Gülseren PUSATLIOĞLU Yeni Yaşam için yazdı: “Kadınların kurtuluşu için, bağımlı olduğumuz tüm ezme-ezilme iktidar ilişkilerinden kurtuluş için, hangi kesimden olursak olalım birbirimize ihtiyacımız uzun erimli sürecek. Birlikte örgütlenip, birlikte dayanışmaya dünden daha çok bir araya gelmeye, kendi sözümüzü üretmeye, itaat etmemeye ve birlikte direnmeye haklarımızdan yüzyıl geriye gitmemek için yaşamsal ihtiyacımız var.”
Rejim, 2023 dönemeciyle faşist kurumsallaşmanın geri dönüşünün oldukça zorlaşacağı bir eşiği geçmeyi planlıyor. Bu nedenle, toplumsal muhalefetin baskı altına alındığı, demokratik kazanımların lağvedildiği, barış, emek ve demokrasi güçlerinin büyük oranda etkisiz hale getirildiği bir süreç olarak tasarlanıyor. Dolayısıyla, AKP-MHP iktidarının bu planları önümüzdeki sürecin bir seçimden çok daha fazlası olacağını gösteriyor. En son bunun örneğini, geçenlerde cumhurbaşkanının “o uzanan dilleri yeri geldiğinde kopartmak da bizim görevimizdir” sözlerinde gördük, kadınlara ve aslında tüm muhaliflere gözdağı verirken, bundan sonraki sürecin nasıl yürütüleceğini de işaret ediyor.
Bu bakımdan bugünün temel görevi faşizmin tasfiyesi olmalıdır. Faşizmin kurumsallaşmasının derhal durdurulması için en geniş demokrasi cephesinin inşasına bütün gücümüzle yönelmek, tarihsel bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Diğer yandan bu siyasal konjonktürde bütün bu tehlike ve sorumluluklara ek olarak bir de restorasyon tehlikesi mevcuttur. Ve bu restorasyon tehdidine karşı da bugünden emek, barış ve demokrasi için mücadele güçlerini “üçüncü kutup” diye tariflenen ezilenlerin tarihsel ittifakında buluşturarak, demokratik cumhuriyete ulaşma hedefi için fırsat değerlendirilmelidir.
Kadın düşmanlığına karşı kadın dayanışması büyüyor
Kapitalizmin yapısal bir krizde olduğu günümüzde, dünyanın pek çok ülkesinde patriyarkadan, tekçilik ve ırkçılıktan beslenen bu iktidarlar, faşist politikalarla toplumun tümüne savaş açarken kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini bastırarak, emek, beden ve cinsellikleri ile kimliklerine el koyarak, yaşam alanlarına müdahale ederek cinsiyetçi baskıyı artırmaktalar. Kadınlara karşı sürdürülen bu yeni dalga şiddeti sadece öldürülen ve taciz edilen sayılarındaki artış değil, mizojini ile daha açık ve gaddar hale gelen, ‘cadı avına’ benzeyen yeni biçimlere bürünmektedir. Bugün tüm dünyada artan otoriter muhafazakarlıkla, evlenmeye teşvikle, ailenin ve anneliğin yüceltilmesine dayalı politikalar yaygınlaşıyor ve aileye/eve dönüş çağrılarının dozu her gün daha çok arttırılıyor.
2008 krizinden sonraki süreçte toplumsal cinsiyet karşıtı politikalar, özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de yayılmıştı. Fakat artık milliyetçilik ve yabancı düşmanlığıyla iç içe geçen göçmen karşıtı politikalarla da kadınların eşitlik mücadelesinin “Milli kültüre, aile değerlerine, dine karşı bir dayatma olduğu, dışardan gelen yabancı bir ideolojik” tehdit olduğu gibi çok yönlü propagandanın her yanımızı sardığı bir süreç yaşamaktayız. Ülkemizde de iktidarın, “milli ve dini aile” söylemiyle üç çocuktan, anne olamayan kadınların yarım kadın olduğuna, anneliğin kutsal görev olmasından, kürtajın kısıtlanmasına, nafaka hakkının sınırlandırılması ile boşanmanın zorlaştırılmasına ve nihayetinde İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece yarısı kararnamesiyle kaldırılması ile ailenin güçlendirilmesi politikalarını uygulamaya koyduğu bir konjonktürün içinden geçmekteyiz. Bunların yanı sıra, üniversitede kadın bölümlerinin kapatılması, kadın üniversitelerinden bahsedilmesi, 4+4+4 eğitim sistemine geçiş, Diyanet eliyle verilen fetvalar, aile ve boşanma için arabuluculuk kurumları, cinsel istismar yasası, LGBTİ+’lara karşı engellemeler ile iktidar son sürat kadın düşmanı politikalarını devam ettirmekte.
Patriyarkal saldırılarla erkek şiddetinin yanına sermayenin kadın emeğine yönelen farklı saldırılarının da eklenmesiyle, kadınlar üretimden uzaklaştırılıyor. Zira pandemi sürecinin yarattığı kriz ortamında da ilk olarak işsizliğe terkedilenlerin, güvensizleştirilenlerin yine kadınlar olduğu da açıkça görülebilmekte. En çok da genç kadın işsizliğinin arttığına dikkat çekilirken, kayıt dışı çalışan kadınların da kölece koşullarda çalıştırıldıkları araştırmalarda görülüyor. Bütün bunlar yaşanırken ister evde kalabilsin ister işsizler ordusuna havale edilmiş olsun, ister ev içi ücretsiz emek çıkmazında var olmaya çalışıyor olsun, bütün kadınların ev içi emek yükü ciddi oranda ağırlaşırken, kadın emeği patriyarka eliyle daha da görünmez kılınıyor. Covid sürecinde kadın işsizliğinin artışının erkek işsizliğine oranla çok daha fazla olmasının bir nedeni de ev içi emeğin artışı ile kadınların “rıza” ile işlerinden ayrılmak zorunda kalmasıdır ve bu da istatistiklere yansımıştır.
Bu farklı bileşenli süreçlerde ev içi şiddet de dahil şiddetin her türünün yükselişinin yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz. AKP-MHP iktidarının hamleleri, sermaye ve erkeklerle kurduğu iş birliğinin oldukça ötesine geçmiş, şiddetin cezasız kalacağı ve devletin kadınları korumak adına hiçbir şey yapmayacağından doğan cesaret, erkeklerin zihinlerinde daha da güç kazanmıştır.
Kadınların eşitliğine inanmayan iktidar, en büyük düşmanlarından birisi olarak da feminizmi görmektedir. Ve feminizmi aşırı ve marjinal bir ideoloji olarak göstererek kadın düşmanlığını körüklerken, kadın karşıtı ahlakını ve hukuk dışı uygulamalarını bu marjinalleştirme ekseninde meşrulaştırmaya çalışırken, kadınları sosyal, siyasal, ekonomik ve kamusal alanlardan da tecrit etmeye dönük hamleler yapmaktadır. Bu süreçte kadın düşmanlığı, artık İslam-Türk sentezinin bir yansıması olan İslamcı erkek merkezli kurumlar ve doğrudan Diyanet eliyle yönetilen bir karaktere evirilmiştir. Fakat, iktidarın, artan muhafazakâr politikalarıyla ve İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması vesilesiyle feministleri ve LGBTİ+’ları marjinal ilan edip kadınlardan ayırarak, esasında kadınları tekrar saflaştırarak bölmeye girişmesi de başarılı olamadı. Tam aksine iktidarın yaşattığı çoklu ayrımcılıkları (sınıfsal, etnik, dini, ırk, cinsiyet) ve kendisine tabi olmayan herkesi marjinal ilan etmeye kadar götüren kutuplaştırıcı siyaseti, feminist olmayan kadınları da kapsayan bir hale evirilmiş bulunmakta. Örneğin, Gezi isyanından bugüne değişen ve sertleşen atmosfere rağmen, feminizme ve LGBTİ+ politikalarına ilginin artmış olması da bu açıdan manalıdır. Kadınlar birbirlerinin hayatlarına değip, dönüştürmeye başladılar. Bütün bu manalar ekseninde 25 Kasım ve 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşlerini ve Onur Yürüyüşlerini engelleme hamlelerine her defasında yeni yaratıcılıklarla, omuz omuza verilen cevaplar da bizlere top yekûn gelen saldırıların karşısında birden çok odağı birbirine yakınlaştıran ve dönüştüren bir mücadele dinamiğinin de içine çekmekte. 1 Temmuz’da en kitleseli İstanbul’da olmak üzere ülkenin her yanındaki yaratıcı eylemlerle “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmeyeceğine” dair (şimdilik kaybetsek de), bugünden sonra da sokakta kazanmak için direnişe devam edileceğinin anlamlı bir göstergesi olmuştur.
Bir yandan HDP’ye yönelik Deniz Poyraz’ın katledilmesi, cezaevlerindeki usulsüzlüklerle Aysel Tuğluk gibi hasta siyasi tutukluların bırakılmaması, ölüme terk edişler, tutuklamalarda eş başkanlık ve kadın faaliyetlerinin suç gerekçesi yapılması ve Kobane davası, kapatma davası gibi çok yönlü saldırılar artarak sürüyor. Diğer yandan Kürt kadın hareketi benzer saldırılarla etkisizleştirilmek isteniyor. Tüm bunlara karşın HDP Kadın Meclisi tarafından başlatılan ve ısrarla sürdürülen kadınların eşitliği için “Kadın Mücadelesi Her Yerde” kampanyası cinsel istismara, kayyuma, eş başkanlık kazanımlarının gaspına, eşitsiz infaza ve şiddete karşı topyekûn bir itirazla, sokağın ve kadınların dayanışmasının örgütlü direnciyle ülkenin her yerinde sahiplenilmiştir.
Yine faşizmin kurumsallaşmasına karşı, muhafazakâr ve dinci politikalara karşı çıkarken aynı zamanda aile, cinsellik, heteroseksizm ve bedenimize yönelik tüm baskı ve denetim politikalarına yani patriyarkal politikalara karşı da mücadelemizi en geniş bileşimle sürdürmemiz gerektiği de ortadadır. Bunun yanında iktidar, kadınlara her türden kutuplaştırıcı politikalarla yönelse de coğrafyamızda rekabetçi ya da kendi politikasını dayatan bir duruştan uzak olma deneyimine sahip bir kadın hareketi/feminist hareket yıllardır ortak zeminlerde birleşik mücadelesini sürdürebiliyor. İşte buradan aldığımız güçle, cinsiyetçi politikaların Türk, Kürt, Ermeni, göçmen/mülteci, evli/bekar, heteroseksüel /lezbiyen, çocuklu/çocuksuz, dindar-dindar olmayan kadınların yaşamlarını nasıl etkilediğini, kendimizden farklı önceliği olan kadın kesimleriyle etkileşim içinde olarak anlamak ve ortak politikaları öne çıkartmak sorumluluğuyla hareket etmeliyiz. Yerellerde en geniş çoğulcu birliktelikleri, her düzeyde kadın yan yana gelişlerini kadınların emek, beden ve cinselliği üzerindeki baskı ve tahakküme karşı mücadeleyi, pandemi koşullarına rağmen yaygınlaştırmak çabasını sürdürmeliyiz. Bu dayanışma alanlarının çoğaltılması ve çeşitli yan yana gelişler, biz kadınların yaşamasının/nefes almasının öncelikli güvencesi aynı zamanda.
İşte bütün bu konjonktürde, patriyarka ve kapitalizmin kadının emek, beden ve cinselliğine yönelttiği birden çok saldırının aynı anda aktığı vakitler yaşamaktayız. Faşizme, yeniden üretim krizine, 4. sanayi devriminin kadın emeği üzerine yönelebilecek tüm tehlikeli ihtimallerine, savaş politikalarına, emperyalist küreselleşmeye, militarizme ve tüm dünyada yükselen muhafazakar politikalar ekseninde sürekli olarak artış gösteren homofobi ve ırkçılığa karşı tarih bize yeniden eşitlik ve özgürlük için feminist mücadelenin şart olduğunu hatırlatmaktadır. Ve bizler bu bilinçle iktidara karşı “Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir” ve “aile değil kadınız” diyerek itaat etmeyecek, isyanımız, örgütlü duruşumuz ve kadın dayanışmasının gücüyle, birleşik kadın mücadelesinin aktif özneleri olarak, feminist mücadeleyi yükselteceğiz.
Demokrasi ittifakında kadınlar kolektif özne olarak yer almalıdır
HDP, 27 Eylül 2021 tarihinde açıkladığı Tutum Belgesi’nde “Kadına özgürlük ve eşitlik: Kadınların eşit ve özgür yaşam haklarının her tür güvenceye kavuşturulması ve temsilde eşitliği sağlamak için eş başkanlık uygulamasının yaygınlaşması ve yerleşmesi vazgeçilmez adımlardır. Aynı zamanda kadınlara yönelik sistematik erkek şiddetiyle ve kadın cinayetleriyle mücadele edilmesi zorunluluktur. İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden geçerli hale getirilmesi ve uygulanması, toplumsal cinsiyet eşitliği önündeki siyasal, idari, ekonomik ve kültürel tüm engellerin kaldırılması ilk acil adımlar arasındadır.” şeklinde görüşünü paylaşmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise, 18 Ocak’ta HDP’nin çağrısı ile yapılan toplantı sonuç metninde kadınlara da yapılan çağrısını paylaştı. Bir demokrasi ittifakının örülmesinde kadınların kolektif bir özne olarak yer alması için yaptığı çağrı metninde en geniş demokrasi, eşit yurttaşlık ve mücadele ortaklığına dair daveti anlamlıdır.
Kadınların kurtuluşunun genel bir demokrasi mücadelesi içine sığdırılamayacak kadar, erkeklerden, sermayeden ve devletten bağımsız bir perspektife sahip olduğu hep hatırımızda olarak demokrasi ittifakında nasıl yer alınacağı konuşulmalıdır. Formel eşitliğe dayanmayan bir demokrasi mücadelesinin örülmesinde kadınların haklarının kazanımına sahip çıkılması, kendi eşitlik ve özgürlük talepleriyle kadınlar olarak yer alabilmesi için yapılan çağrı, ülkenin geleceğine dair kadınların kurucu kolektif özne olmalarına dair çağrı olarak olumludur.
Bu doğrultuda; HDP Kadın Meclisleri eliyle kadın hareketi/feminist hareket içinde yer alan kadın gruplarına ve feminist kadınlar adına konuşmak söz konusu olmayacağına göre bireysel bağımsız feminist kadınlara çağrı yaparak kadınlardan ortak görüş oluşturma çabasına girilmelidir. Kadınlar kendi gündemleriyle, kendi talepleriyle ve kendi örgütlenme formlarıyla bu bileşimde nasıl yer alacaklarına/ayrı yürüteceklerine dair konuşmalıdırlar. Buradan sağlanacak mutabakat ile çalışma ilerletilebilir. Böylesi bir demokrasi ittifakının meclisleşmesinde bağımsız feministler de özne olarak var olmalıdırlar.
Patriyarkal kapitalizme karşı mücadelede, kadın hareketi/feminist hareketin zaten bir gündemi var. Cinsiyet temelli eşitsizliklerin hepsine karşı çoklu mücadeleler sürdürülmek durumundadır. Ücretli-ücretsiz emeğimizin değersizliği/görünmezliği, erkek şiddeti, İstanbul Sözleşmesi, nafaka-boşanma, yoksulluk veya ped ihtiyacı gibi spesifik konularda politik mücadele, bugün için her birimizin hayatına değen konular olarak acil ihtiyaç gibi görünüyor. En geniş katılımı içerecek farklı kesimlerden kadınların ortak kesişim noktalarını ortak kampanya tarzı çalışmalarla ve bilinç yükseltme, atölyeler, çalışma gruplarıyla açığa çıkartmak, birlikte dayanışma ağları geliştirmek ile sağlanabilir. “Kadınlar Birlikte Güçlü” platformunun işlevselliği ve yerellere doğru genişlemesi buralardan doğru ilerletilebilir.
Dolayısıyla, en acil gündemler bugün için AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarına karşı mücadele ederken, kamusal-özel alan bağını kuran politikalar oluşturmak patriyarkaya karşı mücadelede daha çok kadını katacaktır. Yazının başında belirttiğim gibi, önümüzdeki dönemin dar manada bir seçim süreci olmayacağı, ama iktidarın da muhalefetin de hesaplarını buna göre yaptığı bir döneme giriyoruz. Rejimin karşısında konumlanan güçlerde bir tür AKP sonrasına “geleceğe kaçış” eğilimi ağırlık kazanırken, restorasyonculuk ya da faşizmin tasfiyesini seçime indirgeyen benzer yanılgıda olanların da kadınların ve LGBTİ+’ların eşitliğini savundukları bir vaatleri yok. Kaldı ki, muhafazakarı da demokratı da cinsiyetçilikten azade değil, kadınlar onlara karşı da bu mücadeleyi sürdürmeye devam edecekler.
Kadınların kurtuluşu için, bağımlı olduğumuz tüm ezme-ezilme iktidar ilişkilerinden kurtuluş için, hangi kesimden olursak olalım birbirimize ihtiyacımız uzun erimli sürecek. Birlikte örgütlenip, birlikte dayanışmaya dünden daha çok bir araya gelmeye, kendi sözümüzü üretmeye, itaat etmemeye ve birlikte direnmeye haklarımızdan yüzyıl geriye gitmemek için yaşamsal ihtiyacımız var.