Ingar Solty yazdı: Ukrayna’nın NATO üyeliği, Avrupa’da barış, güvenlik ve iş birliği ve nükleer silahlardan arınmış bir Avrupa umudu açısından felaket olacaktır, çünkü en kötü durumda bu, batılı NATO nükleer güçlerinin yine bir nükleer güç olan Rusya ile karşı karşıya duracağı anlamına gelir.
Ingar Solty tarafından yazılan ve Rosa Luxemburg Vakfı’nın internet sayfasında 25.02.2022 tarihinde sunulan bu makale Cengiz Onur tarafından Almancadan Türkçeye çevrilmiştir.
Makaleyi kaleme alan Ingar Solty, Rosa Luxemburg Vakfı Sosyal Analiz Enstitüsü’nde barış ve güvenlik politikaları danışmanı; Eleştirel Teori Enstitüsü dernek üyesi ve LuXemburg dergisinin editördür.
Ukrayna ihtilafının tırmanmasının jeopolitik sonuçları
22 Şubat 2022, Avrupa’da, Ukrayna’da, Doğu Avrupa’da, Rusya’da ve Batı Avrupa’da barış ve güvenlikle ilgilenen herkes için zifiri karanlık bir gündü. Rusya, komşu Ukrayna’ya karşı hiçbir şeyle haklı çıkarılamayacak bir saldırganlık savaşı başlattığı için 24 Şubat daha da karanlıktır. Rusya, müzakere masasına dönüş yolunu açmak için bu savaşa derhal ve koşulsuz olarak son vermelidir.
Rusya, Ukrayna’daki hedefleri bombalayarak ve kara kuvvetleriyle işgale başlayarak, sahip olduğu saldırganlık potansiyelinin tamamını gösterdi ve uluslararası hukuku ihlal etti. Kurbanlar, kendilerini büyük olasılıkla ülkenin her yerinde çok büyük mülteci hareketlerini tetikleyen bir savaş durumunda bulan Ukraynalılardır. Rusya’nın çatışmayı tırmandırması kabul edilemez ve hiçbir şey ile meşru kılınamaz. Ukrayna halkının barış ve güvenliği ve ülkenin toprak bütünlüğü için barışçıl çözümler olabilirdi. Perspektif olarak, Rusya’nın meşru güvenlik çıkarlarını da gözeten ve ayrıca Avrupa’nın genelinde de barış ve güvenlik garanti eden daha iyi çözümler olabilirdi. Şu anda olması muhtemel olan şey ne Ukraynalı ne Rus ne de Batı Avrupa halklarının çıkarına değildir- ve Amerikan devleti de çok önemli bir oyuncu olduğu için, Amerikalı halk kitlelerinin de çıkarına değildir.
21 Şubat 2022 akşamı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesindeki ayrılıkçı sözde Luhansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetlerini egemen devletler olarak tanıdı. Burada, Rusya cumhurbaşkanının bir yandan Donbass cumhuriyetlerine bugün ayrılma hakkı vermesi, fakat öte yandan Rus devletinin aynı hakkı iki kanlı ve yıkıcı savaşla (1994-1996, 1999-2009) ezdiği Çeçenlere vermemesi bir çifte standardın ifadesidir.
Rusya, Donbass cumhuriyetlerini tanımadan önce, son iki yılda ayrılıkçı bölgelerdeki nüfusun bir kısmına 700.000’den fazla Rus pasaportu verdi. Ukrayna hükümeti henüz Luhansk ve Donetsk’teki hükümetleri tanımıyor. Geçici Cumhurbaşkanı Poroshenko’nun iktidarı seçimle devralmasından kısa bir süre sonra, hükümet ayrılıkçılara karşı silah zoru kullandı ve onları – Batının silahlarıyla – asıl yurtları olan bölgelere geri püskürttü. Rus devleti, şimdi Rusya ile güçlü ekonomik bağları olan doğu Ukrayna’daki Rus kökenli nüfusa karşı bir “soykırımı” önleme bahanesiyle eylemlerini haklı çıkarmaya çalışıyor. Bunu yapıyor, çünkü saldırı savaşını kendi içinde ve dünya kamuoyu önünde haklı çıkarmak zorunda. Burada söz konusu olan tipik bir canavarca savaş yalanı.
Böylece aynı zamanda, Rusya cumhurbaşkanı kendisi için, «yurt dışındaki Ruslar» adına, bir tür «koruma sorumluluğu» ilan ediyor, tıpkı geçmişte Batı ve NATO’nun, – örneğin 2011’de Libya’da – kendi militarist rejim değişikliği politikalarını haklı çıkarmaya çalışmaları gibi. [1] Bunun ötesinde, Donbass cumhuriyetlerinin ayrılması ve devlet olarak tanınması; NATO’nun 1999’da “Yugoslavya Federal Cumhuriyeti” ne (Sırbistan-Karadağ) karşı yürüttüğü savaşın ardından Batı’nın Kosova’yı tanıması ve federal cumhuriyetten koparması modelini kopyalıyor.
Putin’in şimdi gerekçe olarak öne sürdüğü; sözde yaklaşmakta olan bir soykırım hakkında söylediği yalana dayanan propaganda savaşı da buna bir benzerlik göstermektedir. Çünkü “Yugoslavya Federal Cumhuriyeti”nin (Sırbistan-Karadağ) bombalanmasından önce, Almanya Savunma Bakanı Rudolf Scharping (SPD); Sırbistan’ın bir “At nalı planına” sahip olduğunu icat etmiş ve bunun propagandasını yapmıştı. Buna göre Kosovalı Arnavut nüfusa karşı Sırbistan-Karadağ hükümetinin bir soykırım planladığı iddia ediliyordu. Batı böylece Rus devletine yasadışı eylemleri için bir kopya çekme temeli sağladı. Bu hiçbir şeyi haklı çıkarmaz. Fakat bu ordu mantığının ve en güçlü olanın yasasının bugün siyasette nasıl baskın hale geldiğini açıklıyor.
Burada soru, Rusya’nın hangi savaş hedeflerini takip ettiğidir. Rus yaklaşımının yalnızca Rus “koruma birliklerini” Donbass’a yerleştirmeyi amaçlamadığı ortaya çıktı. Bu durum paradoksal olarak, tam da Rus silahlı kuvvetlerinin üstünlüğü nedeniyle çatışmayı donduracaktı, çünkü ABD ve NATO, bir nükleer güç olan Rusya ile Ukrayna için açık bir savaşa girmeyeceğinin sinyallerini vermişti. ABD Başkanı Joe Biden daha önce Rusya’ya yaptırım uygulanacağını ve Ukrayna’ya silah ve para gönderileceğini, ancak kendi askerlerini göndermeyeceğini belirtmişti.
Rus Cumhurbaşkanı 23/24 Şubat 2022 gecesi yaptığı en son konuşmasında Rus savaş hedefleri olarak Ukrayna’nın “silahsızlandırılması” ve “Nazilerden arındırılması” olduğunu ilan etmiştir. Açıklamada ayrıca, Odessa’daki Sendika binasına yönelik saldırıların failleri de dahil olmak üzere Ukrayna iç savaşındaki şiddet eylemlerinden sorumlu olanların yakalanmasının hedeflendiği de belirtiliyor.
Ülkenin her yerindeki hava saldırıları görünürde askeri altyapıyı yok etmeyi amaçlıyor, ancak sivil altyapıyı da vurduğu görülüyor. Bunun hangi amaca hizmet ettiği sorgulanabilir: Ukrayna’ya karşı savaşta kısa vadeli hedefler mi yoksa Ukrayna’nın (başarabilirse) NATO birliklerine konuşlanma alanı olarak sunacağı bölgelerdeki altyapının tahrip edilmesi gibi daha uzun vadeli hedefler mi söz konusudur? İkinci ihtimal hiç şüphesiz dar görüşlü olacaktır, çünkü Rusya, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin çeşitli aşamalarının bir sonucu olarak, Baltıklardan Güneydoğu Avrupa’ya kadar NATO ülkeleriyle başka birçok doğrudan sınıra sahiptir. Bu nedenle varsayım; doğrudan savaş hedeflerine ve Ukrayna topraklarında engelsiz özel kuvvet operasyonlarına altyapı sağlama amaçlarına daha yakındır.
Bununla birlikte, şu da açıktır: Putin, “Nazilikten arındırma” formülüyle, sadece “Büyük Vatanseverlik Savaşı” ve Avrupa’nın Kızıl Ordu tarafından Alman faşizminden kurtuluşunun yaygın, sevilen, popüler anılarını uyandırmakla ve Rus ordularının faşizme karşı batıya doğru hareket etmesiyle tarihin tekerrür ettiğini anlatmakla yetinmiyor, aksine kara birlikleriyle çok daha kapsamlı bir operasyon, hatta Kiev’de “rejim değişikliği” seçeneğini açık bırakıyor. Gerçi şimdiye kadar seferber edilen 120.000 ila 150.000 askerden oluşan Rus askerlerinin sayısı, muhtemelen böyle bir savaş için çok az. Örneğin 1990/91 Körfez Savaşı sırasında ABD, çok daha kısa bir sınır hattında 400.000 askeri seferber etmişti. Ancak birliklerin konuşlanma alanı doğrudan sınırda olduğundan, buna uygun olarak hızlı bir ilerleme beklenebilir ve bir Rejim Değişikliği Savaşı seçeneği göz ardı edilemez.
Askeri altyapının yok edilmesinin öncelikli olarak sözde Luhansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetlerindeki ayrılıkçıları desteklemeyi amaçladığı da düşünülebilir. Gerçi Rusya Cumhurbaşkanının, Rusya Güvenlik Konseyi’nin kuşkusuz uzun süredir planladığı ve sahneye koyduğu oturumunda bazı şahısların bu yöndeki taleplerini reddettiği doğrudur. Buna ek olarak, Rus “soykırım” argümanları her zaman “korunmaya muhtaç” dört milyonluk bir nüfustan bahsediyordu, bu da “Halk Cumhuriyetlerinin” mevcut sınırları içindeki nüfusa tekabül ediyor. Ancak bununla birlikte, Donbass-“Halk Cumhuriyetlerinin” şimdi – Rus desteğiyle – kayıp bölgeleri – Mariupol vb. – geri almak için Ukrayna ordusuna ve müttefiki aşırı sağcı Asow-Milislerine yönelik saldırılar düzenleyebileceği göz ardı edilemez. Bu; 2014’ten bu yana Ukrayna iç savaşında zaten son derece kırılgan olan ateşkesin sonu olacaktır.
Rus hükümeti, ABD ve NATO’nun Ukrayna için başka bir nükleer güçle çatışmaya girmeye hazır olmadığını biliyor. NATO üyesi olmayan devletle, NATO’nun 5. Maddesi kapsamında ittifak yoktur. Aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna ordusuyla böylesine açık bir savaşta ne gibi çıkarları olması gerektiği tartışmalıdır. “Rejim değişikliği” perspektifi, ” Yaşam İçin Muhalefet Platformu” nun Rusya yanlısı lideri Viktor Medvedçuk’u cumhurbaşkanı yapmayı ve böylece dış politika açısından ülkeyi 2014 yılına kadar Başkan Yanukoviç altında yöneten “Bölgeler Partisi”ne benzer bir gücü kurmayı hedefliyor olabilir. Ancak böyle bir strateji; adına “çılgınca” denmek istenmiyorsa, olsa olsa kendine zarar verir. Gerçi Medvedçuk’un muhalefet partisi, kendisinin Mayıs 2021’te Ukrayna Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından ilan edilen ev hapsine kadar; ekonomik durgunluk ve (başlangıçta yolsuzluğa karşı duran) Başkan Selenski’nin yolsuzluk skandallarından duyulan hoşnutsuzluk nedeniyle bazı seçim anketlerinde önde idi.
Ancak, Rusya’nın mevcut eylemleri ve Rus şiddeti, Ukrayna halkı arasında kendi güvenliği için AB ve NATO üyeliğine çaba gösterilmesi gerektiğine dair inancı doğal olarak güçlendiriyor. Şimdiye kadar mevcut olmadıysa, bu savaştan sonra böyle bir perspektif için kalıcı bir çoğunluk olacaktır, eşzamanlı olarak doğu Ukrayna’da böyle bir gelişmenin muhalifleri artık herhangi bir ağırlık taşımayacaklardır, çünkü muhtemelen artık Ukrayna’nın bir parçası olmayacaklardır. Bununla birlikte, bu aynı zamanda Ukrayna için kalıcı bir tarafsızlığın ve hatta Doğu ile bir bağın ancak ülkenin Rusya tarafından askeri önlemler de dahil olmak üzere resmi kontrolü ile mümkün olacağı anlamına da gelir. Ayrıca, böyle bir Ukrayna, artık çok daha fazla batı yönelimli ve Rusya ile sınırları olan ve şimdiden – Baltıklarda olduğu gibi – defalarca NATO birlikleri için konuşlanma alanları sağlayan bir dizi NATO ülkesiyle karşı karşıya kalacaktır.
Şu veya bu durumda; Rusya’nın tavrı, 2014’ten bu yana yaşanan gelişmelerin doruk noktasıdır. Kiev’deki – bazen iddia edilenin aksine, dışarıdan/Batı tarafından kontrol edilmeyen – Euromaidan protesto hareketinden; o zamana kadar Doğu Ukrayna güdümlü Yanukoviç hükümetinin devrilmesinden; doğu Ukrayna’daki ayaklanma ve Ukrayna iç savaşının başlamasından (Donbass ayaklanmasının liderleri “terörist” ilan edilmişti) sonra 2015’te müzakere edilen “Minsk-II” barış süreci, iki tarafın bir ateşkeste anlaşmasını ve bunu sürdürmesini, sonra kendi aralarında bir diyaloğa girmesini ve nihayet birlik içinde kalan bir ülkede Donbass için nispeten geniş kapsamlı özerklik haklarını müzakere etmeyi, böylece Rusya’nın teşvik etmese de hoş gördüğü Rus milliyetçi savaşçılarının ve silahlarının akışını durdurmayı ön görüyordu.
Ukrayna, Rusya, Almanya ve Fransa’yı içeren bir diplomatik kurgu olan Normandiya formatının doğasında, Ukrayna ve Rusya’nın güvenlik çıkarlarının Washington ve Moskova’da Ukraynalıların kafalarının üzerinden kararlaştırılmayacağı ve Avrupalıların bir “Ortak Avrupa Evi” içinde kendi güvenliğini sağlayabileceği yatıyordu. Barış politikası perspektifinden bakıldığında bu formatın arzu edilen sonucu; Rusya’nın da etkide bulunabileceği ortak bir Avrupa güvenlik mimarisinin geliştirilmesi olabilirdi. Bu; Rus devletinin bozduğu 1994 Budapeşte Muhtırası’na uyma taahhüdünde bulunmasını ve Ukrayna’nın güvenliğinin garanti altına alınmasını içerebilirdi. Sonuçta, 1991 yılından sonra inşa edilme fırsatı kaçırılan bir Avrupa var olabilirdi: NATO’yu ve 1999’da NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin çeşitli turlarını (Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan), 2004 (Romanya, Bulgaristan, Slovenya, Slovakya ve Baltık Devletleri), 2009 (Arnavutluk, Hırvatistan), 2017 (Karadağ) ve 2020 (Kuzey Makedonya) kendi güvenliğine tehdit olarak gören Rusya’yı dışlamayan ve Avrupa içi iş birliğinden oluşan nükleer silahsız bir bölge.
Doğu Avrupa’daki mevcut gelişmelerin endişe verici en az altı orta yada uzun vadeli jeopolitik sonucu vardır.
Birincisi: Ukrayna, 2014’ten ve Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden çok önce başlayan Batı-Doğu çekişmesi nedeniyle kati olarak parçalandı. Ukrayna içi ateşkesi, Kiev ile ayrılıkçı bölgeler arasında diyaloğu ve bölgesel olarak birleşik bir devlette özerk bir statüyü hedefleyen ve Kiev’de hükümet tarafından “gayrimeşrulukla” tanımlanıp bloke edilen “Halk Cumhuriyetleri” yüzünden Minsk II süreci de böylece tarihe karışmıştır. Aynı durum Normandiya formatı için de geçerli. Yani Ukrayna, Rusya, Fransa ve Almanya arasındaki müzakereler, kendi aramızda (ve ABD aradan çıkarılarak) Avrupalılar olarak kendi kaderimize karar verme girişimi olarak görülebilir.
İkincisi: Ukrayna’nın şimdiki nihai bölünmesiyle, uygulanan çok etnisitelik ve çok kültürlülük genç bir ulus devlete sahip bir Doğu Avrupa ülkesinde daha kalıcı olarak kaybolmaktadır, böylece milliyetçi homojenleştirme politikası muhtemelen her iki tarafta keskinleşecektir. Ailelerde ve kendileriyle ilgili etnik çeşitlilik, çok dillilik ve aynı zamanda tarihsel-politik ve ideolojik olarak farklı bir tarih – bir yanda milliyetçi-Nazi işbirlikçi mirasından duyulan gurur, diğer yanda Sovyet mirasından ve Faşizme karşı “Büyük Vatanseverlik Savaşı”ndaki zaferden kaynaklanan gurur, yırtılmaktadır. Antisemitizmin ve anti-ziganizmin de bu politikada her iki tarafta da bir şekilde rol oynayacağı açıktır. 1945’ten önce (ve hatta daha sonra farklı koşullar altında) Orta ve Doğu Avrupa’daki korkunç homojenleştirme politikasını hatırlayan herkes bu ihtimal karşısında dehşete düşer.
Üçüncüsü: Doğu Avrupa’daki diğer genç ulus devletlerde de bunun yayılma etkileri (spillover effect – Ç.) riski vardır (örneğin Romanya, Slovakya vs.’de yurtdışındaki Macarlarla ilgili olarak Büyük Macaristan hayalleri içinde olan Macaristan’da olduğu gibi). Abhazya ve Güney Osetya’nın Rus ayrılıkçı bölgelerine Rus devleti tarafından resmi olarak dahil edilmemesine ve bu muhtemelen şu anda da beklenmemesine rağmen (Karadeniz filosuna sahip Kırım, Moskova için Donbass cumhuriyetlerine nazaran tamamen farklı bir politik güç önemine sahipti), başka Sovyet bakiyesi bölgelerde böyle özel ayrılıkçı biçimde sınırların çizilmesinden (aynen dünyanın geri kalan başka bölgelerinde de bunun mümkün olabileceğinden korkmak gerektiği gibi) kaçınmak gerekir; çünkü bu, büyük bir şiddeti ve sivil toplumsal acıları beraberinde getirecektir.
Dördüncüsü: Putin’in 21 Şubat’ta yaptığı konuşma, Rusya’nın “Ortak Avrupa evi” umudundan vazgeçtiğini gösteriyor. Rus hükümetinin Ocak 2022’de Batı’nın 1991’deki duruma dönmesine yönelik talepleri ve ABD’nin NATO’yu doğuya doğru genişletmeme, Rusya sınırına asker ve hatta nükleer silah (beş dakikalık tepki süresine dikkat!) yerleştirmeme taahhüdü, Batı’daki güç dengesi ve Batı’nın NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin beş turunda yarattığı fiili durum göz önüne alındığında, bütün umutlar hayali olmaya mahkumdu. Son 25-30 yılda biryanda NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, NATO’nun Sırbistan-Karadağ’a karşı savaşı, Irak savaşı ve Libya savaşı ve diğer yandan Kırım’ın ilhakı, Donbass’taki ayrılıkçı bölgelerin meşruiyeti, aktüel durumda Rusya’nın Ukrayna’ya karşı mevcut saldırı savaşı dolayısıyla her iki taraf o kadar çok porselen parçaladı ki; karşılıklı güven, kalıcı olarak uzun süreliğine sarsılmıştır. Ukrayna’da, Doğu Avrupa’da, Rusya’da, Batı Avrupa’da ve ABD’de sivil halk artık yanlış politikanın bedelini ödemek zorunda.
Yeni bir büyük güç rekabeti çağında, her iki tarafça çelikleştirilen, yeni bir “Demir Perde”nin oluşma tehlikesi var. Bu, Avrupa’nın ortasından geçmekte ve bir yandan “Batı”da (Ukrayna’ya kadar), diğer yandan Çin-Rusya ittifakının liderliğindeki “Doğu”da, tehlikeli bir blokun derinleşmesini sağlamaktadır. Çin ve Rus hükümetlerinin Pekin 2022 Olimpiyat Oyunlarının açılışında yaptıkları ortak açıklama, Moskova ve Pekin’in böyle yeni bir Soğuk Savaş için hazırlandığını gösteriyor. Aynı zamanda Çin hükümeti 22 Şubat’ta Ukrayna’da yaşanan gerilimden duyduğu üzüntüyü dile getirdi, diyaloğa geri dönülmesini istedi ve çatışmaya dahil olan herkesle birlikte çalışmaya devam etmek istediğini vurguladı, ancak 24 Şubat’ta Rusya’nın tavrında herhangi bir saldırı görmedi. Ancak bununla birlikte, küresel silah yarışları devam edecek ve bu da yalnızca gerçek savaş tehlikelerini değil, aynı zamanda insanlığın küresel sorunlarını (açlık ve sosyal sorunlar, ilerleyen klima felaketi) ele almak için acilen gerekli olan kaynakları bağlayacaktır.
Beşincisi: Rusya, saldırısıyla, sonuçta 1994 tarihli “Budapeşte Muhtırası”nı yok etti. Rusya bu muhtıraya göre, Ukrayna’nın (buna Kazakistan ve Belarus’da dahildir) Sovyet döneminden kalma atom silahlarından feragat etmesi halinde, Ukrayna’nın (ve diğer iki ülkenin) toprak bütünlüğüne saygı göstereceğini beyan etmişti. Sonuç olarak, Ukrayna’daki kısmen tarımcı batıcı oligarşiler de güçlenecektir; bu oligarklar, kendi finansal çıkarları için AB ve Batı ile daha güçlü bağlar istiyorlar, çünkü yerel ya da Rusya odaklı, doğudaki endüstriyel oligarkların aksine, sahip oldukları böyle bir ilişkiden kaybedecekleri bir şey yok ama kazanacakları çok şey vardır.
Muhtemelen ve anlaşılır bir şekilde, söylendiği gibi, NATO üyeliğine başvurmak isteyen nüfusun oranı artacaktır. 2014 yılına kadar nüfusun sadece küçük bir kısmı NATO’ya katılmaktan yanaydı, son yıllarda NATO’ya katılım onayları arttı ve artık çoğunluk görüşü haline geldi. Ukrayna anayasası ve NATO tüzükleri böyle bir üyelik perspektifinin önünde duruyor ya da duruyordu: Ukrayna anayasası ülke için 2019’a kadar tarafsız bir statü öngörüyordu [2] ve NATO ihtilaf halinde olan ülkeleri kabul etmemektedir. Yine de, çatışma tırmandıkça baskın batıcı seçkinlerin ve (Batı) Ukrayna nüfusunun dayatacağı yön bu olabilir.
Böyle bir bakış açısı elbette (batı) Ukraynalı bir bakış açısından tamamen anlaşılabilir. Tıpkı Rusya gibi, Doğu Avrupa devletlerinin de tarihsel deneyime dayanan meşru güvenlik kaygıları var. Özellikle 20. yüzyılda – 1917’de sık sık, 1939, 1941 – Doğu Avrupa ülkelerine birkaç kez saldıran, bölen ve sömürgeleştiren ve ayrıca 18. yüzyılda Polonya’nın üçe bölünmesinde önemli ölçüde rol alan Almanya’da da, bu konu mutlaka hassasiyetle ele alınmalıdır. Ancak bu aynı zamanda, küçük Doğu Avrupa ülkelerinin, Polonya’daki bölünmelerden Hitler-Stalin Paktı’na (ve Polonya travması Katyn’e) kadar; tek taraflı olarak Lenin’e dayatılan Brest-Litowsk Barış Anlaşmasında 1917’de verilen önemli toprak tavizlerinin bir bölümün sonra tekrar kazanılmasına kadar Batı’ya saldırgan davranan Rusya ile özel deneyimlerine sahip olmalarını da içeriyor. Sadece Rusya’nın güvenlik çıkarları meşru değil, aynı zamanda – en azından bu şimdiye kadar netleşmiş olmalıdır – Doğu Avrupa devletlerinin güvenlik çıkarları da meşrudur, bunlardan biri şu anda Rus topraklarından saldırıya uğramaktadır.
Yine de, Ukrayna’nın NATO üyeliği, Avrupa’da barış, güvenlik ve işbirliği ve nükleer silahlardan arınmış bir Avrupa umudu açısından felaket olacaktır, çünkü en kötü durumda bu, batılı NATO nükleer güçlerinin yine bir nükleer güç olan Rusya ile karşı karşıya duracağı anlamına gelir. Ukrayna’nın müttefik olarak siyasi egemenliğine batı hak veriyor. Ukrayna’nın (veya Baltıklarda olduğu gibi diğer Doğu Avrupa devletlerinin) güvenliği, Ukrayna’nın Moskova veya Washington’daki katılımı olmadan müzakere edilemez. Ancak: Şunu belirtmek gerekir ki, jeopolitik çıkarlarına ters düştüğünde batı, başka müttefiklik ilişkisi içerinde olanların siyasi egemenliğini çok sık bir şekilde ciddiye almadı – örneğin, devrimci Küba, Nisan 1961’de Domuzlar Körfezi’nde ABD işgaline karşı çıktığı yılın ertesinde Sovyetler Birliği’nden ABD emperyalist şiddet politikalarına karşı koruyucu bir güç olması için talepte bulunmuştu veya 2010’ların ikinci yarısında Venezüella devletinin ittifak politikası açısından Çin, Rusya ve İran’a yaklaşması üzerine ABD buna istikrarsızlaştırma, rejim değişim politikaları ve işgal planları (Başkan Donald Trump tarafından) ile tepki gösterdi.
Mevcut tırmanıştan sonra Rusya’yı da içeren ve karşılıklı güvenlik garantilerine sahip bir ortak Avrupa güvenlik mimarisi olasılığı her ne kadar imkânsız hale gelmiş olsa da, eğer NATO ile bir Rus-Çin ekonomik ve askeri paktı arasındaki cephe çatışmasının insanlığın büyük sorunlarına – barıştan sosyal sorunlara, iklim felaketine kadar – getirebileceği sonuçlar da düşünüldüğünde, her şeye rağmen bu perspektifin alternatifi yoktur.
Altıncısı: Almanya’nın Ukrayna’ya (saldırı amaçlı) silah tedarik etmeyip ve Normandiya formatını vurgulayıp arabuluculuk rolü oynamaya girişmesi de maalesef başarısız oldu. Sonuç olarak, ABD de uzun zamandır peşinden koştuğu ana jeopolitik hedeflere ulaşıyor: bir yanda, yaptırımlar yoluyla, Kuzey Akım 2’nin (potansiyel) sonu yoluyla (Yeşiller partisinden Ekonomi ve İklim Bakanı Robert Habeck, bir “Rus işgali” durumunda ABD taleplerine boyun eğerek bunu dondurdu) Rusya’nın zayıflaması ve ABD tarafından Batı Avrupa’ya enerji ihracatı – ve diğer yandan Almanya ve Batı Avrupa’nın ABD’ye enerji ve dolayısıyla jeopolitik bağımlılığı. Bu bağımlılık; Almanya’yı ve Batı Avrupa NATO ülkelerini küresel kapitalizmin emperyal “yönetiminde” ABD tarafından öngörülen transatlantik iş birliğine yatırmak için en etkili baskı araçlarından biridir. «Biz», Doğu Avrupa’dan Orta Doğu’ya ve Kuzey Afrika’ya kadar daha fazla «askeri katılımla» ABD’nin sırtını kollamalıyız ki, kendisi azalan güç kaynaklarını Çin ile olan sistem çatışmalarına tamamen odaklayabilsin.
Avrupa için “stratejik özerklik” olasılığı bu nedenle önemli ölçüde zayıflamıştır.
[1] Polonya’nın 1939’daki Alman işgalinden önce, “yurtdışında yaşayan Almanlar” ın, yani Polonya’daki Alman azınlığın, Alman karşıtı pogromlardan korunması gerektiği yönünde de aynı açıklamalar yapılmıştı.
[2] Anayasa değişikliği, şimdi AB ve NATO’ya dair bir yönelim içeren önsöze atıfta bulunuyor. Bu, 2019 sonbaharında, bunun seçim kampanyasını hızlandıracağını uman o zamanki Başkan Poroshenko tarafından teşvik edilmişti. Değişiklik sadece önsözle ilgili olduğundan, Ukrayna’daki anayasa hukukçuları arasında çekişmeli olarak tartışılmaktadır. Bazıları bunun ABD Anayasasında yer alan “mutluluk arayışı” ndan (pursuit of happiness) daha bağlayıcı bir statüye sahip olmadığını iddia ediyor. Bir yıldır, yeni Başkan Selenski doğrudan önsöze atıfta bulunuyor ve böylece NATO’ya üye olma hedefini takip ettiğinin altını çiziyor. Bu bilgiyi Rosa Luxemburg Vakfı’nın Kiev’deki ofis başkanı Ivo Georgiev’e borçluyum.