Fatoş OSMANAĞAOĞLU yazdı – Rusya ve Ukrayna yani gezegenin “ekmek sepeti” bu savaş nedeniyle tedarik zincirlerinden ve yardım ağlarından atıldığında tüm dünya bunu hissedecek. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, buğday, mısır, ayçiçeği ve yağı gibi tahıl fiyatlarının ve gübre, tohum fiyatlarının daha da yükselmesine neden oldu.
Emperyalistler arasındaki yeni çatışma süreci tüm dünya halklarını etkileyen bir dönemin de başlangıcıdır. Bir tarafta ABD ve AB’nin NATO’nun genişlemesi, IMF’in Ukrayna’ya diz çöktürmek için neoliberal politikalarını uygulatmak ve Rusya’yı köşeye sıkıştırmak için yaptığı hamleleri görüyoruz. Diğer tarafta ise Putin’inki kesinlikle uluslararası finans kapitalin ekonomik ve askeri hegemonyasına karşı bir mücadele değil. Uluslararası finans kapitalin çıkarları doğrultusunda hareket eden örgütlere karşı komşu bir ülkenin egemenliğinin yanında ideolojik bir savaş yürütmüyor, onun endişesi sadece Rus güvenliği ile; NATO tarafından kuşatılmayan Rusya ile sınırlıdır.
Hal böyleyken Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve emperyalist güçlerin sürdürdüğü savaş, sadece bölgeyi doğrudan etkilemiyor, çünkü içinde yaşadığımız dünya kapitalizmin geldiği aşama itibarıyla Brezilya’dan Yemen’e, Afrika’dan Hindistan’a ve Türkiye’ye yoksul halklara doğrudan etki ediyor.
Önce savaşa kadar yaşanan sürece bir bakalım; Kapitalizmin 2008’den bu yana çözemediği krizi, yükselen dolar ve bununla birlikte petrol ve doğal gaz fiyatlarının artışı, iklim krizinin gezegenin pek çok yerinde oluşturduğu daha fazla kuraklık ve seller, neoliberal sistemin önemli ayaklarından DTÖ’nün üye ülkelerine tüm gezegende endüstriyel tarım şirketlerini korumak için yerel tarım üretiminin yüzde 5’ini zorunlu ihraç etme baskısı ve Covid Pandemisi’nin üretimi düşürmesi, biyolojik çeşitlilik kaybı, günlük gıda teminini sağlayamayan milyonları katlayarak artırmış, gıda güvenliğinin tamamen bozulmasına yol açmıştı.
Gıda güvenliği tümüyle yok oluyor
Endüstriyel tarım gezegeni ele geçirmiştir, tüm ülkeler endüstriyel (kimyasal) gübreden tohuma ithalat yaparak tarımsal üretimlerini sürdürüyorlar. Buna tarımda kullanılan enerjiyi de eklediğimizde maliyetler iyice artmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz akut gıda güvensizliğinin durumuna iki örnek verirsek şimdiye kadar yaşananların, bundan sonra yaşanacakların habercisi olduğu daha net anlaşılacaktır:
Etiyopya’nın Tigray bölgesinde Kasım 2020’den beri devam eden iç savaş nedeniyle bölge nüfusunun yüzde 75’ine tekabül eden 4.5 milyon kişi açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dünya Barış Vakfı (WFP) savaş hakkındaki son raporunda kitlesel ölümlerin artmasının beklendiğini belirtti.
Savaşın hırpaladığı Yemen’de 17 milyon insan aç. BM Dünya Gıda Programı Ajansı (FAO), dünya gıda programına göre nüfusun tamamının açlığın eşiğinde olduğunu söylüyor, FAO zaten gıda yardımını yüzde 40 azalttı, şimdi Ukrayna savaşının ardından savaştan önce yükselen fiyatlar nedeniyle aç olmayan 8 milyon insan da açlıkla yüz yüze gelecek, dünya gıda programındaki milyonlarca insanın tayınları daha da azalacak.
Gezegenin “ekmek sepeti” boşalıyor
“Ekmek sepeti” çünkü yoksulların en çok tükettiği besin tahıldır, yani un, ekmek ve makarnadır. Tahmin edin, BM Dünya Gıda Programı, 2021’de dünyanın dört bir yanındaki açlar için malzemelerinin yarısından fazlasını nereden sağladı? Evet, Ukrayna. Rusya ve Ukrayna yani gezegenin “ekmek sepeti” bu savaş nedeniyle tedarik zincirlerinden ve yardım ağlarından atıldığında tüm dünya bunu hissedecek. Her ikisi de gıda üreten güç merkezleri olan Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, buğday, mısır, ayçiçeği ve yağı gibi tahıl fiyatlarının ve gübre, tohum fiyatlarının daha da yükselmesine neden oldu.
Dünya buğday ihracatı ortalama 200 milyon ton. Bu ihracatın yaklaşık yüzde 30’u, 60 milyon tonu Rusya ve Ukrayna tarafından gerçekleştiriliyor. Ayçiçeği tohumu ihracatının yüzde 32’sine denk gelen 1 milyon 250 bin tonunu, mısır ihracatının yüzde 19’u olan 38 milyon tonunu, arpa ihracatının yüzde 31’ini oluşturan 10 milyon 500 bin tonunu Rusya ve Ukrayna gerçekleştiriyor.
Rusya dünyanın tek ve en büyük gübre (azot gübresi, kimyasal, doğalgazla üretiliyor) ihracatçısıdır, dünya ihracatının yaklaşık %15’ini oluşturuyor ve şimdi yaptırımlar nedeniyle bu gübrenin çoğu ulaşılamaz durumda, gıda fiyatlarındaki rekor artışların yanı sıra gübre fiyatları daha da hızlı arttı, gübre maliyeti geçen yıl iki, hatta üç katına çıktı ve şu anda büyük ölçüde tüm zamanların en yüksek seviyelerinde. Endüstriyel tarımın önemli “getirilerinden” biri! Ayrıca gezegenin diğer yanındaki ülkelerde (Latin Amerika) bile bu gübre kullanılıyor.
“Gıda hakkı” sadece içi boş bir söz müdür
Geçen yıllarda, yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı zaten azalan gübre kullanımı şimdi daha da azalacağı için üretilen tarım ürünlerinin verimi de düşecektir. AB ülkelerinin bir bölümü özellikle Almanya gibi merkez kapitalistlerin çoğu bu fırtınayı atlatabilir, çiftçileri buna hazırlanıyor, bu durumun market raflarına yansımasına engel olabilecekleri görülüyor. Yoksul ülkeler için bunu söylemek mümkün değil maalesef, gıda güvencesizliği büyüyor, hızla artan tahıl fiyatları, dünyanın en yoksul milyonlarca insanının kendilerini beslemek için kıtlıkla mücadele etmek zorunda kalacağını gösteriyor.Burada bir hatırlatma yapmakta yarar var, tarım ürünleri, özellikle tahıl üreten çok sayıda ülke iç talebi karşılamak için ihracatlarını da durdurdu, bunlardan biri de Türkiye’dir. Gıda arzındaki düşüşün zaten aç olan ülkeler için oluşturulan yardım programlarını da doğrudan etkileyeceği FAO’nun öngörülerinde mevcuttur. Afrika ülkeleri besleyiciliği en düşük yağ bile olsa ayçiçek yağını Ukrayna’dan alıyordu, şimdi bu yağ devre dışı kalınca Latin Amerika’dan soya yağı (GDO’lu) veya ABD’den kanola yağı (bu yağ hem hibrit hem de GDO’lu, tam bir endüstriyel üretim) almaları gerekiyor fakat diğer kalemlerdeki (taşıma için petrol, dövizde artışlar, üretici ülkelerin ihtiyaçları vb..) fiyat artışları nedeniyle bu da çok zor.
Türkiye’de gıda krizi savaştan önce de vardı
Önce geçtiğimiz yılların bir tablosunu ortaya koyup sonra geleceğe bakmak durumumuzu tahlil edebilmek açısından önemli.
Son 16 yılda tarımsal iş gücü azaldı yani çiftçi tarım yapmayı bıraktı, sadece ekilebilir tarım alanlarının yüzde 10’unda tarım yapılmıyor. Bu rakam 4 milyon hektara yakın. Durum böyle iken iktidar Afrika’da tarım alanlarını kiralamaktan söz etmekteydi, mesele aslında birkaç şirketin kazancı idi tabii. Durumun vahametini anlamak bakımından bir hatırlatma yapalım, Avrupa Topluluğu Parlamentosu halen bütçesinin yüzde 40’ını tarıma ayırıyor, bu oran bizde 2 yıl önce 1,8 idi, şimdi daha da düşmüştür.
Yukarıdaki bilgilerin içerisinde meralar yok, hayvancılıkta meralar çok önemli çünkü ot ve otlatma temini için kullanılıyor. Meralar yok oldu, sermayeye devredildi. Maden, HES, RES veya GES’ler için gözden çıkarıldı. Bu alanlarda halkın tarım (tarım için çiftçi kalan alanlardaki suları da kullanamasın diye su saatleri takarak bir kez daha mağdur ettiler) ve hayvancılık için ortak kullanım alanları kabul edilen sular da sermayeye devredildi. Su yaşamdır, orman ve su ekosistemleri yok edildiğinde yaşam yok olur.
Endüstriyel tarımın tekelleri, Lipton, Ferrero, Cargill, Monsento ve Bayer gibi şirketlere daha fazla yer açmak için çıkarılan yasalar tarım topraklarını zehirleyip daha fazla ilaç (zehir diye okuyun), gübre ve endüstriyel tohum kullanımı ile çiftçiyi bankalara ve tarım tekellerine borçlandırdı.
Şimdi son birkaç yıla bakalım. Ekosistemlerin tahribatının boyutu iklim krizine sıçramalı olarak yansıyor. IPCC’nin geçen yılki verileri önümüzdeki 5 yılda çok daha kötü günlerin bizi beklediğini muştuluyor. Hafızamızı çok hızlı tazelediğimizde, geçen yıllarda orman yangınları, seller ve kuraklık ne kadar arttı görüyoruz.
Enflasyonun tavan yaptığı bir ülkede yaşıyoruz. Döviz, elektrik, doğal gaz, mazot, su ve gübre fiyatlarındaki artışlar çiftçinin ve tüketicinin belini iyice büktü. Elektrik, doğalgaz ve akaryakıt fiyatlarındaki değişimi gösteren yıllık enerji enflasyonu Şubat 2022’de yüzde 97’dir.
Sadece halkın temel gıda ürünlerinden ekmek için Halk Ekmek kuyruklarının fotoğraflarına bakmak durumu anlamak için yeterli. Bu fotoğrafların aynısı FAO’nun sitesinde Afrika’dan var. Geçen yıl çiftçi fiyat artışları nedeniyle çok az gübre kullanabildi, özellikle tahılda her geçen yıl düşen ürün miktarı, bu durum nedeniyle daha da düşecek. Buğdayda hasat zamanına çok az kaldı ve gübresi az veya gübresiz ürünlerin durumunun çok kötü olduğu, büyümediği şimdiden biliniyor.
Son iki yıldır tüm dünyada olduğu gibi bizde de Covid 19 Pandemisi’nden tarım da doğrudan etkilendi. Hem içeride üretim düştü hem de endüstriyel tarımın önemli gereklerinden ithal ettiğimiz gübre vs. azaldı, taşımacılık fiyatlarla beraber etkilendi hem de ihraç eden ülkeler kendi ihtiyacını öne aldığı için gıda ithalatı etkilendi. Bu duruma örnek olarak Hindistan ve Kanada’yı verebiliriz.
Rusya Ukrayna’yı işgal etti ama Türkiye’yi de doğrudan vurdu
Türkiye tarımsal üretimde geçmişte kendi ihtiyacını karşılayabilen bir ülke idi bugün ise neredeyse tüm üretimini gübreden samana ithalata bağımlı olarak yapıyor ayrıca yukarıda belirttiğimiz iktidarın politikaları nedeniyle üretim yetmediği için buğday, arpa, ay çiçek yağı, baklagiller gibi gıdaları ithal ediyor. Bunların büyük bir çoğunluğunu da Rusya’dan, kalan kısmını da Ukrayna’dan ithal ediyor. Yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı bu ihtiyaç bu yıldan itibaren daha da artacak.
Türkiye’nin Rusya’dan 2021 yılında yaptığı toplam tarımsal ithalat 4,3 milyar Dolar. Rusya Tarım Bakanlığı Federal Ajansı’nın açıklamasına göre; Türkiye’nin 2021’de Rusya’dan tarım ürünleri ithalatı yüzde 38 arttı ve 4,3 milyar Dolar’a çıktı. Türkiye, 2021 yılında, Rusya’dan 1,8 milyar Dolar değerinde 6,7 milyon ton buğday ithalatı yaptı. Türkiye, 2021 yılında Rusya’dan ayçiçek yağı ithalatını yüzde 42 artırdı. Bu ülkeden 913 bin ton ham yağ ithalatı karşılığında 1,1 milyar Dolar ödendi.
Ayçiçek yağı ithalatında da Türkiye ilk sırada. Önceleri Rusya’dan ayçiçek yağı tohumu ithal ediyordu, şimdi ise Rusya kendi tesislerinde ayçiçek çekirdeğini kırararak yağ haline getirdiği için yağ ithal ediliyor. Yoksul halkın en çok kullandığı yağ üretimi yok edildiği için çok büyük bölümü ithal ediliyor. Ülkenin tablosunun özeti; çiftçisi tarımı bırakmış kent çeperinde işçi ya da işsiz, kent yoksulları yüksek enflasyon ve döviz fiyatları nedeniyle satın alma gücü iyice düşmüştür, ithal edilen yağın fiyatı da bir önceki yılın zeytinyağı fiyatlarıyla eşdeğerdir.
Rusya’dan ithalatın en çok arttığı ürünlerden birisi de arpa oldu. Türkiye, 2021’de Rusya’dan 1,2 milyon ton arpa ithalatı yaparken değer artışı 4,2 kat artarak 309 milyon dolara ulaştı. Rusya’dan arpa ithalatında da Türkiye birinci sırada. Türkiye, aynı dönemde Rusya’dan 1,1 milyon ton kepek ithalatı yaptı. Kepek ithalatındaki artış yüzde 21 oldu. Bunun karşılığında ödenen döviz ise 235 milyon dolar. Türkiye’nin Rusya’dan aldığı baklagillerin ithalatı 4 kat artarak 206 milyon dolara ulaştı.
Rusya’ya uygulanan ambargonun sonucunda bundan sonra tüm ihracatını Ruble ile yapacağını ilan etti ve uygulamaya başladı. Avrupa ülkeleri alternatifler üretmek için çaba gösteriyor ve fakat Türkiye’nin bunu yapabilecek parası da yok, ayrıca tüm tarımsal kalemlerdeki sıkıntı önümüzdeki dönemde daha da derinleşecek, üretimdeki düşüş nedeniyle ithalata bağımlılık da daha fazla artacak. Artan enflasyon, enerji yem ve gübre maliyetlerindeki artış önümüzdeki yıllarda yoksulların gıdaya erişimini iyice azaltacak. Sadece gıdaya, halkın “sağlıklı gıda”ya erişimi zaten yok.
Gıda adaleti için sadece AKP’yi değiştirmek yetmez
Önümüzdeki yıllar çok zor geçecek, yoksullaşma daha da artacak. Petrol’den doğalgaza, gübreden samana ithalata bağımlı yüzde 100’ün üzerinde enflasyonu olan bir ülke Türkiye. Tarım ülkesi iken tarım ürünleri ithal eden bir ülke haline geldi. İç tüketimin yanı sıra ihracatını yaptığı gıdalar yani işlenmiş tarım ürünleri olan un ve makarna sektörü doğrudan etkilenecek.
Neoliberal politikaların sonuçlarını çok acı biçimde deneyimliyoruz ve daha kötü günler bizi bekliyor. Fakat önceliğimiz bu ceberrut iktidarı değiştirmek olsa da, yerine gelecek olan CHP öncülüğündeki karşı bloğun da aynı politikalarla devam edeceğini bilmemiz gerekiyor. Gerçek bir değişim ancak gerçek anlamda halktan, kadınlardan, doğadan yana bir demokratik ve sosyal cumhuriyeti inşa etmekle mümkündür. Bunu sağlayacak örgütlenmeyi bugünden başlatmak zorundayız.