1994’te milletvekili iken dokunulmazlığı kaldırılan ve Orhan Doğan, Hatip Dicle, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Leyla Zana ile birlikte tutuklanan Mahmut Alınak, dün yaşamını yitiren DGM eski başsavcısı Nusret Demiral’la ilgili bir anısını paylaştı: “Nihayet elime düştünüz, artık elimden kurtulamazsınız; sizin için idam cezası isteyeceğim”
Mahmut Alınak’ın da aralarında bulunduğu Demokrasi Partisi (DEP) milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Leyla Zana DGM Başsavcısı Nusret Demiral’ın talimatıyla meclisten çıktıkları esnada yaka paça gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardı.
Alınak’ın Nusret Demiral ile ilgili anısı yakında yayımlanacak olan “Geriye Dönüp Baktığımda” adlı kitabında da yer alacak.
Alınak, “Bugün yaşamını kaybeden bir zamanların ünlü DGM Başsavcısı Nusret Demiral’la meclisten gözaltına alınarak götürüldüğümüz DGM’ de neler yaşadık?” diyerek söz konusu anısını paylaştı.
“Geriye Dönüp Baktığımda” adlı kitapta yer alacak söz konusu bölüm şöyle:
“DGM’nin önü milletvekillerine destek olmak için gelen binlerce taraftarla dolup taşıyor. Taş binanın geniş basamaklı merdivenine doluşan gazete ve televizyon muhabirleri itiş kaçış içinde bekliyorlar. Milletvekilleri arabalardan inip omuzlarında ağır tarihi bir sorumlulukla yavaş yavaş merdivenden yukarı çıkıyorlar. Merdiven başında soluklanmak ister gibi dönüp aşağıda kendilerini bekleyen büyük kalabalığa bakıyorlar. O an saniyeler altın değerinde; kendilerini uğurlamaya gelen yakınlarına ve partili arkadaşlarına uzaktan el sallıyorlar. Bu veda, bir alkış tufanı ve zılgıtlarla selamlanıyor. Bu ilgiyle kanları ateşlenen milletvekilleri yorgunluklarını unutup, kamçılanmış bir coşkuyla kalabalığı tekrar tekrar selamlıyorlar. Alkışlar ve zılgıtlar DGM’nin taş duvarlarında yankılanırken, onlar yüzlerinde veda gülücükleriyle binanın alacakaranlık demir kapısının ağzında gözden kayboluyorlar.
Kapı şangırdayarak arkalarından kapanınca, dışarıdaki alkış ve zılgıt sesleri bıçakla kesilir gibi kesiliyor. Ürpertici bir sessizlik yankılanıyor binanın içinde. Milletvekilleri buz gibi soğuk bir boşlukla sarılmış olarak buluyorlar kendilerini. Dışarıdaki hayatla aralarındaki köprüler bir anda yoklara karışıyor. Telsiz sesleri ve aceleci ayakların betonda çıkardığı takırtılar binanın somurtkan duvarlarında yankılanınca, içerideki gri hava daha da koyulaşıyor.
Milletvekilleri polislerce ikinci katta tüm eşyası tahta bir masa, küçük bir kitaplık, birkaç basit koltuk ve masanın önündeki bir sehpadan oluşan daracık bir odaya alınıyorlar. Penceresi kör bir cepheden ışık alan odada orta yaşlarda bir erkek, masada dalgın bir halde bilgisayarda yazı yazıyor. Yazmaktan çok can sıkıntısından bilgisayarın tuşları ile oyalanıyor gibidir. Biraz mahcup, biraz utangaç bir hali var adamın; konuşurken yüzü kızarıyor. Milletvekilleri onun zabıt kâtibi olduğunu düşünüyorlar. İzin istemeden odadaki boş koltuklara oturuyorlar. Hâlâ milletvekili havasındalar; oturdukları koltuklar daha ısınmadan biraz da üst perdeden adamdan çay söylemesini istiyorlar. Adam kısa bir tereddüt geçiriyor, parmakları bilgisayarın tuşlarında birkaç saniye hareketsiz kalıyor. Sonra bakışlarını bilgisayardan alıp masadaki telefona uzanıyor, telefonun tuşlarını isteksizce çevirerek yumuşak bir sesle çay istiyor. Adam telefonda çay söylerken, milletvekilleri ondan izin istemeden sigaralarını yakıyorlar. İçerisi az sonra masmavi bir duman bulutuyla kaplanıyor.
Milletvekilleri birkaç dakika sonra beyaz önlüklü dalgın bir garsonun getirdiği çayları yudumlarken, masadaki adam başı önde bilgisayarın tuşlarında gezinmeye devam ediyor.
Adam beş on dakika sonra çalan telefonda kısık bir sesle kısa bir görüşme yaptıktan sonra milletvekillerine, “Sizi başsavcı bey bekliyor,” diyerek yavaşça masadan kalkıyor. Milletvekilleri sigaralarını söndürüp onunla birlikte odadan çıkıyorlar.
Sessizliği kalın bir palto gibi üstünde taşıyan bu adamın kendilerini birkaç gün sorgulayacak Savcı Talat Şalk olduğunu öğrendiklerinde şaşıracaklardı. Bu savcının yıllar sonra Abdullah Öcalan’ı da İmralı Adası’nda sorgulayacağını elbette bilemezlerdi.
Milletvekilleri odadan çıkınca, kapının önünde bekleyen polisler hareketlenip onları araya alıyor ve başsavcının odasına götürüyorlar.
Polis müdürü kapıyı çalıp milletvekillerini odaya alıyor. Zamanın ünlü DGM başsavcısı Nusret Demiral, odanın baş tarafındaki gösterişli kahverengi masasında yüksek bir kayaya azametle kurulmuş yaşlı bir kartalı andırıyor. Milletvekilleri zengin döşenmiş odaya daha yeni adım atmışlardı ki, Başsavcı oturduğu masada ellerini iştahla ovuşturarak, kin dolu bir sesle, “İki senedir peşinizdeydim,” diye gürlüyor. “Nihayet elime düştünüz, artık elimden kurtulamazsınız; sizin için idam cezası isteyeceğim.” Bu çok soğuk bir karşılama milletvekillerini şok ediyor.
Başsavcının düşmanlık dolu bakışlarında, avını yakalamış haris bir avcının gözlerindeki parıltıya benzer bir ateş yanıp sönüyor.
Masada kurumla oturan başsavcının her iki yanında yüzlerinde tahtaya kalkmış öğrencilerin ciddiyetiyle birkaç adam ayakta duruyor. Ceketleri ilikli, ellerini saygılı bir eda ile yanda tutuyorlar. Milletvekilleri onların savcı olduklarını sorgu sırasında öğreniyorlar. Zabıt kâtibi sandıkları Savcı Talat Şalk da aralarında duruyor.
Nusret Demiral’ın tehditkâr sözleri milletvekillerinde soğuk duş etkisi yapıyor. Kısa bir şaşkınlık geçirip başsavcının elini sıkarak masanın önündeki deri koltuklara oturuyorlar. Başsavcı; “Sorgunuz TEM’de yapılacak, şimdi oraya götürüleceksiniz,” diyor. Milletvekilleri adalet bakanının kendilerine ifadelerinin adliyede alınacağına dair güvence verdiğini söylüyorlar.
Başsavcının yüz çizgileri geriliyor; gözleri ateş saçarken, “Yok öyle şey, şimdi emniyete gidiyorsunuz!” diye kestirip atıyor.
Milletvekilleri acı bir aldanışla tokat yemiş gibi oluyorlar. Devlet bin yıllık tarihi boyunca nice sözler vermiş ama hiçbirini tutmamıştı. Milletvekilleri bunu bilmez değildi. Konuşmanın hiçbir yararı yok; ayağa kalkıp başsavcıya, “İyi günler,” diyerek hayal kırıklığı içinde odadan çıkıyorlar. Kapıda polisler bekliyor; Polislerin kuşatmasında alt kata indiriliyorlar.
Binanın arka kapısından dışarı çıkarıldıklarında etrafta in cin top oynuyor. Kapının önünde bekleyen beyaz bir minibüse bindirilip emniyet müdürlüğüne götürülüyorlar. Ankara; caddeler boyunca akıp giden trafiği ve kaldırımlarda günlük sorunları yüklenmiş insanlarıyla hareketli saatler geçiriyor.”