IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski eş genel başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 isim hakkında Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Kobanê Davası, Sincan Cezaevi Kampüsü’nde devam ediyor.
Sebahat Tuncel, mahkeme heyetinin 15 Şubat tarihli oturumda kendisi hakkında aldığı birleşen Malatya dosyası kapsamında savunma yaptı. Tuncel, savunmasının öğleden sonraki kısmını barış üzerinden sürdürdü.
‘Kürtlere karşı suç işleniyor’
Tuncel, yargılanmalarına neden olan bir diğer konunun da Kürt sorununun çözümsüzlük politikası olduğunu söyledi. “Bugün neden yargılanıyoruz, hatta neden mahkeme salonundayız” diye soran ve devam eden Tuncel, isnat edilen suçlamaların başka ülkelerde hak ve özgürlük talebi olarak değerlendirildiğinin altını çizdi. Tuncel, “Bir halkın hak ve özgürlük talebinin yargılanması kabul edilemez. Zaten ben de bunu kabul etmiyorum. O açıdan, Kürtlere karşı suç işleniyor. Bu suç, insanlığa karşı işlenen suçtur. Kürtlerin hala anadilleri yasak, en fazla evlerinde konuşuyorlar. Bugün Türkiye’de yaşanan sorunların temel kaynağı, Türkiye’deki çürümenin, yozlaşmanın, eşitsizliğin altında yatan temel kaynak, Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür” dedi.
Erdoğan toplumun açlık talebine cevap veremiyor
Tuncel 2013-2015 süreçlerine de atıfta bulunarak “Bu süreç zarfında çözüm süreci vardı. Bu süreçte AKP’nin attığı adımlar var. Nazmi Gür arkadaşımız, size komisyonun çözüm raporunu verdi. Okuma fırsatı bulursanız orada kapsamlı değerlendirmeler var. Ama gelinen aşamada, o süreçten geri dönüldü. Bakın geçen gün adına sekizinci yargı paketi denilen bir paket Meclis’ten geçti. AYM kararına rağmen toplumun aleyhine düzenlemelerin yapıldı. Her türlü temel haklarımız ellerimizden alınıyor. Savaş politikası hala gündemde. Tayip Erdoğan dün kabine toplantısı sonrası toplumsal beklentilere cevap vermek yerine ‘Bu yazın Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız” dedi. Yine her gün Rojava’ya müdahale tehdidinde bulunuyor. Toplumun taleplerine verebileceği cevabı olmadığı için bu militarist politikaları devreye koyuyor. Toplumdaki açlık talebine cevap veremiyor, yoksulluk talebine cevap veremiyor, emeklilerin taleplerine cevap veremiyor ama işte militarist söylem ve politikalarla toplumun gerçekliğini örtüyor” diye belirtti.
İtiraz ettiğimiz için yargılanıyoruz
Tuncel, devamla şunları söyledi:
“Bütün bunlara itiraz ettiğiniz için, barış ve demokrasi mücadelesi verdiğimiz için yargılanıyoruz. Sayın başkan bakın 2023-15’te çözüm komisyonunda Kürt sorununa dair tanımlamalar yapıldı. Kimileri ekonomik sorun, kimileri Şark sorunu, kimileri Doğu sorunu, kimileri PKK sorunu dedi bu soruna. Netice itibariyle ortada bir gerçek o da Kürt sorunu. 200 yıllık süreci belirleyen, insan kayıplarına yol açan, doğanın tahribatına neden olan, ekonomik olarak Türkiye’yi çökerten bir gerçeklikten bahsediyoruz. Artık bunu konuşmak gerekir. Gelinen noktada sorun Türkiye için hem sürdürülmesi hem de yönetilmesi zor bir mesele haline gelmiştir. Türkiye’nin vatandaşlarına eşit ve birincil sınıf vatandaş olduğu his olduğu hissetmesi, muasır medeniyet seviyesi düzeyinde bir düzen tesis etmesi ve büyük devlet olma iddialarını devam ettirmesi için bu meseleyi çözmesi gerekmektedir. Hadise’nin varlığı hassas. Toplumsal psikolojinin doğru yönetilmesi ve ortak aklın kullanılması zorunlu kılmaktadır. Diyelim, yani tespit bu. Yani ne olursa olsun gerçekten Kürt meselesi artık Türkiye’de sürdürülemezdir. Çözüm süreci tartışmaları da rafa kaldırılmış olabilir, masa devrilmiş de olabilir ama bu sorunun çözümünü kendisini dayattığı gerçekliğini ortadan kaldırmaz.
Savcı terör ve terörizm kavramlarına baksaydı
Bu tarz sorunların dünyada çözüm örnekleri var. Savcı bey keşke uluslararası hukukta terör, terörizm ve şiddet kavramlarına baksaydı. Eğer baksaydı böyle saçma bir mütalaa yazmadı. Yani cezalandırma üzerine değil de bu rapora baksaydı, onarıcı adalet diye bir adaletten bahsedildiğini de görecekti. İnsancıl hukuk yani sorunları nasıl çözeceğiz, hangi yöntemle çözeceğiz bunları da görecekti. Ama savcı cezalandırıcı hukuku esas aldığı için Kürtlerin nasıl cezalandırırız üzerinde düşman hukukunu esas aldığı için oradan bakıyor. Sizin heyetinizin de yaklaşımı ne yazık ki bu sürece kadar böyle oldu. Heyetiniz de düşman hukuku üzerinden cezalandırıcı hukuk üzerinden olaya yaklaşıyor.
Devletin 6-8 Ekim’de rolü ne?
6-8 Ekim olaylarında ne oldu? 37 insanın yaşamına mal olan bu olayı açığa çıkartmak gerekmez mi? Halkın demokratik tepkilerini kim provoke etti? Devletin buradaki rolü ne? Paramiliter güçlerinin rolü ne? Kürt siyasetinin rolünü de tartışalım. Ama sizler Kürt siyasetinin rolünü tartışmadan o dönemki çabalarını görmeden cezalandırıcı hukuka göre yaklaşıyorsunuz. Sorunun adını ne koyarsak koyalım. Bu sorunun doğru düzgünlük çözmek zorundayız. Neden? Çünkü bu tip meselelerde birkaç şey var. Bakın iki taraftan biri birini yener sorun çözülür ama yenemediği zamanlarda da müzakere eder. Bunun dünyada bir sürü örneği var. o dönem böylesi bir çalışma vardı ama bir den masa devrildi ve yeniden savaş politikalarına girildi. Kürtler yine suçlu ilan edilmeye başlandı.
Barış olsun, sorun çözülsün
Barış barış olsun, sorun çözülsün. Bunun başka yolu yok. İsrail Filistin meselesini görüyorsunuz… Orada yaşamı yeniden kurulabilmesi için belki 100 yıl gerekecek. Yani savaşın nereye gideceğini de hala belli değil. Nereye gideceği Rusya, Ukrayna savaşında bakın. Önemli olan savaşın başlamaması. Bakın ABD 2000 yılında Irak’a müdahale etti. Irak’ta hala demokratik bir sistem kurulabilmiş değil. Yani o yüzden barış meselesi önemli. Barışı önemsiyoruz. Barışın imkanları var. Devlet birkaç kere PKK ve Sayın Öcalan’ı muhatap aldı. Demek ki bir daha yapabilir. Sorun muhatabı ile çözülür. Dünyada sorunlar böyle çözmüş. Sayın Öcalan’ın hem toplumsal mücadele açısından, Kürt halkı üzerindeki etkisi hem de PKK üzerindeki etkisi çok net olarak çözüm sürecinde ortaya çıktı.
Devlet Öcalan’ı mutlak tecrit altında tuttu
Ateşkes süreçlerinde sayın Öcalan’ın çözüm konusundaki emeği çabası da ortadadır. Şimdi bu liderlik meselesi önemli ama şimdi devlet sayın Öcalan’a ne yaptı? Ağır tecrit koşullarına koydu. Sayın Öcalan şimdi mutlak tecrit altında. Ne ailesi ile ne avukatları ile ne de akrabaları ile görüştürülüyor. Mektup ve iletişim hakkı yok. Düşünebiliyor musunuz 36 aydır sayın Öcalan’dan haber alınamıyor. Yani düşünün toplumda, çözüm konusunda bu kadar önemli bir insanın hakkında ne ailesi ne de toplum haber alabiliyor. Bu, savaşa devam edelim demektir. Biz devlet olarak çözüm istemiyoruz, barış istemiyoruz demek.
Devlete hatırlatıyoruz
Bakın daha önce de Leyla Güven öncülüğünde büyük bedeller verilen bir açlık grevi oldu. o dönem ki açlık grevi eylemlerinde 13 tane genç yaşamını yitirdi. 2010 yılında da açlık grevleri yapıldı. Şimdi ise dönüşümlü süresiz açlık grevi eylemleri devam ediyor. Umarım burada da büyük bir acılar yaşanmadan bir süreç barışa evrilir. Hala bir görüşme yok. Biz devlete şunu hatırlatıyor ve diyoruz ki, kendi yasalarınızı uygulayın. Hani kişiye özel yasa olmazdı. Ama mesele sayın Öcalan olunca… Burada sayın Öcalan şahsında Türkiye barışı tecrit ediliyor ve yargılanıyor. Sayın Öcalan şahsında Kürt halkı yargılanıyor. Türkiye’deki barış umudu yargılanıyor. Bütün mesele bu. Bu yaklaşım kabul edilebilir bir yaklaşım değil.
Dünyada sayın Öcalan’ın görüşleri tartışılıyor
Bakın bütün dünyada sayın Öcalan’ın görüşleri tartışılıyor. Öcalan’ın felsefesi tartışılıyor. Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu projesi halkların bir arada yaşama anlamına geliyor. Çözüm sürecinin başarıya ulaşması için liderlik pozisyonda olan sayın Öcalan’ın özgür olması, kendi militanları ile konuşması, kendi halkı ile konuşabilmesi lazım. Biz sadece Biz sadece Tayyip Erdoğan’ın sesini duyuyoruz. Başka kimsenin sesini duymuyoruz. Bu olmadığı sürece olmaz.
Neyle karşı karşıyayız
Bu çözüm süreçlerinde çıkartılacak dersler barışı anlamak için önemlidir. Çözüm ve çatışma arasındaki farkı iyi görmek gerekir.Neyle karşı karşıyayız? Bu mesele nasıl çözülecek. Yani dili değiştirmek, zihniyeti değiştirmek, barışı toplumsallaştırmak gerekir. O yüzden bir pozitif sürece ihtiyaç var. Tayyip Erdoğan bilerek isteyerek bu süreci sonlandırmıştır. Çünkü bu sürecin toplumun yüzde 80’inin desteğini aldığı bir süreçti. Barışa gitmenin önünde hiçbir engel yoktu. Toplumsal psikoloji de buna hazırdı. Kadınlar buna hazırdı. Herkes buna göre çalışma yürütüyordu ama buna hazır olmayan iktidar ve devletin o ‘derin devlet’ diye ifade ettiği güçlerdi. Çünkü onlar barışı kendi çıkarlarına karşı gördüler. Türkiye’yi bu karanlığa onlar sürükledi.
‘Bir kez daha çağrı yapıyorum…’
Şimdi ben bir kez daha Türkiye’deki iktidara, muhalefete, sivil toplum örgütüne çağrı yapıyorum. Gelin artık bu sürdürülemez duruma karşı barış için adım atalım. Bu mesele bu devletin insafına bırakılmaz. Barış toplumun işidir. Çünkü barıştan en çok toplum ve halk kazanır. Başka şansımız yok. Bunun için de işte barışta rolü olan kesimlerin özgürce konuşabileceği, topluma ulaşabilecek olanakların yaratılması gerekiyor. Dolayısıyla bilen bir kez daha Türkiye halklarına barış için, özgürlük için inisiyatif almayan iktidarı buna zorlamaya çalışıyorum.”
Duruşmalar 18-19 Mart’a ertelendi
Mahkeme heyeti, tutuk incelemesi için 18 Mart’ta sanıkların son sözlerini almak için ise 19 Mart günü duruşma yapılmasına oy birliği ile karar verdi.
(MA)