David Teurtrie yazdı: Doğu Avrupa’daki kılıç şakırtısı batılı hükümetlerin korkudan ayağa fırlamalarına yol açmış durumda. Rusya, Ukrayna sınırına güçlü ordu birlikleri yığıyor ve Avrupa’nın güvenlik mimarisini reforme etmek için ABD’ye devletlerin toprak bütünlüğünün korunmasını garanti etmeyi önceleyen iki anlaşma taslağı sunmuş durumda. (Çeviri: Cengiz Onur)
Makaleyi kaleme alan David Teurtrie Doğu Avrupa uzmanı olarak Fransız Inalco Enstitüsünde (Institut national des langues et des civilisations orientales) araştırmalar yapıyor ve “Russie. Le retour de la puissance”, Paris (Armand Colin) 2021 adlı bir eseri var. Bu makale Le Monde diplomatique‘in 10.02.2022 tarihinde Almanca yayınlanan aylık sayısından Cengiz Onur tarafından çevrilmiştir.
Mevcut gerginlikler, soğuk savaşın sona ermesiyle başlayan ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesiyle devam eden uzun bir tarihe sahip. Bu gelişmede AB kendi ortak konumunu bulamadı, aksine ABD çıkarları için kullanılmaya izin verdi.
Doğu Avrupa’daki kılıç şakırtısı batılı hükümetlerin korkudan ayağa fırlamalarına yol açmış durumda. Rusya, Ukrayna sınırına güçlü ordu birlikleri yığıyor ve Avrupa’nın güvenlik mimarisini reforme etmek için ABD’ye devletlerin toprak bütünlüğünün korunmasını garanti etmeyi önceleyen iki anlaşma taslağı sunmuş durumda. Bu taslaklarda, NATO’nun doğuya doğru daha da genişlemesini durdurması, Batılı orduların Doğu Avrupa’yı terk etmesi ve ABD’nin nükleer silahlarını Avrupa’dan çekmesi talep ediliyor.
Talepler bu şekilde karşılanamayacağı için Washington’un yanıtı da buna koşut olarak olumsuz oldu.
Bu, Rus ordusunun Ukrayna’yı işgal etme riskini artırıyor. Mevcut durum şu anda iki farklı şekilde yorumlanıyor: Bazıları Moskova’nın Washington ve Avrupa’dan taviz koparma baskısını artırdığına inanıyor. Diğerleri, Moskova’nın Ukrayna’da harekete geçmek için bahane aradığı suçlamasında bulunuyor. Her iki senaryoda da Putin’in bir güç gösteri için neden bu anı seçtiği sorusu ortaya çıkıyor. Neden bu riskli oyunu oynuyor ve neden şimdi?
Rusya, 2014 yılından bu yana başta bankacılık ve finans sektörü olmak üzere ekonomisini şoklara karşı korumak için çok sayıda önlem almıştı. Merkez Bankası rezervlerinin dolar payı azaltıldı. Bugün, Rusların yüzde 87’sinin cüzdanlarında Mir ulusal banka kartı var. ABD, 2012 ve 2018’de İran’da olduğu gibi Rusya’yı Batı Swift sisteminden atma tehdidini yerine getirirse, Rus bankaları ve şirketleri arasındaki nakit akışları yerel bir ödeme altyapısı üzerinden yönlendirilebilir.
Gorbaçov’a sahte vaatler
Dolayısıyla Rusya, bir çatışma durumunda sert yaptırımlara dayanmak için kendisini daha donanımlı hissediyor. Ayrıca, Rus ordusunun Ukrayna sınırındaki son seferberliği 2021 baharında stratejik konular ve siber güvenlik konusunda Rus-Amerikan diyaloğunun yeniden başlatılmasına yol açmıştı. Yine Kremlin, Batı’da seslerini duyurmanın tek yolunun gerilim inşa etmek olduğuna ve yeni ABD yönetiminin Çin ile artan çatışmaya odaklanmak için daha fazla taviz vermeye hazır olduğuna inanıyor gibi görünüyor.
Her şeyden önce Putin; görünüşe göre, Batı’nın Ukrayna’yı “milliyetçi bir Rusya karşıtı” dediği şeye dönüştürme planını engellemek istiyor.(1) Aslında Rusya cumhurbaşkanı, 2014 tarihli Minsk Protokolü ve Şubat 2015 tarihli Uygulama Anlaşması üzerinden Donbass cumhuriyetleri aracılığıyla Ukrayna siyasetinde bir söz sahibi olmayı ümit etmişti. Tam tersi oldu: Minsk anlaşmalarının uygulanması bir çıkmaza girerek ölü bir noktaya ulaştı.
Nisan 2019’da Başkan Volodymyr Zelensky’nin seçilmesi, Moskova’da Kiev ile daha iyi ilişkiler kurma umutlarını artırmıştı. Ancak Zelensky, öncelleri tarafından başlatılan “Rus dünyasından kopma” politikasını daha da güçlendirdi. Ek olarak, Ukrayna ile NATO arasındaki askeri-teknik işbirliği giderek daha da güçlenmektedir. Kendisi bir NATO üyesi olan Türkiye Kiev’e savaş uçağı bile teslim etti. Bu yüzden Moskova Ukrayna’nın Donbass’ı askeri olarak geri almaya teşebbüs edebileceğinden korkuyor.
Dolayısıyla Putin, henüz zaman varken inisiyatifi ele geçirmek istiyor. Ancak mevcut gerilimlere yol açan Rus birliklerinin hareket halinde olması gibi kısa vadeli faktörlerden bağımsız olarak şu durum göz önünde bulundurulmalı: Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana Rusya defalarca dile getirdiği talepleri, Batı bunları kabul etmese de veya en azından meşru görmese de, sadece güncellemenin ötesine gitmemiştir.
Yanlış anlama, 1991’de Doğu Bloku’nun çöküşüne kadar uzanıyor. Varşova Paktı’nın ortadan kalkması, “Sovyet tehdidine” yanıt olarak kurulmuş olan NATO’nun dağılmasına yol açsaydı, bu mantıklı olurdu. Batı’ya yakınlaşmak isteyen eski Doğu Bloku ülkelerine entegrasyon için alternatif yollar da sunulabilirdi.
Zaman uygundu çünkü Rus elitleri imparatorluklarının tasfiyesini hiçbir direniş olmadan kabul etmişti, hiç olmadığı kadar Batı yanlısı idi.2 Örneğin Fransa’dan gelen başka öneriler de eksik değildi, ancak bunlar Washington’un baskısı altında terk edildi. ABD, “zaferin” kendisinden alınmasına izin vermek istemedi ve Avrupa’daki hakimiyetlerini pekiştirmek için Avrupa-Atlantik yapılarının doğuya doğru genişlemesini zorlamaya başladı. Bunun için Orta Avrupa’da etki alanını genişletme hedefinde olan Almanya önemli bir müttefikti.
1997’den başlayarak, Batı 1990’da Gorbaçov’a bunun böyle olmayacağına dair söz vermiş olmasına rağmen, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi uygulandı.3 ABD’de buna önde gelen çevrelerden eleştirel sesler geliyordu. SSCB’ye yönelik sınırlama politikasının mimarı kabul edilen tarihçi George Kennan, bu kararın hem mantıksal hem de zararlı sonuçlarını tahmin etmişti: “NATO’nun genişlemesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana Amerikan siyasetindeki en önemli hata olabilir. Bu kararın Rus kamuoyunda milliyetçi, Batı karşıtı ve militarist eğilimleri körüklemesi, Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir Soğuk Savaşı tetiklemesi ve Rus dış politikasını hiç de istediğimiz gibi olmayan bir yöne itmesi muhtemeldir.”4
1999 yılında NATO 50. kuruluş yılını büyük bir şaşaa ile kutlamış, ilk doğuya doğru genişlemeyi (Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti) hayata geçirmiş ve sürecin devam edeceğini duyurmuştu. Aynı zamanda NATO, Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’ne karşı savaşını başlatmıştı ve böylece savunma ittifakını uluslararası hukuku hiçe sayan bir saldırı ittifakına dönüştürdü. Belgrad’a karşı savaş BM yetkisi olmadan yürütüldüğünden, Moskova son güç araçlarından biri olan Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkını kullanamadı.
Ülkelerinin Batı ile yakınlaşmasına güvenen Rus seçkinleri kendilerini ihanete uğramış gibi hissettiler: Rusya – o zamanlar hala Sovyetler Birliği’nin dağılmasında kilit rol oynayan Boris Yeltsin tarafından yönetiliyordu – komünist sistemin sona ermesine olan katkılarından ötürü ödüllendirilmesi gereken bir ortak olarak değil, aksine Soğuk Savaş’ın jeopolitik bedelini ödemek zorunda kalan büyük bir kaybeden olarak görülüyordu.
Paradoksal olarak, Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesi, başlangıçta Rusya ile Batı arasındaki ilişkileri istikrara kavuşturdu. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, yeni Rusya Cumhurbaşkanı Washington’a defalarca iyi niyetli olduğunu ifade etti. Kendisi, Orta Asya’da ABD askeri üslerinin geçici olarak kurulmasını kabul etti ve Küba’daki üslerin kapatılmasını ve Rus birliklerinin Kosova’dan çekilmesini emretti. Buna karşılık Moskova, Batı’nın, Rusya’nın “yakın dış ülke” olarak adlandırdığı Sovyet sonrası alanın Rusya’nın sorumluluk alanı olarak kaldığını kabul etmesini istedi.
Avrupa ile, özellikle Fransa ve Almanya ile ilişkiler nispeten iyiyken, ABD ile yanlış anlaşılmalar arttı. 2003’te ABD birliklerinin BM onayı olmadan Irak’ı işgali Paris, Berlin ve Moskova tarafından benzer şekilde kınandı. Avrupa kıtasındaki en önemli üç gücün ortak tavrı, Washington’un bir Rus-Avrupa yakınlaşmasının ABD hegemonyasına zarar verebileceğine dair korkularını artırdı.
Bu durumu takip eden yıllarda ABD, kendilerine ait olan füze kalkanının unsurlarını Doğu Avrupa’ya yerleştirme planlarını açıkladı. Bu, Moskova’ya Batı’nın Doğu Avrupa’da herhangi bir yeni kalıcı askeri altyapı konuşlandırmayacağını garanti eden 1997 NATO-Rusya-Temel Yasasına aykırı idi. ABD ayrıca nükleer silahsızlanma anlaşmalarını da tartışma konusu yapmış ve Aralık 2001’de 1972 ABM anlaşmasını feshetmişti.
Sovyet sonrası alandaki renkli devrimler, Moskova tarafından, Rusya’nın kapılarına Batı yanlısı sistemler kurmak için Washington tarafından düzenlenen operasyonlar olarak algılanıyor. Bu meşru bir korku mu yoksa eski işgalcilerin bir kompleksi mi?
Her halükârda, Nisan 2008’de Washington, Ukrayna nüfusunun çoğunluğu katılmaya karşı olmasına rağmen, Tiflis ve Kiev hükümetlerinin NATO’ya katılma isteklerini onaylamaları için Avrupalı müttefiklerine güçlü bir baskı yaptı. Aynı zamanda ABD, Kosova’nın bağımsızlığını tanıma konusunda ilerlemeye devam etti. Bu da Kosova’nın o zamanlar uluslararası hukuka göre hâlâ bir Sırp eyaleti olması dolayısıyla uluslararası hukukun bir başka ihlalini temsil ediyordu.
Batı, Pandora’nın müdahalecilik kutusunu açıp Avrupa sınırlarının dokunulmazlığına meydan okuduktan sonra, Rusya 2008’de Gürcistan’a askeri müdahaleyle karşılık verdi ve Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıdı. Kremlin bunu yaparken, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini önlemek için her şeyi göze almaya hazır olduğunun sinyalini verdi. Rusya, Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne saldırarak uluslararası hukuku da ihlal etti.
Ukrayna kriziyle birlikte Rusya’nın kızgınlığı ölçülemeyecek kadar arttı. 2013’ün sonlarında Avrupalılar ve Amerikalılar, Başkan Viktor Yanukoviç’in devrilmesine yol açan Euromaidan protestolarını desteklediler. Buna karşın, Yanukoviç’in 2010’daki seçimi, demokratik standartlara göre gerçekleştirilmişti ve bu OECD seçim gözlemcileri tarafından da onaylanmıştı. Bu durum Moskova’nın yorumuna göre, Ukrayna’yı kendi kampına çekmeyi amaçlayan Batı destekli bir darbeydi.
Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi – Kırım’ın ilhakı ve Donbas’taki ayrılıkçılara açıktan açığa yapılan askeri destek – Kremlin tarafından Kiev’deki Batı yanlısı darbeye meşru bir yanıt olarak sunuldu. Buna karşılık, Batılı hükümetler bunu Soğuk Savaş sonrası uluslararası düzene eşi görülmemiş bir meydan okuma olarak gördüler.
Eylül 2014’te imzalanan Minsk Protokolü, Fransa ve Almanya için, Donbas ihtilafında müzakere ile bir çözüm aramada bir fırsat olarak öne çıkmıştır. Dolayısıyla Paris ve Berlin’in aylaklıklarından uyanmaları için Avrupa’da silahlı bir çatışma gerekti. Yedi yıl sonra, süreç çıkmaza girmiş durumda. Kiev, Donbas’ın anlaşmada öngörülen özerkliğini reddetmeye devam ediyor. Fransa ve Almanya buna tepki göstermediği için Kremlin onları Ukrayna’nın tutumunu paylaşmakla suçlamakta. Bu arka plana göre, Putin şimdi doğrudan Kiev’in gerçek vaftiz babası olarak gördüğü Amerika Birleşik Devletleri ile müzakere etmeye çalışıyor.
Moskova, AB’nin ABD’nin tüm kararlarını, hatta en tartışmalı olanları bile, tepki göstermeden kabul etmesi garipsediğini daha önce ifade etmişti. Washington’un Şubat 2019’da Orta Menzilli Nükleer Sistemlere İlişkin INF Antlaşması’ndan çekilmesi de böyle bir durumdu. Bu geri çekilme, potansiyel olarak bu silahların ilk hedefleri oldukları için Avrupa başkentlerinde protestolara konu olmalıydı.
Çitin arkasındaki seyirci Avrupa
Siyaset bilimci ve Rus güvenlik politikası uzmanı Isabelle Facon’a göre, Moskova defalarca ve belirgin bir rahatsızlıkla “Avrupa devletlerinin ABD karşısında stratejik özerklik geliştiremediklerini, kötüleşen stratejik ve uluslararası durum karşısında sorumluluklarını algılamayı reddettiklerini” belirtmiştir.5
Ruslar ve Amerikalılar stratejik konular üzerine tekrar konuşmaya başladıklarında bile AB’nin Putin ile görüşmeyi reddetmesi daha da şaşırtıcı oldu. Ocak ve Şubat 2021’de Putin ve Biden, nükleer silahların azaltılması için Yeni START Anlaşması’nı beş yıl uzatma sözü verdiler. Ve Haziran 2021’te iki cumhurbaşkanı yüz yüze bir araya geldi. Aynı zamanda, Almanya ve Fransa bir AB-Rusya zirvesi için destek toplamaya başlamıştı, ancak girişim Polonya ve Baltık AB üye ülkeleri tarafından reddedildi.
AB’nin diyaloğa girmeyi reddetmesi, diğer büyük komşusu Türkiye’ye karşı tutumundan temelde farklıdır. Brüksel şimdiye kadar askeri faaliyetlerine (Kuzey Kıbrıs’ın ve Suriye topraklarının bir kısmının işgal edilmesi, Irak, Libya ve Kafkasya’ya asker konuşlandırılması) rağmen, Ukrayna’nın müttefiki olan otoriter Erdoğan rejimine yaptırım uygulamaya muvaffak olamadı.
Rusya örneğinde ise Avrupalılar yeni kısıtlamalar ile tehdit etmekten asla bıkmıyorlar. Her ne kadar başta Fransa ve Almanya olmak üzere büyük Avrupa devletleri geçmişte buna karşı çıksalar ve temelde Ukrayna’yı askeri ittifaklarına kabul etmeye niyetleri olmasa da, NATO’nun Ukrayna ile ilgili açık kapı formülünü tekrarlıyorlar.
Rusya ile Batı arasındaki ilişkilerde yaşanan kriz, Avrupa’nın güvenliğinin Rusya olmadan ve hatta Rusya’ya karşı garanti edilemeyeceğini kanıtlıyor. Ancak ABD, Avrupa’daki hegemonyasını güçlendirdiği için Rusya’nın dışlanmasını teşvik etmek için elinden geleni yapıyor. Batı Avrupalılar, özellikle Fransa, en tehlikeli ABD provokasyonlarını engelleyecek ve Rusya’yı da içine alan ve kıtadaki yeni fay hatlarını önleyen bir kurumsal çerçeve önerecek vizyon ve siyasi cesaretten yoksun kalmış durumdalar.
Avrupalıların inisiyatif almaktan kaçınıp sadece ABD’nin peşine takılması, Avrupalıların ABD tarafından kötü muameleye maruz kalmalarına yol açmıştır. Afganistan’dan koordinasyonsuz geri çekilme veya Pasifik’te Fransa’ya danışmadan bir askeri ittifak anlaşması, uzun bir çizgide görülen son küstahlıklardır. AB şimdi, Ukrayna’da yaklaşan bir savaş tehlikesi zemininde, Eski Kıta’nın güvenliğine ilişkin Rus-Amerikan görüşmelerinde sadece çıta arkasında duran daha dikkatli bir seyirci konumundadır.
1 Bakınız: Wadimir Putin, „De l’unité historique des Russes et des Ukrainiens“, Rus elçiliğinin Fransa’daki Web sayfası, 12. Temmuz 2021.
2 Bakınız: Hélène Richard, „Als Moskau von Europa träumte“, LMd, Eylül 2018.
3 Bakınız: Philippe Descamps, „Falsche Versprechen“, LMd, Eylül 2018.
4 George F. Kennan, „A fateful error“, The New York Times, 5. Şubat 1997.
5 Isabelle Facon, „La Russie et l’Occident: un éloignement grandissant au cœur d’un ordre international polycentrique“, in:
„Regards de l’Observatoire franco-russe“, L’Observatoire, Moskau 2019.
Tercüme edilen makale hakkında ve aktüel durumla ilgi görüşler
Avrupa’da sadece Avrupa’yı değil bir anda bütün dünyayı içine çekebilecek bir savaşın patlaması şu anda bir an meselesi gibi gözüküyor. Biden hatta ‘’16.02.2022, Çarşamba’’ diye bir savaş başlangıç tarihi bile vermişti. Böyle bir savaşın nasıl tırmanabileceğini, gelişebileceğini, yöresel mi yoksa global olabileceğini, ‘’sadece’’ konvansiyonel silahların mı yoksa buna ilaveten nükleer silahlarında devreye girebileceğini tahmin edebilmek şimdilik pek mümkün değil gibi gözüküyor. Fakat bir savaşın patlama durumunda kesin bilenen bir şey vardır ki, böyle bir durum dünya halkları için ölçülemeyecek bir tahribi, vahşeti ve acıyı yaratacaktır.
Bu tercüme edilmiş makaleye başka detaylarda eklenebilir, fakat bu yazılanlar bile bu duruma nasıl gelindiğini kabaca özetlemeye yetecek kadar ipuçları veriyor.
Bir yanda NATO’nun ve kendisine üye olan ülkelerdeki burjuva basının histerik boyutlardaki savaş çığırtkanlığı şu anda doruk noktaya ulaşmış durumda. Diğer yanda elbette Putin kayıtsız şartsız arkasında durulabilecek bir demokrat ve mazlum bir şahıs değil, başında durduğu ve kendisinin de koruduğu/geliştirdiği Post-Sovyet sistem emperyal hedefler güden oligarşik/kapitalist bir sistem. Buna rağmen Putin’in uyguladığı devlet politikası hiçbir zaman NATO’nun ve en başta ABD Emperyalizminin uyguladığı küstahça ve provokatif askeri saldırıların boyutuna ulaşmadı. Şu anda da zaten Putin on yıllardan beri sözünde durmayan NATO’nun (başka nasıl olabilirdi ki!) doğuya doğru sürekli yayılmasına karşı, verilen sözlerin nihayet yerine getirilmesinden başka fazla bir şey talep ettiği yok.
ABD ve kendisinin kuyruğuna takılmış Avrupalı emperyalistler Boris Yeltsin gibi bir ayyaşla beraber SSCB’den geriye kalan devasa bir kara parçasının nasıl talan edilebileceğinin tatlı rüyalarını yaşarken devlet başkanı olan Putin bu rüyaları hezimete uğratıp Post-SSCB’nin ve Rusya’nın kapitalizmin ‘’süper marketlerinde’’ ucuza satılmasına freni basmış, kapitalist sisteme entegre olmanın koşullarını artık kendisinin de belirlemek istediğini Batıya göstermişti. Batılı emperyalistlerin bu dönemlere kadar uzanan garezi şimdi Putin’in bükülemeyen elini kırmak hevesinde. Arzuları neredeyse NATO’nun ‘’doğuya genişleme hakkı’’ adı altında Putin’in yatak odasına kadar girmek.
80’li yılların başında, bir nükleer savaş tehlikesinin ciddi boyutlara ulaştığı durumda, özellikle Avrupa sokaklarını dolduran milyonlarca insanın taşıdığı bir barış hareketi ne yazık ki şu anda mevcut değil. Emperyalistlerin 20yy’ın ilk büyük paylaşım savaşı esnasında Almanya’da Spartakistlerin, Rusya’da Bolşeviklerin ‘’silahını cephenin öbür tarafında olan kardeşine değil, kendi ülkendeki burjuvazine çevir’’ diyebileceğimiz avantajlı bir durum, bilinçli bir sınıf ve kitle de mevcut değil. Pandeminin de yaratmış olduğu ortamdan dolayı kafalarda yaşanan karışıklık ve bekleyiş, bu durumun günlük yaşantıyı belirlemesi, dikkatlerin barışa yönelmemesini etkileyen başka önemli bir faktör. Bu olumsuz gerçekler göz önünde tutulduğunda hâkim sınıf ve elitler için bir savaşı çıkarabilmek ve bunu meşrulaştırabilmek çok daha kolaylaşabilmektedir.
Bu yüzden şu anda ivedilikle önümüze konulması gereken hedef ‘’kimin haklı, kimin haksız’’ tartışmasında bir cevap aramak değil, tarafları kayıtsız ve şartsız müzakere masasına çekmek ve barıştan yana tavır koymaktır.