Erdoğan, salı günü Kabine toplantısının ardından emekliye özetle “Paramız size zam yapmaya yetmiyor” dedi. Bunun üzerine Hazine’de çalışan, aynı okuldan mezun olduğum, Mülkiyeli uzmanları aradım. Para gerçekten yok muydu? Hazine’de durum neydi? Gelen cevapların bir kısmı kamu maliyesinden anlayan insanların vicdanlarının ne kadar kanadığını gösteriyordu. Konuştuğum uzmanların neden bu kadar üzgün olduğunu anlamak için temel düzeyde kamu maliyesi bilgisine ihtiyacımız var.
Türkiye ekonomisi son beş yıldır, iktisat öğrencilerine ders niteliğinde bir laboratuvar sunuyor. Enflasyona rağmen belirlenen düşük faizle varlık fiyatları şişerken, mülk sahipleri görülmemiş oranda zenginleşiyor. Aynı esnada sabit gelirli emek sahipleri yaratılan enflasyon nedeniyle alım güçlerini kaybediyor. Peki tüm bu esnada kamu maliyesinde neler yaşanıyor? Devlet, zenginleşiyor mu, yoksa yoksullaşıyor mu?
Bu soruya cevap ararken çeşitli verilere bakılabilir. Fakat söz konusu faiz-enflasyon ilişkisinde Hazine’nin gelirleri ise, devlet borçlarına mercek tutmak faydalı olacaktır. Çünkü devletin zorla elde ettiği vergi, harç, para cezaları gibi gelirlerden farklı olarak devlet borçları zorla elde edilmez, gönüllülük esasına dayanır. Başka bir ifadeyle devlet zorla borç toplamaz, aksi halde topladığı şeyin adı borç değil vergi olur. Topladığı zorunlu borç da gelecek dönemdeki faizleri artırır.
Devlet borçlanması, borç verenin rızasına dayalı bir gelir türüyse, demek ki bu rızayı oluşturacak karşılık da sunulmak zorundadır. Bu karşılığın adı da borcun faizidir. Fakat, enflasyonun çok altında bir faiz piyasaya dayatılırsa, devlet bütçe açığının finansmanı için nasıl borç toplayacaktır? Yüzde 80’lere varan bir enflasyon oracıkta dururken, yüzde 15 ile borçlanma ihalesi açılsa, bu ihaleye kim, neden girecektir? Düşük faiz ortamında, nakit parayı dövizde, KKM’de, borsada ya da varlık alımlarında kullanmak varken, neden düşük faizli devlet tahvilleri alınsın?
Bu sorular 2018’den başlamak üzere, kamu maliyesinin öncelikli sorunlarını oluşturdu. Faizleri baskılayıp piyasaya ucuz kredi pompalanırken, ekonomik büyümenin tadını çıkaran devlet, bu sefer bütçe açığının finansmanı için borç bulmakta zorlanmaya başladı. Bu ablukada, günahsız çözüm bulunamadı.
Temel günah nedir?
Devlet borçlanmasında kamu maliyesinin belli ilkeleri bulunuyor. Bu ilkelerin başında iç borçların yerli para cinsinden edinilmesi gelir. Hatta buna “borçlanmanın altın kuralı” denir. Bu kuralın ihlaline de “Temel Günah” adı veriliyor. Kuralın mantığı çok basittir. Kendi kontrolünde olmayan bir para birimiyle borçlanılmamalıdır. Bu başkasının kanatlarıyla uçmaya benzer. Bu günah, hazineleri batırabilir. Peki bizim Hazine günahkâr mıdır?
2017’nin Eylül ayına kadar Hazine’nin iç piyasaya tek bir kuruş döviz borcu bulunmuyordu. Bu tarihe dek, Hazine’nin günahı yok. Bu tarihte Hazine’nin döviz cinsinden 319 milyar 376 milyon TL borcu bulunuyor ve bu borcun tümü dış borçlardan oluşuyordu. Hazine’nin iç piyasaya olan 523 milyar 510 milyon TL’lik borcun tümü Türk Lirası cinsindendi ve olması gereken de buydu. Öyle ya da böyle, türlü yanlışlıklar yapılmış olsa da 2017’nin Ekim ayına dek, temel günah işlenmemişti. O tarihe kadar Hazine’nin iç piyasaya tek bir kör kuruş döviz borcu yoktu.
İlk günah 2017’de işlendi
Fakat düşük faiz baskısı Hazine’nin içeriden TL cinsinden borç bulmasını engelliyordu. İşte bu ortamda ilk günah 2017 Ekim’de işlendi. O ay, Hazine, tarihinde ilk kez, mevzuata da aykırı olarak iç piyasadan döviz cinsinden 237 milyon TL’lik borçlandı. Çok küçük bir tutar gibi görünse de, ilk günah artık işlenmişti. İhaleye talep yağdı. Devlet garantili döviz alacağı için bankalar sıraya girdi.
Hazine de bu günahının tadını çıkardı. Borçlanma sorunu çözülmüştü. Faizler düşükse, iç piyasadan TL cinsinden borç bulanamıyorsa o halde döviz cinsinden borçlanılabilirdi.
Böylece geldik, 2018 yılının Haziran ayına… Türk Tipi Başkanlık Sistemi yetkileriyle donanmış Cumhurbaşkanlığı sisteminin ilk ayında, Hazine’nin iç piyasada döviz cinsinden borcu 735 milyon TL’yi bulmuştu. Bu tutar, toplam borç stoku içinde önemsiz bir değere sahipti. O tarih için Hazine’nin her on bin liralık borcunun sadece 7 lirası, iç piyasadan edinilen döviz cinsinden borçlardı. On binde 7…
Bu kadar küçük tutarda olması kimsenin tepkisini de çekmiyordu. Fakat dedik ya, Hazine kolay borcun yolunu bulmuş, temel günahın tadına bakmıştı. O yılın sonunda yani 2018 Aralık’ta döviz cinsinden iç borç tutarı 5 milyar 865 milyon TL’ye çıkacaktı. Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin ilk 6 ayında iç piyasaya döviz cinsinden borç 8 katına çıkmıştı. Çünkü hem döviz yükseliyor hem de döviz cinsinden borç ihaleleri açılıyordu.
Filmi 1 yıl ileri saralım. 2018 Aralık ayında 5,9 milyar TL olan döviz cinsinden iç borçlar 2019 Aralık ayında 86 milyar TL’ye ulaştı. 1 yıllık artış yüzde 1400’ü geçmişti. 2020’nin Aralık ayında aynı tutar 266 milyar TL’ye çıktı. 2021 Aralık ayında 388 milyar TL’ye, 2022 Aralık ayında 513 milyar TL’ye çıktı.
Günaha batan hazine
“Düşük faizle TL cinsinden borç bulunamıyorsa o halde döviz cinsinden borçlanalım” diyerek kamu maliyesinin en temel günahını alışkanlık haline getiren Hazine, bataktan çıkamıyordu. Zira borç dövize endeksli olduğu için döviz kuruyla birlikte borç da artıyor, borç arttıkça faiz ödemeleri Hazine’yi zorluyor, faiz ödemelerinin döndürmek isteyen Hazine, iç piyasadan yine döviz borcu ediniyor, fakat döviz kuru dur durak bilmeden yükseldikçe bir fasit daire oluşuyordu.
2023’ün Aralık ayına geldiğimizde Hazine’nin iç piyasaya 800 milyar TL değerinde döviz borcu bulunuyordu. 2018’de her 10 bin liralık borcun sadece 7 liralık kısmı döviz cinsinden iç borçlardan oluşurken, bugün Hazine’nin her 10 bin liralık borcunun 1200 lirası döviz cinsinden iç borçlardan oluşuyor. Buna yine döviz cinsinden olan dış borçları da eklersek tablo trajik bir boyut kazanıyor.
Bugün Hazine’nin her 10 bin liralık borcunun 1200 lirası iç piyasaya döviz borcu, 5200 lirası dış piyasada döviz borcu. Yani her 10 bin liralık borcunun 6400 lirası döviz cinsinden.
Bu günahı bile isteye işleyen Hazine uzmanları bugün vicdan azabı çekiyor. Bir kısmı sınıf arkadaşım olan, yurtsever insanlar işledikleri suçun bedelini halk kesimlerinin ödemesinden muzdarip. Kimi bizim suçumuz yok, bize verilen emri uyguladık diyorlar. Kimi ise daha vicdanlı, istifa etmeliydik diyorlar. Çünkü günahlarının bedelinin ne olduğunu biliyorlar. Fakat Erdoğan ya bu günahların sonuçlarından habersiz ya da vicdanı Hazine uzmanları kadar güçlü değil, daha acımasız. Çünkü bir miktar vicdanı olan hiç kimse bu günaha ortak olduktan sonra açlığa mahkûm edilmiş emekliye “paramız bitti” demez, dememelidir.
Siz devletsiniz! Ya günah işlemeyeceksiniz ya da emekliyi açlığa mahkûm etmeyeceksiniz.