Bu yazı 30 Mart 1995 günü halkların eşitlik, özgürlük, kardeşlik mücadelesini yürüttüğü sırada katledilen Arap Alevi sosyalist Mehmet Latifeci anısına yazılmıştır ve şimdi tam da genel seçimler arifesinde Mehmet Latifeci’nin yaşamı pahasına işaret ettiği yolda “Güney’de yaşayan Arap Aleviler ve diğer etnik kimlikler neden HDP’de olmalı?”, “HDP neden Arap Alevileri ve diğer etnik kimlikleri kapsamalı, görünür kılmalı?” sorularını tarihsel bağlamı içerisinde cevaplandırmayı amaçlamaktadır.
1980 darbesi ile uyanan kuşaklar olarak, hiçbir meselenin artık dün okunduğu gibi okunamayacağını, sınıfsal mücadelenin müttefikleri olan toplumsal kesimlerin sorunları anlaşılmadan gelişme kaydedilemeyeceğini öğreniyorduk. Bir devrimci dinamik olma yolunda ceberut sistem karşısında dik duran ve gelişen Kürt Özgürlük Hareketi’nin referansı ile ‘87 Nisan işçi eylemleri, öğrenci hareketinin yeniden filizlenmesi, kadın hareketinin de feminist politikayla buluşması Güney’de özellikle de Hatay’da bizleri (Samandağ’ın küçük Moskova olması hasebiyle) etkiledi. Bu etkileşimin bir kaynağı da Güney’de yaşayan devrimcilerin teorik ve pratik hayatında yoğunlukla Kıvılcımlı geleneğinin sahiplenilmiş olmasıydı. Böylesi bir teorik ve pratik geleneği sahiplenenler olarak 1986 yılında kurmaya çalıştığımız yaşama dair tartışmalarla birlikte mücadele alanlarına yöneldik. “Yürürken düşünmek” kesintiye uğramış mücadele açısından anlamlı bir kavramdı; aksi, her birimizi sadece “iyi okumalar ve tartışmalar yapmış” kimseler olarak çürütebilirdi. Belki mücadeleye giriştiğimiz her alanda ciddi toplumsal karşılık bulmadık ama özellikle kültürel-sanatsal faaliyetlerle kendimize politika yapacak gedikler açtık ve bu gedikler zamanla büyüdü.
1989’da Kürt Özgürlük Hareketi, birlikte özgürleşme, birlikte yeniden kurma çağrısını bugün olduğu gibi o zaman da Türkiyeli sosyalistlere ve devrimci demokrat kesimlere yapmıştı. O yıllarda yapılan bu çağrıya icabet etmek ateşten gömlek giymekti. Nitekim darbenin de etkisiyle kendini yeniden kurmaya başlayan sol-sosyalist bazı örgütler “ateşten gömleği” türlü bahanelerle askıda tutmayı tercih etti. Çünkü Kürt meselesine değmek ve Kürt Hareketi’yle dayanışmak ciddi bir riskti. Biz Güney’de yaşayan Arap Alevi devrimciler olarak bu riskle büyümenin/yenilmenin anlamlı olacağını düşünerek sayısal gücün değil “nitelikli gücün dayanışması” ruhuyla hareket ettik. Kürt Özgürlük Hareketi’nin yanında olmanın ötesinde bulunduğumuz yerlerde (Adana, Mersin, Hatay) bizzat içinde olduk. Elbette kimi zaman inatla savunduğumuz birlikte özgürleşme kurgumuzun dinamikleriyle, bölgenin özgül durumlarını gözetmeyen tutumlardan dolayı düşünsel çatışmalar da yaşadık. Ancak ilkemiz olan, ayrılıklarımıza rağmen birlikte mücadele şiarımız karşılıklı toplumsal çıkarları gözeten anlayışı hâkim kıldı. Bu da bize toplumsal alan olan Arap Alevi dinamiğini devrimci zeminle buluşturma fırsatı verdi. Fırsatları toplumsal çıkarlara dönüştürme mücadelemiz, devletin geleneksel tekçi zihniyetiyle kıyasıya çarpışıyordu.
Hatay’ın ilhakından bu yana oynanan bütün oyunların farkındaydık. Bunları ortaya çıkarma ve mücadele etme sabrımız da vardı fakat tarihsel diyalektiğinden yoksun bırakılmış, nüfus olarak dağıtılmış burada yaşayan etnik topluluklara dair veriler ve sözlü tarih o kadar azdı ki şifreyi çözmek ve yeniden buluşmak konusunda neredeyse iğneyle kuyu kazar gibiydik devrimciler olarak. Yine de tarihle yeniden bağ kurmak isteyen Arap Alevi halk dillerinden, kültürlerinden ve inançlarından mahrum edilmiş olmanın da etkisiyle korkunun her karış toprağa yayıldığı böylesi bir döneme rağmen köklerimizle buluşma mücadelemize katkılarını esirgemedi.
Devlet, bir yandan Hatay üzerinde kirli oyunlar kurarken bir yandan da ‘90’larda Kürt Özgürlük Hareketi’ni bölgeye sıkıştırıp bitirme kurgusu yaparken “birlikte kurtulma ve özgürleşme” çağrısına Güney’den ses verdik. Bu ses bizlere güç verecek, rehberlik edecekti. Bu nedenle HEP (Halkın Emek Partisi) sürecinde bulunduğumuz her alanda kurucu olduk. Ancak dönemin koşulları ve devletin savaş politikalarında ısrarı HEP’in Türkiyelileşme iddiasını zayıflattı ve birlikte özgürleşme hamlesini gerçekleştirmemizi engelledi ancak pes etmedik. “Yeniden dirilmek” Güney bölgesinin tarihsel köklerinde, inanışlarında var: Paskalya, Evvel Temmuz ve Newroz.
1993 yılına geldiğimizde halkların birlikte özgürleşme mücadelesini kurmak amacıyla ve o günün koşullarında birçok sosyalist, aydın hatta Kürt için yanından geçmek risk iken bizler bu kez HADEP’in Samandağ İlçe Örgütü’nü kurduk. Mehmet Latifeci yoldaşımız bu örgütün ilçe başkanlığını yaptı. Ateşten olan bu gömleği giymek ve buna uygun mücadele etmek bedel gerektirirdi. Hepimiz bu bedeli onur ile ödemeye hazırdık.
Bir yandan ezilen halkların ortak mücadelesini örmek için yılmadan çaba gösterirken bir yandan da özellikle de Arap Alevi kimliğine uygulanan asimilasyon politikalarına cevap üretmek için mücadele araçlarımızı zenginleştirmeye çalışıyorduk. Bu araçlardan biri olarak bir yayın çıkarma kararı aldık. “Güney Uyanış” gazetesi böylesi bir amaçla ortaya çıktı. Mücadele araçlarımızı “Uyanmak için uyarmalı, uyarmak için de uyanmalı” şiarıyla yaratıyorduk. Bölge halklarıyla mücadele araçlarımız vasıtasıyla ilişkiler kuruyorduk. En doğru bildiğimiz şey iktidarın tarihimizi hasıraltı ettiğiydi, gerçek tarihin gizlendiğiydi ve bunu anlatmaktan bıkmıyorduk. Olumlu tepkileri arkamıza alarak, yazılı tarih yoksunluğundan dolayı sözlü tarih ile “dil” kurmaya, hikâyelerden politik arka planı anlamaya çalışıyorduk. Evet, başlarken boyumuzu aşan işlere girişmiştik ancak görüyorduk ki birçok etnik kimliğin bir arada yaşadığı Hatay’da kültürel dinamiklerle yeniden bağ kurmak, iktidarın bugüne kadar onları köksüzleştirerek kalıcılaştırmak istediği politikasını ters yüz ediyordu.
1995’e geldiğimizde yine Kürt Özgürlük Hareketi’nin çağrısıyla kurulan ”Emek Barış Özgürlük Bloku”yla meşru alanda siyaseti görünür kılma mücadelesine katkı sunmak için Blok çalışmalarında özne görevi üstlendik. Samandağ’da kurmuş olduğumuz HADEP İlçe Örgütü’nün ne anlama geldiğini kamuoyuna anlatma vaktiydi. Arap Alevi kimliğinin en belirgin olduğu ve güç olarak durduğu yer, bölgenin merkezi Antakya’da Samandağ idi. Blok çalışmalarına buradan etkili bir mesaj vermek ve demokrasi mücadelesine katkı sunmak açısından Arap Alevi adayın birinci sırada yer alması konusunda ikna çabalarımız karşılık buldu. Bir Arap Alevi’nin birinci sıradan milletvekili adayı olması sistemin halklar arasında örmeğe çalıştığı duvarlara dönem açısından anlamlı bir cevaptı.
Seçimlerden hemen sonra bir yandan HADEP’in “hakların kardeşliği” şiarı toplumda anlaşılmaya başlanmış diğer yandan hem Güney Uyanış gazetesi hem de sosyal-kültürel alanda yürüttüğümüz faaliyetler gelişerek karşılık bulmuştu. Buradan aldığımız güçle bölgeye dair politika yapma tarzımızı da kapsayan, güç birliği yapabilen sosyal ve kültürel kurumlara daha da ihtiyaç duyan bir konuma gelmiştik. Çeşitli kurumlar, Arapça müzik ve tiyatro grupları, Evvel Temmuz Festivali vb o dönem yürüttüğümüz faaliyetlerden çıkmıştı ve Arap halkının asimilasyona karşı cevabıydı her biri. Bir halk uyanıyordu, Arap halkı diğer ezilen halklarla mücadelesini ortaklaştırıyordu. Bu uyanışın sembollerinden biri haline gelen Evvel Temmuz festivallerinde hep bir ağızdan yükselen Arapça, Ermenice, Kürtçe ve Türkçe nağmeler birleştirici ve umut verici bu havayı yansıtıyordu.
Yazarken hızla akan bu süreç hiç de kolay gerçekleşmedi. Umudu büyütme mücadelemizde onlarca arkadaşımız birçok kez gözaltına alındı, sokak ortasında dövüldü, işkencelerden geçti, tutuklandı.
30 Mart 1995 günü HADEP İlçe Başkanı Mehmet Latifeci ve babası JİTEM tarafından Arap Alevi halkının uyanışını bastırmak ve halkının ortaklaştırmaya çalıştığı özgürlük mücadelesini engellemek amacıyla JİTEM tarafından katledildi. Latifeciler zılgıtlarla uğurlanırken Latifeci’nin bıraktığı mücadele ruhu devletin her türlü engelleme çabasına rağmen yoldaşları ve Arap Alevi halkı tarafından onurla taşındı, taşınıyor.
1995 yılı ve sonrası, Güney’de yaşayan Arap Aleviler için artık başka bir anlam taşıyordu. Dilinden, kültüründen, inançlarından mahrum edilmişlerin kurtuluşu birlikte mücadeleden geçecekti. 2002 yılında Hristiyan cemaatinden bir gencimiz Paskalya arifesinde kuyumcu soygununda katledildi. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen katilinin kim olduğu hala ortaya çıkarılmadı. Yakın tarihte Reyhanlı patlaması iktidarın başka denemesiydi halklar arası duvarları yeniden örmek için, tutmadı. Gezi Direnişi’nde kaybettiğimiz direnişçilerin 3’ü Antakyalı’ydı ve bu da tesadüf değildi. Ancak her türlü yıldırma politikasına karşı Latifecilerin ve Gezi direnişçilerinin ruhu Antakya sokaklarında dolaşıyor.
Şimdi önümüzde yeni bir süreç var: 7 Haziran seçimleri. Bütün gelişmeler karşısında ya sistem içi statükocu anlayışlara mahkûm olacağız ya da Güney’de yaşayan 1 milyon 600 bin nüfus 500 bin seçmen ile güçlerimizi birleştirip kendimiz için güç olacağız. Bütün mesele önümüzdeki genel seçimleri fırsat olarak okuma ve sürece uygun davranmadır; çünkü bu seçim sıradan bir genel seçim değildir.
Emperyalist işgalcilerin Ortadoğu’da konumlanışı ve halklara uygulayacağı zulüm, ülkemiz açısından olası bir başkanlık (kişi diktatörlüğü) sistemi ve önü alınamaz bir yoksullaşma, kadın katliamlarına her gün bir yenisi ile uyanmak, LGBTİ bireylerin sokak ortasında ölümüne şiddet görmeleri, halklara uygulanan imha girişimleri, gençliğin geleceksizlik hali bundan sonra korkunç boyutlara ulaşacaktır. Bu nedenle ya hep ha hiç dönemecinin eşiğindeyiz.
Tarih bütün ezilenlere ortak çağrı yapıyor. Bu çağrı en çok da bizedir. CHP gibi statükocu bir partiye mahkûm edilmişiz yıllardır. Oysa tarihsel hesaplaşmayı doğru yapabilmek ve gerçekleri gün yüzüne çıkarıp hesaplaşmak için Arap Alevilerin CHP’ye değil kendilerine oy vermesi gerekiyor. Bütün bunların ışığında HDP’nin çağrısı çok anlamlıdır. Bu anlamlı çağrıda, farklılıklarımızı koruyarak yeni kuracağımız ortak yaşamda, yerimizi alabiliriz. Dilimizle, kültürümüzle, inancımızla kendimize bir kürsü kurabiliriz. Bütün toplumsal kesimlere irade olma çağrısıdır çünkü bu. HDP, Türkiyelileşme iradesiyle bütün yaşamsal alanlara dair çağrılarını çok somut bir biçimde yaptı. Güney’de yaşayan başta Arap Aleviler olarak Güneyli sosyalistlerin yıllardır sosyal, siyasal ve kültürel alanda verdikleri mücadeleye daha da sahip çıkmak için bu dönemeçte HDP ciddi bir olanaktır. Ortadoğu halklarının başına musallat edilen İslamcı cihatçı çeteler dünyanın gözü önünde Kobane’de, Hums’da, Kesap’ta, Şengal’de katliam yaptı. Daiş’i gerileten YPG ve YPJ güçleri oldu. Kobane zaferi aslında Arap Alevilere, Ezidilere, Hristiyanlara, Süryanilere hazırlanan yeni bir kıyımın engellenmesidir. Bu kıyımı, Kürt halkının özgürlük neferleri etkisiz hale getirdi. Bu anlamda korkaklar ve halkların çıkarlarını gözetmeyenlerle AKP geriletilemez. Seçim sürecinde akıl ve vicdan sahipleri ezilenlerin çıkarları için güç birliği yapmalıdır. “Ama”sız, “fakat”sız. Her dilde oylar HDP’de birleşirse HDP tam olur.
HDP’nin Güney’de Arap Alevileri ve diğer toplumsal kesimleri görünür kılma konusunda bir çaba içerisinde olduğunu biliyoruz. Şimdi tarihsel bağları kurarak, birlikte özgürleşmeyi ve dayanışmayı güçlendirebilirsek Güney’de ciddi bir güç haline gelmiş olacağız. HDP var olduğu sürece Tayyip Erdoğan’ı başkan yaptırmayacaksak bunu bir kez de buradan on binlerin sesiyle “Tul mel HDP ğayşe mebednen sevvik reis ya Tayyip Erdoğan” dediğimiz ve bu sesi Meclis’e taşıdığımız zaman kazanmış olacağız. Güney’den bu sesi Meclis’e taşıyabilecek sosyalist, Arap, Alevi, feminist aday adayı var. Şimdi Güneyli kimliğinin görünür kılınması ve kapsanması vakti. Söz şimdi HDP’de!