Diyarbakır’da yapılan Newroz kutlamalarında okunan Abdullah Öcalan’ın mektubunda ifade ettiği ‘Eşme ruhu’ göndermesine karşı çıkan ve PYD, TSK işbirliğini reddeden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) itiraz geldi. TSK’nın Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması sırasında Rojava’daki Kürt güçlerinden yardım alınmadığını iddia etmesi üzerine TBMM Başkanlığı’na dilekçe veren İdris Baluken, ordunun siyasete dahil olduğunu savunarak bu konuda TBMM’nin harekete geçmesini istedi.
Meclis araştırması isteyen HDP bu talebini şöyle gerekçelendirdi:
“Türkiye siyasi tarihinde demokrasi tartışması var oldukça ve sürdükçe Türkiye’de asker-siyaset ilişkisi de aynı paralelde sürmektedir. Türkiye’de askerin siyaseti dizayn etme gücü ve istenci, Türkiye siyasi tarihi ile aynı yaştadır.
Çok partili siyasi hayata geçiş ile beraber de Türkiye’de askeri darbeler başlamıştır. 1960, 1971, 1980 askeri darbelerinin yanı sıra 28 Şubat darbe süreci ve sonrasında siyaseti dizayn etmeye dönük askeri yetkililerin açıklamaları çerçeve açısından bir darbe gerçekleştirme gücünün veya istencinin zuhur etmesiydi. Bu darbe süreçlerinde, on binlerce insanımız yaşamını yitirmiş, siyasetçiler hatta bazı askerler de darbeci zihniyetin pratikleri ile yaşamını yitirmiştir. Ekonomi politik olarak Türkiye her darbe sürecinde onlarca yıl geriye gitmiştir. Darbe süreçleri ‘olağanüstü’ hale işaret ederken 1982 Anayasası, TSK’ya tanınan ayrıcalıklar ve daha birçok uygulamayla bu olağanüstü hal ‘olağan’ hale dönüştürülmüştür. Yani aktif bir darbe olmasa da darbe zihniyeti varlığını Türkiye’de siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamın mührü haline getirmiştir.
2000’li yıllarda hız kazanan Avrupa Birliği süreci, dünya konjonktürünün askeri darbeleri mahkûm eden genel yaklaşımı, Türkiye toplumunun askeri darbelerle yüzleşme açısından ortaya koyduğu tavır gibi birçok sosyolojik ve siyasi sebep, Türkiye’de ordu-siyaset ilişkisinin tartışılmasına vesile olmuştur.
Bu dönemde e-darbe gibi darbe istençleri ortaya çıksa da toplumdan doğru güçlü bir darbe karşıtı kamuoyunun oluşması ve sivil siyasetin savunulması, çeşitli girişimlerin boşa çıkmasında başat aktör olmuş, bu sürecin doğal sonucu olarak sivil siyasetin toplum içerisindeki meşruiyeti artmıştır.
TSK’nın siyasete müdahale etme ve biçimlendirme yaklaşımının tarihselliği bu şekilde oluşurken özellikle Ergenekon ve Balyoz davaları ile birlikte ordunun siyasetteki yerinin demokratik rejimlerde olduğu gibi bir zemine oturduğu bazı çevreler tarafından ifade edilmeye başlandı. Fakat bu görüşün aksini ifade eden yaklaşımlar da mevcuttu. Çünkü ortada ordu-siyaset ilişkisinin dizayn edip demokratik, hukuk devleti ilkelerine çekecek yapısal çözümler yoktu.
TSK’nın Ergenekon ve Balyoz darbelerinden 2014 yılının son çeyreğine kadar süren sessizliği, çözüm sürecinin ikinci yılında farklı bir hale dönüşmüştür. Çözüm süreci ile ilgili TBMM’den çıkan ‘çerçeve yasa’ sonrası hızla adımların atılması beklenirken Kobane’de IŞİD adlı çetenin saldırılarına direnen halka destek verilmesi amacıyla koridor talep edilmesine AKP hükümetinin olumsuz yaklaşması sokak gösterilerine sebep olmuştur. Sokak gösterilerinde kamu görevlilerinin silahlarından çıkan ateşle insanların yaşamını yitirmesi gerginliği arttırmış ve çözüm sürecini olumsuz etkileyecek bir düzeye gelmiştir. Tam böylesi bir süreçte Türkiye’de sokak eylemleri ve şehir içlerinde gerçekleşen bazı karanlık olaylara ilişkin TSK peşi sıra açıklamalar gerçekleştirmeye başlamıştır. TSK bu açıklamaların bazılarında, haber yapma özgürlüğünü kullanan basın organlarını hedef göstermiş, bazılarında ise kendisini yargı erki yerine koymuştur.
Türkiye’de ordunun siyasi ve sosyal yaşama müdahale etme durumu her dönem olduğu gibi yakıcılığını sürdürmektedir. AKP iktidarının orduyu gerilettik söylemine karşı ordu ile geçici bir sessizlik ittifakı yaptığı açığa çıkmaya başlamıştır. Nitekim Süleyman Şah Türbesi’nin Rojava’nın Eşme Köyü’ne taşınması öncesi ve sonrasında gelişen diyalog ve pratikler Türkiye’de yeni siyaset yollarının açığa çıkmasına ruh kazandırmıştır. Ve fakat TSK kendi alanı olmamasına rağmen, görev alanının sınırlarını aşarak söz konusu ruha karşı doksan yıllık siyasete müdahale geleneğinin yeni bir refleksini göstermiştir.
Türkiye’nin normalleşmesi, demokrasi normlarının oturması, hukuk devletinin ilkelerinin yerine getirilmesi, asker-siyaset ilişkisinin belirgin bir şekilde normalleşmeyle uyum sağlaması için yapısal çözümlerin bulunması elzemdir. Tüm bu süreci araştıracak, gerekli adımları atacak kurum ise TBMM’dir. Bu kapsamda bir Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz.”