Özlem KOŞAR Mavi Defter için yazdı: “Mavi Defter’de yalnızca büyük eserler veren, büyük bir politik öngörüye, en doğru taktik zekaya sahip, kendisini proletarya davasına adamış muhteşem bir lider resmedilmez -lider budur zaten, bunu biliriz- satır aralarında onun en insani duygularından da bahsedilir.”
“Kitap üzerine yazılan yazılara bakıyorum mesela, eğer çeviriden bahsetmiyorsa ben onu iyi bir yorum olarak değerlendiriyorum. Genelde çevirmen üzerine ya da çeviri üzerine konuşulmaz zaten. … ” Bu sözler, Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık romanını İngilizceye çeviren Ekin Oklap’tan.[i]
Ben ise şimdi tamı tamına 26 yıl önce çevirdiğim bir kitap hakkında, çevirmeninden istenen yazıyı yazıyorum. Çeviri kitap okumaya karar verirken çevirmenin kim olduğu benim için önemli bir faktör olunca, 26 yıldır birkaç baskı yapmış Mavi Defter’i okumayı seçenlerin, sadece ideolojik nedenlerle değil çevirisinden dolayı da kitabı beğenmiş olmalarını umuyorum.
Ama şimdi Oklap’ın da dediği gibi, çeviri üzerine konuşmayalım, çeviriden bahsedilmiyorsa bunu iyi bir yorum olarak kabul edip kitaba dönelim.
Yapıtlarıyla iki kez Stalin Ödülü alıyor, ardından 50’li yıllarda Sovyet edebiyatında Stalin sonrası yeni özgürlükçü akımdan etkilenen eserlerin yer bulduğu bir edebiyat dergisi yönetiyor Emmanuil Kazakeviç. 1913, Ukrayna doğumlu. Sanatın dahil olduğu bir evde büyüyor ve teknik eğitim almasına rağmen kolhoz liderliğinin yanı sıra bir de tiyatro yönetiyor, oyunlar ve şiirler yazıyor. Kızıl Ordu saflarında katıldığı İkinci Dünya Savaşı’nın bu sanatçı ruhtaki kaçınılmaz etkisiyle, savaşa dair yazdığı ilk öyküsü Yıldız (1947) ile ilk Stalin Ödülü’nü alırken ardından gelen Bozkırda İki Kişi (1948) Parti tarafından topa tutuluyor. Bu eseri için çağdaşları, “o yıllarda ender rastlanan, savaş hakkındaki gerçekler” yorumunu yapıyor. Ama bu, Oder Kıyısında Bahar (1949) ile ikinci Stalin Ödülü’nü almasına engel olmuyor. Mavi Defter romanı ve yine Lenin’in ana karakterini oluşturduğu Düşmanlar öyküsü, Kazakeviç’in son eserleri. Belki de 1962’de aniden ölmese bunların birleşiminden daha kapsamlı bir belgesel roman çıkacaktı, diyor kaynaklar.
Mavi Defter, Şubat Devrimi ile sürgünden ülkeye dönen Lenin’in, gericiliğin yükseldiği Temmuz olayları sonucu Alman casusluğuyla suçlanmasının ardından yeniden ülke dışına çıkmak zorunda kaldığı, ancak bu kez daha yakında, Finlandiya’da bir orman kulübesinde, Partili bir işçi ailesinin kamuflajında ve korumasında geçirdiği kısa dönemi anlatıyor. Bu sonuncu “zorunlu göç” o an ülkedeki en olumsuz karşı devrimci koşullara rağmen Lenin’in, devrimin bir adım sonrasında, devlet konusunda alınacak tutum üzerine çalıştığı bir dönem oluyor.
Biraz dolambaçlı bir yoldan düşünecek olursak iktidarın devrimci lider(ler)e kestiği sürgün/hapis cezaları kendi sonunu hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor sanki. Nihayetinde sürgüne ya da göçe zorlanan lider, devrimin stratejisini ve devrim sonrasının teorisini güçlendirecek bir çalışmanın içinde oluyor hep. İçinden değil de tepeden bakmanın durumu kavramayı daha sağlıklı kılması gibi. “Sürgün sırasında dış etkilerden uzak, rutin çalışmayla; kimi zaman imparatorluk canavarının koca cüssesinde sinek ısırığına benzer belli belirsiz sonuçlar yaratıyor gibi görünen o yorucu çalışma…” (s.7)[ii]
Nitekim Lenin de yaşamının çoğunu ya Sibirya sürgününde ya da yurt dışında geçirmek zorunda kalınca (yazıldığı dönemde “kitapçık”, “broşür” diye nitelenen) birçok eserini buralarda hazırlıyor.
Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi 1895 sonunda hapiste geçirdiği dönemde ortaya çıkıyor. Ne Yapmalı? 1902’de yayımlandığında Lenin Londra’da, öncesinde de Münih’te birinci zorunlu göç dönemini yaşıyor. Materyalizm ve Ampiryokritisizm’in ilk kez yayımlandığı 1909’da bu kez Lenin ve Krupskaya Avrupa’da ikinci göç yıllarında. “İlyiç, 1905 Devrimi’ni ve göç hayatının ikinci dönemini görüp geçirmiş olmasaydı, sanırım Devlet ve Devrim kitabını yazamazdı,” diyor Krupskaya anılarında[iii]. Bunlardan çok daha önce, Aralık 1887’de henüz Kazan Üniversitesi’nde okuyan bir Vladimir İlyiç’ken katıldığı öğrenci gösterilerinden biri sonucunda ceza alıp sürgüne gönderildiği Kokuşkino’da, ablası Anna’yla (ki Anna da sürgündedir) ekonomi ve politika üzerine okumaya başlıyorlar ve burada geçirdikleri süre, Anna ve Vladimir’in gelişip şekillenmesinde önemli bir dönem oluyor.
Avrupa kütüphanelerinde çalışarak Marx ve Engels’ten aldığı notlarla Devlet ve Devrim’in taslağını tuttuğu mavi defteri, onun ölümünden 37 yıl sonra, teorik altyapısını kurduğu o devletin dağılmasından ise 30 yıl önce Kazakeviç’in belgesel romanına konu oluyor. Kuşkusuz Lenin’in Devlet ve Devrim’de bahsettiği “devletin yok olup gitmesi” bu değildi…
Lider ve insan olarak Lenin
1960’lar Sovyet devletinde, Stalin kültünün yıkılmasa bile tartışmaya açıldığı bir döneme işaret ediyor. 1956’daki 20. Parti Kongresi’nin gizli oturumu, Stalin’in ardından seçilen Kruşçev’in Stalin eleştirilerine sahne oluyor ve kitabın da yazıldığı aynı yıl (1961), Stalin’in tahnit edilmiş naaşı Lenin Mozolesi’nden çıkarılarak Kremlin Duvarı Mezarlığı’na defnediliyor. Her ne kadar Kruşçev’in kendisi de lider kültü yaratmak bakımından temiz bir tarihe sahip görünmese de “zamanın ruhu”, Kazakeviç’in bu dönemde, Sovyetlerin kurucu önderini bir kez daha öne çıkararak onun dünya tarihinde ilk kez hayata geçen proletarya diktatörlüğünün, sosyalist devletin teorisini kurduğu eserinin öyküsü sayılabilecek belgesel bir roman yazmasının tesadüf mü yoksa ihtiyaç mı olduğu sorusunu düşündürüyor. Ne de olsa “Tanrıdan dilerim, bizim partimiz, politikalarının gizlice, yukarılarda bir yerlerde, kapalı oturumlarla belirlendiği günleri görmesin, ‘biz daha zekiyiz, biz tüm gerçekliği biliyoruz ve kitlelere sadece yarısını, sadece çeyreğini, sekizde birini söyleriz’ demesin” (s.106) ve “Evet, yoldaşları ikna edebilmekten onur duyarım. Lider, düşüncenin mutlak özgür olduğu bir ortamda insanları etkileyebilen kişidir. Ama karara varıldıktan sonra artık özgür düşünce olamaz. …” (s.110) dedirtiyor Kazakeviç romanında Lenin’e. Sovyetler Sovyet olmaktan çıktığı için “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını geri çekme konusunda Zinovyev’le tartışmalarında, konu kitlelere gerçeği söylemeye gelince “Geçen nisanda, döndükten hemen sonra, Taurida Sarayı’nda yaptığın konuşmayı hatırlıyorum. Henüz tek bir işçiyle konuşabildiğin için olayları bütünlüklü göremediğini söylemiştin. Bu ifaden Menşeviklerin kahkahalarına, … yol açmıştı…” diyor Zinovyev. Lider, durumu idare etmek için bilmediğini bilir gibi yapması gereken biri değildir Lenin’e göre, böyle söylemiştir “çünkü gerçek budur”. Lider her durumda her şeyi bilmesi gereken ilahi bir güç değildir, aksine, “… ertesi sefer Putilov’dan, Truboçni’den ve diğer fabrikalardan pek çok işçiyi gördüğümü ve durumlarını çok iyi bildiğimi söylediğimde de herkes bana inanmıştı” (s. 105) diyebilecek biridir.
Mavi Defter’de yalnızca büyük eserler veren, büyük bir politik öngörüye, en doğru taktik zekâya sahip, kendisini proletarya davasına adamış muhteşem bir lider resmedilmez –lider budur zaten, bunu biliriz– satır aralarında onun en insani duygularından da bahsedilir. Onu Finlandiya kırlarındaki gizli kulübeye götüren kayıkta “ıskarmozların gıcırtısını ve suyun çıkardığı sesleri” dinleyerek ilerlerken “yıllardır ilk kez derin bir dinginliğin içinde” olduğunu hisseden, Şubat Devrimi’nden sonra Petrograd’a varışında kendisini karşılayan büyük kalabalığa seslenirken önünde uzanan “kasket denizine” karşılık kendi başındaki melon şapkanın aykırılığından utanıp onu “bir daha takmamak üzere çıkarıp arkasına saklayan”, yine kendisini böyle bir kalabalığın karşılayacağını tahmin edemeyip kız kardeşinin evine gitmek üzere taksi bulamayacağını düşünerek telaşlanan ve “belki de biraz üzüntüyle bir daha hiç taksiye binemeyeceğini, bir daha hiç ‘özel yaşamı’ olamayacağını düşünen”, karısı üzülmesin diye saklandığı kulübenin kötü koşullarından ona bahsedilmemesini isteyen, kimi zaman kendini “kederli hisseden”, “aşırı sinirsel gerginliğe yakalandığı” zamanlar olan, devrime bu kadar yaklaşmışken sürgünde kaybettiği yoldaşları için kederlenen Vladimir İlyiç’i insan olarak da görürüz.
Ve şimdi bunu böyle görmeye, en az 1961’de olduğu kadar ihtiyacımız var. Liderleri tanrı katından indirip fanilerin arasına katmak, kurtarıcı beklemek yerine kitle olarak gücünün farkına varmak. Dünyayı yalnızca filmlerde süper kahramanların kurtardığını, lider kültünü yalnızca resmi tarihin yarattığını unutmamak. “Öyle mi Alay Komutanı” diye posta koymak için sınıf bilincine, on beş yaşında eline afişini alıp okulunun önünde boykota başlamak için çevre duyarlılığından başka bir şeye ihtiyaç olmadığını anlamak.
Mavi Defter’in bir de böyle okunmasını dilerim.
[i] https://t24.com.tr/k24/yazi/ekin-oklap,705
[ii] Sayfa numalı alıntılar: Mavi Defter, Emmanuil Kazakeviç, Evrensel Yayınları
[iii] Lenin’den Anılar, Nadejda Kruspkaya, Yordam Kitap, s.179