Robert Reich(**)
Çeviri: Mustafa Durmuş
Zenginlerin politikacıları satın alması yeterince kötü. Şimdilerde aynı zenginler kendilerine potansiyel olarak karşı çıkabilecek kurumları da satın almaya başladılar.
Kısa bir süre önce benden, giderek artan gelir eşitsizlikleriyle ilgili olarak bir dini cemaatte konuşma yapmam istendi. Ancak konuşmama başlamadan hemen önce cemaatin lideri olan şahıs, zenginlerden alınan vergilerin artırılması yönündeki öneriyi savunmaktan kaçınmamı rica etti. Buna gerekçe olarak da cemaati cömert bağışlarıyla desteklemekte olan zengin cemaat üyeleriyle her hangi bir çatışma yaşamak istememelerini gösterdi.
Benzer bir deneyimi bir kolejin başkanıyla da yaşadım. Benden, kolejin ardındaki vakfın yönetim kurulu üyelerine bir konferans vermemi istedi, ama “Wall Street”i eleştirmezseniz memnun oluruz. Zira vakfın yönetim kurulu üyelerinin çoğunluğu Wall Street’in yatırım bankalarını temsilen burada” sözleriyle de beni kibarca uyardı.
Benzer gelişmeler son dönemlerde her yerde görülebiliyor.
Kendini “herkese oy hakkını” savunmaya adamış kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü ise, zengin bağışçılarını rahatsız etmek istemediğinden, siyasette dönen büyük paralara karşı her hangi bir kampanya yürütmeme kararı aldı.
Washington temelli bir think-tank kuruluşu gelir ve servet eşitsizliği üzerine yapmış olduğu bir araştırmasını kamuoyu ile paylaştı. Ama bu araştırmada, büyük şirketlerin ve Wall Street’in iş yasalarını ve anti tröst yasaları zayıflatmak suretiyle bu eşitsizliğin oluşumunda nasıl önemli bir rol oynadığına hiç değinmiyor. Zira bu kuruluş da zengin bağışçılarıyla her hangi bir çatışma yaşamak istemiyor.
Araştırmalarını ve ders programlarını zengin bağışçıların çıkarlarını kollayan iktisadi konulara yönelik olarak hazırlamış olan bir büyük üniversite ise ekonomi içinde büyük şirketlerin ve Wall Street firmalarının giderek artan gücüne ilişkin her hangi bir şey söylememeye ya da bu yönde her hangi bir tespitte bulunmamaya gayret gösteriyor.
Politikacıların satın alınması zaten çok kötü bir şeydi. Sermaye şimdi, araştırma, bilgi ve sosyal değişim kaynağı olarak görülen bu kâr amacı gütmeyen kuruluşları kendine karşı çıkmamaları ve eleştirmemeleri için satın alıyor.
Diğer taraftan bu kuruluşların normal finansman kaynakları giderek kuruyor, araştırmalara yönelik bursları giderek yok oluyor. Örneğin kiliselerin, toplumun değişik kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük hizmetler için ayırdığı parasal kaynakları son derece kısıtlı bir hale geldi.
O halde bu kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ne yapacaklar? Bunun yanıtını bir fakültenin dekanı bana “ paranın olduğu, kaynağın olduğu yere gitmekten başka çaremiz kalmadı” biçiminde vermişti.
19.Yüzyılın son dönemlerindeki o parıltılı zamanlardan bu yana para hiç bu kadar büyük sermaye şirketlerinin ve süper zenginlerin tekelinde olmamıştı. Yani daha önce hiç olmadığı kadar rektörler, cemaat liderleri, think-tankların ve kâr amacı gütmeyen diğer kuruluşların temsilcileri zenginlerin ellerini eteklerini öpmeye başladılar.
Kuşkusuz alınan bu desteklerin, sağlanan bu fonların da bir bedeli var. Örneğin Comcast firması, Uluslar arası Hukuk ve İktisat Merkezi gibi kâr amacı gütmeyen bir kuruluşu maddi olarak desteklediğinde, Merkez de bunun karşılığında Comcast’ın Time Warner ile birleşmesine destek verdi.
Charles Koch Foundation, Florida Devlet Üniversitesi İktisat Bölümü’ne 1,5 milyon dolarlık bir finansman desteği sağlarken, ders verecek profesörlerin seçimini ve onların yıllık performanslarının değerlendirilmelerini kendi tarafından atanmış olan danışma kurulunun yapmasını şart koştu.
Koch Kardeşler şu anda tüm ABD’de 350 program ve 250 koleji fonluyor. Ancak sağladıkları bu fonların hiç birinin eşitsizlik ya da çevre sorunları ile ilgili projeler için kullanılmadığına eminim.
David Koch’un devlet televizyonuna yaptığı 23 milyon dolarlık bağış onun iki önemli kamusal haber kanalının yönetimde yer almasını sağladı. Keza bu bağış Koch Kardeşler’e eleştiriler içeren bir belgeselin de bu devlet televizyonunda yayımlanmasını önledi.
Sanatsal faaliyetlere burs veren bir kuruluş olan “Yaratıcı Sermaye Şirketi”nin direktörü ve başkanı olan Ruby Lerner’in New Yorker’dan Jane Mayer’e bu konuda söyledikleri çok önemli: “Devlet televizyonlarının uyguladığı oto sansür bu televizyonları sorgulatmaya başladı. Bu televizyonlar büyük finansman sıkıntısı çekiyorlar.”
David Koch aynı zamanda Amerikan Doğa Tarihi Müzesi ve Smithsonyan Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’ne onlarca milyon dolarlık bağış yaptı. Şu anda her iki kuruluşun da yönetiminde.
Bir kaç hafta önce, onlarca iklim ve çevre bilimci bu doğa tarihi müzelerinin yönetimlerine, Koch Kardeşler gibi fosil yakıt şirketleri ve “hayırseverlerle” tüm bağlarını kesmeleri için çağrıda bulundular. Açıklamalarında şu gerekçeleri öne sürdüler: “İklim değişikliklerinin temel sorumluları ve iklim bilimi konusundaki çarpıtılmış bilgilerin kaynağının temel fonlayıcıları olan bu kesimler, bu tür müzeleri parasal olarak desteklediklerinde, bilimsel bilgiyi aktarmaktan sorumlu olan bu kurumlara olan halkın güveni zayıflamaktadır.”
Her ne kadar bu tür bağış ve yardım anlaşmaları (üniversitelerdeki, müzelerdeki ve diğer kâr amacı gütmeyen kurumlardaki) nelerin araştırılacağı gibi konulara müdahale etmeyi yasaklamış olsa da, bu kuruluşlar kendilerini besleyen elleri ısırmak istemiyorlar.
Konu aslında ideolojik bir konu da değil. Zira muhafazakâr zenginler kadar ilerici olarak tanımlanan zenginler de kâr amacı gütmeyen kurumların gündemlerini aynı ağırlıkta etkiliyorlar.
Bu aslında büyük sermayenin neyin araştırılıp araştırılmayacağı, neyin açıklanıp açıklanmayacağı ve neyin tartışılıp tartışılmayacağını belirleme meselesidir. Özellikle konu, sermaye ile politika arasındaki rabıta ve bu politik gücün giderek daha fazla nasıl sermaye/servet yarattığı olduğunda daha da önem kazanıyor.
Hayırseverlik yüce bir şeydir. Ama hayırseverlik sadece bir avuç süper zenginin ve dev şirketin arasında oynanan bir oyun ise çok kolay bir biçimde kötüye kullanılabiliyor.
Demokrasimiz, zenginler politikacıları satın aldığında doğrudan tehdit ediliyor. Ancak kendilerinden, gerçeği araştırmak, soruşturmak ve olan bitenle ilgili eylemleri vb örgütlemesi beklenen, demokrasinin böyle suskun ama bir o kadar da sinsi, satın alınmış kurumları daha az tehlike arz etmiyorlar.
(**) California Üniversitesi öğretim üyesi olan ve Bill Clinton ve Barrack Obama yönetimlerinde görev almış bulunan Robert Reich’in “Şok Sonrası: Gelecekteki Ekonomi ve Amerika’nın Geleceği” (Aftershock: The Next Economy and America’s Future) adlı bir kitabı bulunuyor.