem siyasi ve örgütsel anlayışına hem de teorik çizgisine katkıda bulunurken, hareketin devrimci kimliğinin oluşmasındaki rolü büyüktür. Kurtuluş’un bu ülkenin sosyalizm mücadelesine, birikimine katkısı olarak ne varsa onda İlhami Aras’ın emeği, izi vardır. Yıllar içinde ne zaman ciddi bir sorun, bir kriz çıksa çözüm için onun inisiyatif aldığına tanık olunurdu. Kendinden emin, alçak gönüllü, sağduyu ve basiret yüklü tavırlarıyla yoldaşlarına güven verirken onunla birlikte mücadele edenler- hoşlanarak kullandığı eski Türkçe, Arapça sözcükler de dahil olmak üzere- birçok konuda ondan çok şey öğrenmiştir.
Çayan’la ve Cevahir’le buluştu
Yaklaşık 50 yıllık arkadaşım, yoldaşım İlhami ile 12 Eylül’den sonra Metris’te, Sağmalcılar Özel Cezaevi’nde birlikteydik. 80’li yıllarda tek tip elbise direnişi dolayısıyla yıllarca havalandırmaya çıkmak yasaklanmıştı. Zaman zaman moral olsun diye yapılan havalandırma gecelerinde herkes kendi hücresinden bir şarkı, türkü söylerdi. Sıra İlhami’ye geldiğinde her daim söylediği bir türkü vardı:
Gökteki Yıldızın Üçü Terazi
Poyrazları Gördü Geçti Niyazi
Bu Feleğin Bize İmiş Garazı
Felek Beni Taşa Çaldı Neyleyim
Gökteki Yıldızı Fener Mi Sandın
Sevip Ayrılmayı Hüner Mi Sandın
Beni Bu Sevdadan Döner Mi Sandın
Felek Beni Taşa Çaldı Neyleyim
Ne zaman bu türküyü duysam onu hatırlarım…
Artık çok sevdiği arkadaşı, yoldaşı Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve diğer yoldaşlarıyla buluştu. Onurlu yaşamı ve devrimci mücadeleye katkıları tarihimizde seçkin yerini alacak, bugünün ve yarının devrimcilerine yol göstermeye devam edecektir.