Meriç Gök yazdı: AKP yöneticileri her fırsatta savaşta “tarafsız” olduklarını ve savaşın bir an önce bitmesini arzu ettiklerini vurgulasalar da bu söylemler savaş karşıtı olmaktan uzaktır. Oysa yüksek sesle “savaşa hayır” demek ve bunun gereklerini yerine getirmek ve bu uğurda canla başla çalışmak bir şeydir; fakat sanki iki pehlivanın güreşi söz konusuymuş gibi “taraf” tutmayıp sadece güreşi kimin kazanacağını seyretmek‒ ve bu süre içinde sürekli “tarafsız” kaldığıyla övünmek ‒ başka bir şeydir.
Bilindiği gibi Rusya-Ukrayna savaşı 8. Gününde. TBMM iki sınır komşusu ülke arasındaki savaşın ancak 8. gününde toplanabiliyor. Belki de bu gecikme hükümetin tüm işlerdeki olağan performansına denk düşmektedir. Zira Savaşın dördüncü gününde Çavuşoğlu, Boğazlar’da Montrö kurallarının uygulanmasına yönelik olarak yaptığı bir açıklamada bunun için öncelikle bir savaş hali olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini söylemişti ‒sanki ortada araştırılıp karar verilmesi gereken bir olay söz konusuymuş gibi. TBMM’nin Savaşın başlamasından bu yana tam 8 gün geçtikten sonra toplanıyor olması ne kadar tuhafsa (veya mevcut egemen siyasal yapıya ne denli uygunsa) en az bu kadar tuhaf olan bir başka husus da bu toplantının gizli tutulmasıdır. Sanki “gizli” bir hadiseyi görüşecekler. Millet Meclisi sonuç olarak almış olduğu bu “gizli” toplantı kararıyla aslında iktidar mensuplarının, yani siyasal muktedirlerin bildiği birtakım “şeyleri” halktan gizleme isteğini yerine getirmiş oluyor. Ancak tam da bu noktada sorulması gereken soruyu, bağlamı içinde sormak gerekiyor. Türkiye, Savaşın bir tarafı değilken ve ayrıca savaşan taraflardan birinin yanında yer almamışken neden gizli bir oturuma ihtiyaç duyulmaktadır? Yoksa işin içinde İHA-SİHA meseleleri mi var? Aslında bir özel sektör üretimi olduğu için bu silahların, alıcı ülke tarafından oradaki savaşta kullanılıyor olmasının doğrudan hükümeti, dolayısıyla TBMM’yi ilgilendiren bir yönü olamaz. Peki, o zaman neden gizli bir oturum? Bu önemli oturumun halktan gizlenmesinin birkaç nedeni vardır. Birincisi; bu oturum Boğazlar üzerinden Montrö’yü dolayısıyla Montrö üzerinden de Kanal İstanbul’u tartışma gündemine getireceğinden AKP yönetimi tarafından gizli tutulması uygun görülmüştür. Zira daha önce henüz hiç kimse Kanal İstanbul ile Montrö’yü birbiriyle ilişkilendirmemişken Montrö ilkelerinin Kanal İstanbul’da geçerli olmayacağını ilk kez dile getiren Erdoğan olmuştu. İşte bu durumun TBMM’de yine bu vesileyle hararetli bir şekilde milletin gözü önünde tartışılmasının gizlenmek istemesi nedeniyle oturum gizli yapılmaktadır. Bu oturumun gizli yapılmasının ikinci ve birincisi kadar önemli bir başka nedeni de binlerce Türk vatandaşının Ukrayna’da mahsur kalmış olmasıdır. Bu konuda aylardır geliyorum diyen bir savaş karşısında vatandaşlarını güvenlikli bir şekilde tahliye etme becerisi gösterememiş olan hükümet – üstelik savaş çıktıktan sonra göndermeyi akıl edebildiği iki kargo uçağı da Kiev’de mahsur kalmıştır ‒ Ukrayna’da yurttaşları mahsur kalan tek ülke olma özelliğinin kamuoyu önünde tartışılıyor olmasını istememektedir.
AKP yöneticileri her fırsatta savaşta “tarafsız” olduklarını ve savaşın bir an önce bitmesini arzu ettiklerini vurgulasalar da bu söylemler savaş karşıtı olmaktan uzaktır. Oysa yüksek sesle “savaşa hayır” demek ve bunun gereklerini yerine getirmek ve bu uğurda canla başla çalışmak bir şeydir; fakat sanki iki pehlivanın güreşi söz konusuymuş gibi “taraf” tutmayıp sadece güreşi kimin kazanacağını seyretmek ‒ve bu süre içinde sürekli “tarafsız” kaldığıyla övünmek ‒ başka bir şeydir. “Ne Rusya’dan vaz geçeriz; ne de Ukrayna’dan” diyen Erdoğan’ın tutumu da tam olarak budur. İki güreşçiyi de seven ve güreşin bir an önce sonuçlanmasını bekleyen biri gibidir. Yöresel bir savaş olmanın çok ötesinde, üçüncü bir Dünya Savaşı’na giden yolun taşlarının döşendiği bir Savaşta Türkiye’den her geçen gün çok daha yüksek ve çok daha kararlı bir şekilde “Savaşa Hayır!” sesi yükselmeli!