Osman TİFTİKÇİ yazdı – Cemaatler kapatılsın demek, devletin dini yükü daha da arttırılsın, devlet dini işlerle daha çok meşgul olsun anlamına gelir. Hem laikliği savunmak hem de cemaatler kapatılsın demek çelişkidir. Bu istek laikliğin ilkesi olan dini örgütlenme özgürlüğüne karşıdır.
Cemaat ve tarikat kamuoyunda sürekli olarak birbirine karıştırılıyor, birbirinin yerine kullanılıyor. Her cemaat belli bir tarikata (çoğunluğu Nakşi) mensuptur ama bu cemaatle tarikatın aynı şeyler olduğu anlamına gelmez. Her cemaat belli bir mezhebe de mensuptur ve bu durum cemaatle mezhebin aynı şey oldukları demek değildir. Mezhepler, tarikatlar ve cemaatler birbirini izleyen tarihi Sünni oluşumlardır. Her yeni oluşum kendinden öncekini ya da öncekileri içerir ama yeni bir oluşumdur, farklı tarihi koşulların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Mezhepler Sünnidir. Tarikatlar hem Sünnidir hem de belli bir mezhepleri vardır (Sünni-Hanefi gibi). Cemaatler hem Sünnidir hem de belli bir mezhepleri ve tarikatları vardır. Sünni- Hanefi- Nakşi- İskenderpaşa cemaati gibi.
Her yeni oluşum eskisine göre daha az kapsayıcıdır. Sünniliğe göre mezhepler, mezheplere göre tarikatlar, tarikatlara göre cemaatler daha dardır. Çünkü her yeni oluşum eski kitlenin tümünü kapsamaz, kitleyi böler.
Her yeni oluşum gelişebilmek için içinden çıktığı oluşumu geri planda bırakır ve kendi liderini öne çıkarır. Örneğin bugün Türkiye’de tartıştığımız dini oluşumlar, Sünnilik, Hanefilik, Nakşilik değil esas olarak cemaatlerdir (Nurcular, Menzil, Süleymancılar vs.).
İslam dünyası Peygamberin ölümünden sonra Şiilik ve Sünnilik olarak bölündü. Ardından 8. ve 9. Yüzyılda, Emevilerin (661-750) son dönemi ile Abbasilerin (750-1258) ilk dönemleri sırasında Sünni mezhepler oluştu. İlk oluşan Hanefi mezhebini, Maliki, Şafii, Hanbeli mezhepleri izledi.
12. yüzyılda mezheplerin içinden tarikatlar doğmaya başladı. Abdülkadir Geylani’nin (ö. 1166) Ortadoğu’da kurduğu Kadirilik ilk tarikattı. Diğer önemli iki tarikat, Yesevilik (Ahmet Yesevi, ö. 1166) ve Nakşilik (Bahaeddin Nakşibend 1318-1389) Orta Asya’da kuruldu.
Tarikatlar feodal dönemde oluşmuş kurumlardı. Cemaatler ise 20. Yüzyılın ürünüydüler ve tarikatlardan doğdular. Bunlar emperyalizm döneminde bağımlı kapitalist gelişmenin yarattığı dini oluşumlardı.
Cemaatler İslam ülkelerinde ulusal devletlerin kuruluş sürecinde, ilk olarak ta Orta Doğu ve Hindistan’da ortaya çıktılar. Mısır’da Hasan El Benna’nın kurduğu Müslüman Kardeşler (1928), Hindistan’da Mevdudi’nin Cemaat-i İslamisi (1930’lu yılların sonları) ilk cemaatlerdi. Orta Asya, Kafkaslar ve Tatarlar içindeki İslami hareket, Sovyet devrimi nedeniyle apayrı bir gelişim çizgisi izledi.
Tarikatların İslam dünyası için nispeten evrensel özellik taşımalarına karşın cemaatler neredeyse ulusal sınırlar içinde kalan oluşumlardı. Örneğin Müslüman Kardeşler Mısır’a ve Arap Dünyasına, Cemaat-i İslami Hint Müslümanlarına, Türkiye’deki cemaatler (Nurcular, Süleymancılar gibi) Türkiye Sünnilerine özgüydü.
Osmanlı’da birçok tarikat vardı ama bugünkü cemaatlerin (Nurcular, İskenderpaşa, İsmailağa, Süleymancılar, Işıkçılar, Menzil, Erenköy gibi) hiç biri yoktu. Osmanlı’da tarikatlardan ayrı bir İslamcı hareket oluşmuştu. Fakat Sırat-ı Müstakim (sonradan Sebilürreşad), Beyanül Hak, İslam Mecmuası ve benzeri yayın organları etrafında bir araya gelen İslamcılardan oluşan bu hareket cemaat değildi.
Bugünkü cemaatler 1930’lu yıllarda oluştular. İlk cemaat, 1935 yılında Eskişehir’de 120 talebesiyle yargılanan ve 11 ay ceza alan Said-i Nursinin Nur cemaatiydi. Onun ardından İstanbul’da çalışmalarını yürüten Süleyman Hilmi Tunahan (Süleymancılar) geliyordu. Bu cemaatler bir yandan, Milli Mücadele döneminde tasfiye olan Osmanlı İslamcılığının boşluğunu dolduruyordu. Diğer yandan dini reformlara karşı özellikle bir kısım esnaf ve tüccarda oluşan tepkilere öncülük ediyor ve gene dini reformlar sonucunda doğan din adamı açığını, dini eğitim problemini çözmeye çalışıyorlardı. Türkiye’de cemaatlerin oluşumu Mısır ve Hindistan’da oluşan cemaatlerle aynı döneme denk geliyordu.
Osmanlı İslamcılığı iktidarda olan İttihatçılara yani egemen kesimlere dayanıyordu. Müslüman Türk burjuvazinin ideolojik eğilimlerinden biriydi. Cemaatler ise iktidar dışı bırakılmış küçük ve orta burjuva kesimin, Sünni esnaf kesiminin örgütleri olarak ortaya çıktılar. Cemaatlerin dini anlayışına ve verdikleri mücadeleye, bu kesimin darlığı, fırsatçılığı, sinsiliği, kurnazlığı ve bencilliği damga vurdu.
Söylediklerimizden geleceğe ilişkin olarak şu sonuç çıkar: Önümüzdeki süreçte Türkiye’de Sünniler arasında yeni bir mezhep ve yeni bir tarikat ortaya çıkmaz. Ama mevcut cemaatler ortadan kalkabilir ve yeni cemaatler ortaya çıkabilir.
Cemaatler tarikatlar kapatılsın mı?
Dinin yozlaştırılmasında, anaokulu çocuklarının bile zorla dindarlaşmaya çalışılmasında, bunların sonucu ortaya çıkan felaketlerde devletin sorumluluğu cemaatlerden kat kat fazladır. 6 binden fazla İmam Hatip okulu, yüzün üzerinde ilahiyat fakültesi, Kuran kursları, zorunlu din dersleri, 130 bine yakın Diyanet kadrosu, tüm dünyada örgütlü dini kurumlarıyla bugün en büyük “cemaat” devlettir. Dini gericiliğin esas gücü, cemaatleri de yozlaştıran, devletin resmi dini kurumlarıdır.
Dini gericilikle mücadele etmek için yapılması gereken ilk iş, başta Diyanet olmak üzere devletin dini işlerle ilgili kurumlarını kapatmak, devletin elini eteğini dinden çektirmektir. Diyanetin yerine bütün dini inanç gruplarının temsilcilerinden oluşan, devlete bağlı olmayan ama devlet tarafından denetlenen, Din İşleri Konseyi türünden bir kurum oluşturulabilir.
Devletin dini işleri tekeline alması, Sünni Hanefiliği resmi din olarak benimsemesi, resmi dinin kurumları olan Diyanet, İmam Hatipler, Cumhuriyetten kalma uygulamalar ve kurumlardır. Eğer AKP’nin elinde bu devlet kurumları ve yıllardır uygulanagelen dini politikalar (İmam Hatiplerin, İlahiyat Fakültelerinin sayısının her iktidar döneminde artırılması, zorunlu din dersleri vs.) olmasaydı durum böyle gelişmezdi. AKP dine devlet bütçesinden bu kadar kaynağı resmi olarak ve rahatlıkla ayıramaz, İmam Hatipleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi okulları olarak zorla dayatamazdı. Cumhuriyet döneminden kalma bu tuhaf laiklik anlayışıyla mutlaka yüzleşmek gerekir.
Sünni cemaatlere gelince. Sünni cemaatler devletin laiklik adı altında resmi din dayatmasına tepki olarak, Sünnilerin belli bir kesiminin dini eğitim ve din adamı ihtiyacına cevap vermek için ortaya çıktılar. Devlet dışında din eğitimi verme ve din adamı yetiştirme işi Türkiye’de 100 yıla yakın bir geçmişi olan, kurumsallaşmış bir faaliyettir. Sünniler dışındaki gayrımüslim, Müslim dini inançlar da kendi din adamlarını kendileri yetiştiriyor, din eğitimini kendileri veriyordu. Hala da vermekteler ve bütün bu dini faaliyetler o cemaatin kendi içinde, hiçbir devlet yardımı olmaksızın finanse ediliyor.
Sünni cemaatlerin günümüzde AKP politikalarıyla birlikte yozlaşmalarına, yurtlarında neden oldukları felaketlere (tecavüzler, kafa kesme, öğrencilere zorla din dayatma, yangınlar vs.), yolsuzluklara vs. bakarak tepkisel davranmamak gerekir. AKP politikalarının son bulmasıyla bu cemaatler halk tarafından düzene sokulacak ya da bir kenara itilip yeni cemaatler ortaya çıkacaktır. Uygun politikalarla cemaatler kendi asli görevlerine yönlendirilebilecektir. Tabii ki mevcut cemaatler yaptıkları hataların hesabını vermek zorundadırlar.
Sadece Sünni cemaatler değil, hiçbir dini inancın cemaatleri kapatılmamalı, tersine dini işler bu cemaatlere devredilmelidir. Müslim, gayrımüslim, Alevi, Ezidi vs. bütün cemaatler dini faaliyetlerini özgürce yürütebilmelidir. Ateist propaganda özgürce ve örgütlü biçimde yapılabilmelidir. Hiçbir cemaate devlet kasasından kaynak aktarılmamalı, hiçbir din adamı devletin maaşlı memuru olmamalıdır. Cemaatlerin faaliyet alanları dini işlerle sınırlandırılmadır. Örneğin yüksek öğretim yurtları kurmak, şirketler, holdingler kurarak zenginleşmek, lüks içinde yaşamak için her yolu mübah görmek vs. dini işler değildir. Dini ihtiyaç olmayan cemaat yurtları kapatılmalıdır.
Cemaatler kapatılsın demek, devletin dini yükü daha da arttırılsın, devlet dini işlerle daha çok meşgul olsun anlamına gelir. Hem laikliği savunmak hem de cemaatler kapatılsın demek çelişkidir. Bu istek laikliğin ilkesi olan dini örgütlenme özgürlüğüne karşıdır. Şafilere, Ezidilere ve genel olarak Kürtlere sadece dini örgütlenme özgürlüğü değil, kendi diliyle dini öğretme ve kendi diliyle dini görevlerini yerine getirme, kendi dini idaresini kurma hakkı verilmelidir.
Ermeni ve Rum cemaatler dini özgürlüklere biçimsel olarak sahip görünmektedirler. Ama bu özgürlük devletin ve toplumun baskısı altındadır. Örneğin gayrımüslim okullarında Milli Eğitim tarafından atanan bir Türk müdür yardımcısı bulunmaktadır. Restore edilen kiliselerin ibadethane olarak açılmasına izin verilmemekte, Büyükada Rum Okulu’nun restorasyonuna dahi müsaade edilmemektedir. Yeni kilise açılabilmesi için Bakanlar Kurulu kararı gerekmektedir. Cumhuriyet döneminde sadece bir kilise (Karaköy’deki Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi) açılabilmiştir. Bu baskılar kaldırılmalıdır.
Bunların başta CHP olmak üzere düzen partileri tarafından üstesinden gelinebilecek işler olmadığının da bilincinde olmak gerekir. Örneğin CHP Cumhuriyet laikliğine toz kondurmuyor, Diyanet kapatılamaz diyor, İmam Hatipleri biz açtık[1] diye övünüyor.
[1] İmam Hatip Mektepleri, 1924 yılında kapatılan medreselerin yerine açılmıştı. Ama bunlar da 1930 yılında kapatıldı. 1949 yılında CHP tarafından tekrar açıldı.