12 Eylül’den sonra yapılan ilk 8 Mart feminist mitingine, 1989’da İstanbul Bağlarbaşı’nda katıldığımda ne müthiş bir heyecan, coşku hissetmiştim. Yıllar sonra, bu kadar çok kadın bir arada çılgınca slogan atıyorduk. Sadece kadınların katıldığı mitingde ilk defa çiçekli basma kumaşlardan yapılan değişik kadın pankartını da orada görmüştüm. Oysa biz sosyalist kadınlar, hep kızıl beze sarı boyalı pankartlara “aşinaydık.” Hala rengarenk basmalara pankart dikme merakım o günlerden kalmadır.
8 Mart’a dair Clara Zetkin’in tüm sosyalistlerin ve kadınların hafızasına kazınan isim olmasının en önemli nedeni, kuşkusuz, -8 Mart’ı “Uluslararası Kadınlar Günü” olarak 1910’da Kopenhag’da toplanan İkinci Enternasyonal Kadınlar Kongresi’ne önererek kabul ettirmesidir.
Clara’nın bu kongreye sunduğu önerge “Bugünün öncelikli amacı kadınların oy hakkını kazanmalarını desteklemek olmalıdır. Kadınlara oy hakkı talebi, sosyalist ilkelerin kadın sorununun bütününe yaklaşımıyla bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Kadınlar Günü enternasyonal nitelikte olmalı ve özenle hazırlanmalıdır.” şeklindedir. Kabul edilen önergede görüldüğü gibi, yıllarca ülkemizde emekçi kadınlar günü mü/dünya kadınlar günü mü tartışmaları kadın hareketini 8 Martlarda kilitlemiş olsa da önergede “emekçi” sözünün geçmediği, Enternasyonal Kadınlar Günü olduğu artık bilinen bir tarihsel gerçekliktir. (Seçme Yazılar Clara Zetkin/sayfa 147/Notebene Yayınevi)
8 Mart’ın tarihçesi açısından ABD’de1857, 1908, 1910 tarihlerinde, tekstil-dokuma işçilerinin ya da 1917’de Şubat devriminin başlangıcı olarak tartışmalı tarih ve yer konusunda çeşitlilikler olsa da işçi kadınlara adandığı nettir.
Tartışmaların bu anlamda hangi kadınların 8 Mart’ı, “emekçi kadınlar mı”, “dünya kadınlar günü mü” olduğu yıllarca tartışma konusu olurken, 90’li yıllarda kutlama mı, anma günü mü diye de tartıştığımız sonunda da ‘mitingciler’ve ‘şenlikciler’ diye de ayrıldığımız olmuştu. Yapılacak mekana göre de devrimci, reformcu tartışmalarına giriliyordu. Yerine göre Taksim, Beyazıt ve Kazlıçeşme devrimci eylem alanı, Kadıköy ve Çağlayan’da reformist eylem alanları olabiliyordu.
“Erkeklerle birlikte mi, erkeksiz miting mi?” derken yıllar içinde erkekler kadınlarla yürümekten, araya pankart konularak arkadan yürümeye ve sonra da kenardan bakmaya başladılar, bir süre sonra da epeyce geri çekilmek zorunda kaldılar. Örgütlerden kadınlar kendi örgütlerindeki erkekleri engellemeye başlayarak bunu başardılar. Tabii yıllarımızı aldı bu da.
Mitinglerin politik teması ve sloganı hep uzun oldu, örgütlerin kendi politik sözünü koydurtmasındaki ısrarı aşılamadı. Bugün de kısa mottolar bulunamıyor, ve geçen yılki sloganı dahi hatırlayamaz oluyoruz.
Mitinglere “hangi simgelerle katılacağız” konusu da önce mor renge direnç ile başladı, kızıldan başkasını tanımayanlardan. Femina işareti ve yumruklu femina taşınsın taşınmasına karşı çıkışlara kadar, mitinglerde artık gözümüzün alışkın olduğu renklerin mora boyanması da yıllarımızı aldı. Yumruklu logonun “yumruğun feminanın içinde olma halini” hem sosyalist hem de feminist olarak çok sevmiştik ve o dönemde hemen karma örgütümüzde kadın bayraklarımızı yumruklu feminalı yaptırmıştık!
Bir diğer mesele de karma örgütlerden kadınların hangi temsiliyet ile katılacaklar idi. “Parti adıyla mı, partili kadınlar adıyla mı?” Bu meselede de yıllar içinde partili kadınlar olarak uzlaşıldı. Partili veya sendikalı kadınların taşıdıkları bayrak, flama da dönüşüm geçirdi, kadın temsilini esas alan logolara dönüştü.
Kortej sıralamaları hayli sorun oldu. Çözüm olarak kimi zaman kura çekildi ya da alfabetik oldu. Zamanla kadın kurumlarının önde yürümesi kabul gördü ve en son feministler pankartı hep önde taşınmaya başlanarak bir gelenek oluşturuldu.
Farklı platform veya grupların 8 Mart’larda aynı anda, aynı veya farklı yerde ayrı eylem örgütlenmesine dair yaşanan sıkıntılar diyalog ile çözüldü. Bu konuda 8 Mart’ın kimsenin tekelinde olmaması temelinde bir prensip oluştu. Fakat son yıllarda eylem-etkinlik düzenlerken birbirini gözetme halinin yine aksamaya başladığını gözlemliyoruz.
8 Mart bileşiminde kimler olmalı? İlk çağrısını kimler yapmalı derken, kadın örgütleri bu görevi üstlendi. Örgütlü Feministler, bireysel feministler, kadın örgütleri ve karma örgütler bileşimi zaman zaman ortaklık sağlansa da sürekliliği olamadı. Mitingler artık daha çok kadın örgütleri ve karma örgütlerden kadınların örgütleyiciliğinde devam etmeye başladı. Feminist grup ve birey feministlerin artık dayanışma amaçlı katılımcı olduğu bir düzeye geçti. Bu durum örgütleyici kurumlardan parti, sendika gibi karma örgütlerde yaşanan taciz, şiddet gibi somut cinsiyetçi politikalarda tavırsız kalınmasıyla, feminist sözün de kurulamadığı durumların etkileriyle gerileme yaşandığı dönemler sözkonusu oldu.
Mitinglerde anadilinde konuşmanın hak olduğu, Türkçe-Kürtçe iki dilli olması için gösterilen çabalar da zaman zaman kriz konusu oldu. Mitinglere en kitlesel katılımı sağlayan Kürt kadın hareketinin barış siyasetinin kadın politikası olarak görülmediği, ön yargılarına çarptığı durumlara tanık olduk. İlk Kürtçe metin 1997 “Artık Örgütlü” mitinginde okundu. Türkiye kadın hareketi, feministler ve Kürt kadın hareketinin 8 Martlar sayesinde buluşmasıyla ortak mücadele alanları çoğaldı.
2003 yılında İstanbul’da “hepsi erkek tesadüf mü” sloganıyla Feminist gece yürüyüşü ile başka bir etaba geçilmiş oldu. Feministlerin patriyarkaya karşı sözünü söylediği, feminist bireylerin örgütlediği tek pankart ve ortak sloganlar ve özellikle mor bayraklar ile coşkulu gece yürüyüşü şeklinde tek bildirinin okunduğu bir konsept kadınların ilgisini çekti ve her yıl gittikçe artan oranda kitlesel yürüyüşler yapılıyor. İstanbul ile başlayan feminist gece yürüyüşleri ülkenin her yerinde yaygınlaşarak kutlanıyor. Feminist gece yürüyüşleri on binlerce kadının katılımıyla muhalif yürüyüşlerin en kalabalığı olmayı sürdürüyor. Kendisine feminist demeyen kadınların ve LGBTİ+’ların da kendi sözüyle bireysel olarak katıldığı formatta tüm kadınlar, LGBTİ+’lar yürüyüşün sahibi, öznesi hissediyor kendini. Bu yürüyüşlerin cazibesi de burada. Yine eylem biçimi olarak kurallı, disipliner olmaması hepimize iyi geliyor.
Artık ülkenin dört bir yanında kadınlar kampanya tarzı örgütlenmeler ile hareket ediyor ve faaliyetlerini sadece politik söz üzerine kuruyor, farklı kadınlık durumlarının ortak taleplerinin mücadelesini veriyorlar. Bayrak yarışını tam terk etmeseler de sembolik taşımaya başladılar. Sosyalist örgütlerin de feminist hareketin bu pratiğini emsal almaya ihtiyaçları var. Yıllar içinde deneyimlediğimiz bu kazanımlar çok kıymetli.
Kadınların birleşik mücadelesinde patriyarka ve kapitalizme dair ikili sistem bakışında aramızda farklılıklar olsa da, patriyarkal kapitalist sisteme karşı ortak duruş zamanla arttı. Her iki sistemin iç dinamiklerinin hem birbirini besleyen hem de denetleyen çeşitli ilişkileri olduğunu düşünürsek, bu patriyarka-kapitalizm ilişkisinde yaşanan değişim ve dönüşümlerin feminist hareketin bir siyasal özne olarak mücadelesine bakmaksızın değerlendirilemeyeceği görülmelidir. Bu nedenle, süreklilik ilişkisi içinde eklemlenmiş ve iç içe geçmiş hetero patriyarkal kapitalizme karşı mücadelede erkeklerden, sermayeden, devletten ve örgütlerden bağımsız feminist bir perspektife sıkı sıkıya sahip çıkmanın önemi geçerliliğini korumaktadır. Karma örgütler de feminist hareketten aldığı güçle bu politikaları kendi örgütlerine taşıdığı oranda kadınları güçlendiriyor, feminist sözü yaygınlaştırıyor. Buradan hareketle ortak politikalar kadın dayanışmasını güçlendiriyor, iktidarın baskısına ve engellemelerine karşın 8 Martlarda feminist gece yürüyüşlerine artan sayıda kadının katılımını sağlıyor.
Kapitalizmin yapısal krizde olduğu günümüzde patriyarkadan, tekçi, milliyetci, ırkçılıktan ve dinden beslenen iktidarlar faşist politikalarla kadınların ve LGBTİ+’ların eşitlik ve özgürlük mücadelesini bastırarak yaşam alanlarına saldırıyor. AKP-MHP iktidarı da kadınların eşitlik mücadelesinin “milli kültüre, aile değerlerine, dini değerlere” tehdit olduğundan hareketle aileyi güçlendirici politikaları uygulamaya koyuyor. Faşizmin kurumsallaşmasına karşı mücadelede muhafazakar ve dinci politikalara erkeklerle birlikte karşı çıkarken aynı anda biz kadınlar aile, cinsellik, heteroseksizm ve bedenimize yönelik tüm baskı ve denetim politikalarına karşı mücadeleyi en geniş bileşimle sürdürmeliyiz. Kadın hareketi/ feminist hareket yıllardır ortak, birleşik mücadelesinden aldığı güç ile; Kürt, Türk, Ermeni, göçmen/mülteci, evli/bekar, heteroseksüel/lezbiyen, çocuklu/çocuksuz, dindar/dindar olmayan kadınların yaşamlarını nasıl etkilediği ve ortak kesişim politikalarını öne çıkartma sorumluluğu ile hareket etmeliyiz. Rekabetten ve kendi politikasını dayatan bir duruştan uzak olarak farklılık, çeşitlilik, çoğulculuk, farklı olanların farklı taleplerini içeren, sahiplenen, dayanışan birliktelikler ile, yanyana-iç içe geçişli kesişimsel buluşmalardan deneyimlediklerimiz, kadın dayanışmasını her düzeyde güçlendiriyor.
Bütün bu tarihselliği göz önüne alınca 8 Martlarda bir arada olma isteği , yürüyüşe gelen kadınlara güç veriyor. Kendinizi yalnız hissettiğinizde ” bu kalabalığı hatırlayın” sözü kadınlar için bir sigorta niteliğinde, feminist hareketin dönüştürücülüğünü gösteriyor. Kadınların birlikte eyledikleri her şey bizlere hayatta kalma, direnme ve özgürleştirici hareket etmeyi sağlıyor. İyi ki feminizm var.
Kadınların kurtuluşu için bağlı olduğumuz tüm iktidar ilişkilerinden kurtuluş için birbirimize ihtiyacımız uzun erimli. Dolayısıyla birlikte örgütlenip, birlikte dayanışmaya içinden geçtiğimiz dönemde daha çok ihtiyacımız var. Birlikte isyan edecek, haklarımızdan yüzyıl geriye gitmemek için birlikte direneceğiz.
Kurtuluşumuz için feminist mücadele şart !