Meriç Gök yazdı – 18. yüzyıl sonunda kurulan şehrin altında da bu tarihten itibaren kumtaşı ocakları açılmaya başlar. Bunun sonucunda tünellerle hızla geniş bir alana yayılmış bir yeraltı ağı oluşur. Bugünlerde labirentin girişlerinin çoğu, olası bir Rus müdahalesine karşı savunma amaçlı bir önlem olarak kapatılmış durumda.
*Richelieu dükü Arman de Plesis’in kum torbalarıyla korunan anıtı.
“Her şeyden önce bu kentte, sözgelimi, Maupassant
gibi bir yeteneği yetiştirecek koşullar vardır.”
İzak Babel
Bazı şehirlerin sembolleri vardır ve bu semboller doğal veya tarihsel-kültürel bir varlıktır. Sözgelimi, Paris’in Eifel kulesi, Berlin’in Brandenburg kapısı, İstanbul’un Ayasofya’nın yanı sıra Boğaz’ı, Venedik’in kanallarının yanı sıra San Marco meydanı, Edirne’nin Selimiye camisi gibi… Bu simgelerden bazıları da bir sanat eseri sayesinde vücut bulur: İspanya’nın Guernica kasabasının Picasso’nun tablosuyla özdeşleşmiş olması gibi. Hitler’in hava kuvvetleri tarafından vahşice vurulmuş olan Guernica tüm dünyada Picasso’unun ünlü tablosuyla özdeştir. Odessa’nın sembolü ise Eisenstein’ın ünlü Potemkin Zırhlısı’ndaki merdivenlerdir. Evet, Eisenstein’ın 1905 devrimi sırasında Odessa’ya yanaşan Rus savaş gemisi Potemkin’de denizcilerin çıkardığı isyanı anlattığı filminin, bundan böyle Potemkin Merdivenleri olarak anılacak olan bu merdivenlerden aşağı son sürat inen o unutulmaz bebek arabası sahnesi bu merdivenleri Odessa’nın sembolü yapmıştır.
Odessa adının kökeni kesin olarak açıklığa kavuşmuş değildir. Popüler bir efsaneye göre, antik Yunan şehri Odessos’tan (şimdi Varna) türetilmiştir; muhtemelen ismin karıştırılması nedeniyle şehir böyle adlandırılmıştır ‒ bilindiği gibi Varna da Karadeniz’de, Bulgaristan’da bulunmaktadır. İlk kayıtlarda bu yerleşim yeri liman olarak geçmektedir. Kırım hanı Hacıbey buraya büyük bir kale yaptırır ve zamanla nispeten büyüyen bu limandan tahıl ihraç edilir. Bir süre Litvanya dukalığında kalan bölge 1562 yılında Osmanlı İmparatorluğuna geçer. Eski büyük kalenin kalıntıları 18. yüzyıla kadar kalmıştır. 1764 yılı civarında Hacıbey yakınlarında Yeni Dünya kalesi inşa edilir. 4 Eylül 1789’da, 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus İmparatorluğu hizmetinde bulunan ve Katalan-İrlanda kökenden gelen Napolili Amiral José de Ribas komutasındaki birlikler tarafından kısa sürede işgal edilir.
18. yüzyıl sonunda kurulan şehrin altında da bu tarihten itibaren kumtaşı ocakları açılmaya başlar. Bunun sonucunda tünellerle hızla geniş bir alana yayılmış bir yeraltı ağı oluşur. Zamanla, hemen hemen her evin bu labirente bir yerden erişimi olur. Ve aşağıda, bu katakomplarda, üstteki dünyanın kuralları ve yasaları artık uygulanmaz. Odessa’nın yeraltı mezarlıklarına ancak yerel bir rehber eşliğinde girilebilir. Sovyetler Birliği’nde 1934 yılında başlatılan “Büyük Temizlik” kapsamında idam edilecek olan Odessalı ünlü yazar İzak Babel’in ilk dönem birçok kısa öyküsünün kahramanı Yahudi serserisi Benya Krik’tir‒ resmi Sovyet tarihi tarafından uzun süre “siyasal suçlu” olarak görülen Babel’in 1954 tarihli bir yargı kararıyla suçsuz olduğu kabul edilmiştir. Babel’in gangster Benya’yı yerleştirdiği bir zamanların Yahudi gettosu Moldavanka semtindeki Razumovskaya Caddesi’nde şimdi küçük bir inşaat kulübesi bulunmaktadır. Burada daha çok turistlerden oluşan ziyaretçilere mavi bir miğfer ve bir el feneri veriliyor ve ardından demir bir merdivenden Odessa’nın ünlü katakomplarına inilir.
Babel’in Benya Krik’i gibi suçlular da vaktiyle bu yeraltı şehrinde yaşarmış. Halk arasında suçlular dünyasıyla ilgili günümüzde de çok şey anlatılmaktadır. Burada önceden kaçırılan kızları bir süre saklıyorlar ve kayıp kızları arayan biri var mı diye burada bekliyorlarmış. Ve arama durdurulduğunda, kaçırılan kızlar doğrudan limandan gemiyle kendilerini bir haremde ya da genelevde bulacakları bir Arap ülkesine ya da başka bir ülkeye gönderiliyormuş.
Gazete yazarlığının yanı sıra bir Ukrayna uzmanı da olan Bernhard Clasen’in anlatımıyla tüm imparatorlukta Odessa’dan daha “Rus olmayan” bir şey yoktur. 1794’ten itibaren tüm ülkelerden maceracılar, aydınlanmış özgür ruhlar ve girişimciler Karadeniz’e, bozkırın kenarına gelirler. Her mezhepten kiliseler inşa edildi, Yahudilerin yerleşmelerine izin veriliyordu, çiftçiler köylerden kaçıp geliyordu, bu yeni şehir hakkında söylentiler yayıldı ve bu şehir, onun çağrısına kulak vermeyenlerin bile aklında kaldı‒ artık bir “Odessa efsanesi” doğmuştu. Puşkin de bir bölümünü Odessa’da kaleme aldığı Yevgeni Onegin’de şehrin özgürlüğü ve doğallığından övgüyle söz eder.
Kalenin Ruslar tarafından işgal edilmesinden iki yıl sonra 1794’te Çariçe Katerina’nın talimatıyla buraya Odessa şehri kurulur ve Katerina, Amiral De Ribas’ı, şehrin ilk kurucu valisi olarak atar. Şehrin ikinci valisi Fransız asıllı Richelieu dükü Armand-Emmanuel du Plessis, Rumlar, İtalyanlar, Ermeniler, Yahudiler, Almanlar, Polonyalılar, Moldovalılar, Ruslar ve Ukraynalılar’ın yaşadığı bu çok etnisiteli nüfusla nasıl bir şehir inşa edilmesi gerektiği üzerine kafa yormuş bir yöneticiydi. Sonunda farklı etnisiteler arasında çatışmalar olan şehirde barış ve huzuru sağlamanın yolunun kültürün desteklenmesinden geçtiğine inanır ve bu nedenle ilk işi şehre bir opera binası kazandırmak olur. Akşam tiyatroya giden, hatta koroda şarkı söyleyen biri bile ertesi sabah diğerlerine saldırmaz. Başkaları gibi polisiye önlemleri artırmak yerine böyle düşünür şehrin kültür ve sanata önem veren valisi Armand du Plessis. Plessis’in yaptırdığı ilk opera binası bir yangında tamamen yanmış fakat onun yerine yapılan bugün hâlâ ayakta ve dünyaca ünlü.
Nemli ve kaygan zeminli tam bir labirent şeklindeki bu tünellerde yapılan bir tur, katakompların çok şey gördüğünü gösteriyor. İnsanlar buraya saklanırlar, Masonlar gizli toplantılarını yaparlardı. Almanların ve Rumenlerin işgali sırasında partizanlar da burada konaklamışlardı. Yeraltındaki küçük bir müzede o döneme ait sayısız belge, eski yataklar, üniformalar ve Nazi işgaline karşı savaşan partizan liderlerinin fotoğrafları sergileniyor.
Bugünlerde labirentin girişlerinin çoğu, olası bir Rus müdahalesine karşı savunma amaçlı bir önlem olarak kapatılmış durumda. Ağırlıklı Rusça konuşan şehir halkı, eğer Rus güçleri Odessa’yı da kontrol altına almak için operasyonlarına başlarsa var gücüyle şehirlerini korumaya kararlı görünüyor. Savaşı “bitmeyen cenaze töreni” olarak tanımlayan Babel, Odessa Öyküleri’nde şehir için “aydınlanma günlerini de, karanlık günleri de görmüştür. Şiirsel mutlu günleri de, çok çaresiz günleri de” diyor.
“Odessa” başlıklı denemesinde Babel; “Odessalı şarkıcılar arasında büyük sesler yok, ama sevinerek görüyorum ki, ( kâh hüzünlü, kâh duygulu) sanatsal bir ifade, heyecan, yumuşaklık, büyü, bir yaşama sevinci var bu seslerde” derken bir bakıma en azından ona haksızlık yapmış olduğu, vaktiyle caz da söylemiş olan Odessalı ünlü şarkıcı Leonid Udyosov’un çok tutulan bir şarkısında ifade ettiği gibi; “ Ah Odessa, deniz kıyısındaki güzel inci, ah Odessa, çok acı çektin!” Çok kültürlü Odessa’nın altın çağı çoktan gitmiş olsa bile, Yunanlılar, Bulgarlar, Yahudiler, Ermeniler ve Belaruslular da dâhil olmak üzere birçok azınlık üyesi hâlâ burada yaşamaya devam ediyor.
Kapitalist-emperyalist blokun barıştan yana görünmekle birlikte Ukrayna’ya sürekli savaş malzemesi göndererek gerçekte iki ülkenin de birbirini olabildiğince kırmasını istediği bu anlamsız savaşın bir an önce son bulması ve ilk roketin dün atıldığı ve isabet ettiği Karadeniz’in, bu “güzel inci”sinin halkıyla birlikte bunun dışında bir zarar görmemesi tüm anti-militaristlerin, tüm savaş karşıtlarının en içten dileğidir.