Korkut Akın Atilla Dorsay’ın ‘Irkçılığı Gördüm Tanıyorum’ kitabı üzerine yazdı: Gizli bir milliyetçi olduğunu açıklayan Dorsay, artık milliyetçi olmaktan uzaklaştığını, Türk’ü, Türklüğü, Türkiye’yi savunmanın giderek daha güç geldiğini yazıyor ve “Türkler Barbar mı” diye soruyor bir yazısında.
Etnik yapı, dil, din, cinsiyet ayrımcılığının ulaştığı tek yer vardır: Irkçılık. Irkçılık da bütün dünyanın, bütün zamanlar boyunca lanetlediği, kabul etmediği bir olgudur. Buna ben, bir de düşünsel dünyayı ekliyorum. Düşüncesi sizinkiyle uymayan birine karşı gösterdiğiniz tepki de ırkçılıktır.
Günümüzde o denli çok ki örnekleri… Bolu Belediye Başkanı’nın yaptıkları, en azından. Kürt oldukları için, öteden beriye aşağılanan insanlara şimdi Suriyeliler ve Afganlar eklendi. Geçtim dövmeyi, sövmeyi canlı canlı yakılıyorlar. Kadın ayrımcılığı da ırkçılıktır ve en yakınları tarafından öldürülen kadınların sayısını bile tutamaz olduk. Siyasi ırkçılığı ise en son Sezen Aksu ve Sedef Kabaş örnekleriyle yaşadık, daha da yaşayacağımızdan başka.
Biz hayata nasıl bakıyoruz?
İnsanlar Afganistan’dan kalkıp, yürüyerek Anadolu’ya geliyor, Avrupa’ya geçmek için fırsat kolluyor; 12 Eylül’de bizim insanlarımız da Avrupa yollarındaydı, birkaç yıl önce Suriyelilerin olduğu gibi. Biz, barış içinde bir arada yaşamak istiyoruz. Göçmeni, sürgünü, mültecisi, azınlığı, çoğunluğuyla herkesin dilini kullanabildiği, dinini özgürce söyleyebildiği, ibadet edebildiği, LGBTİ+ birey olarak saldırıya uğramadığı, ayrımcılığa maruz kalmadığı bir ülkede… Tabii ki, bu barış ortamı ekonomik ve siyasal huzur ortamını da sağlayacaktır.
Niye bunca baskı?
Atilla Dorsay, yıllar boyu yazdığı yazıların arasından ırkçılık ve ayrımcılığı eleştiren yazılarını “Irkçılığı Gördüm Tanıyorum” adıyla kitaplaştırmış. Önsözünü Oya Baydar’ın yazdığı bu kitap, bir bakıma Türkiye’nin yakın tarihi. Sırf bu yazılar üzerinden bile sosyoekonomik, sosyopolitik, sosyokültürel, tarihsel konumumuzu irdelemek mümkün.
Kendisini milliyetçi olarak tanımlayan Atilla Dorsay bile bu denli yakınıyorsa, bu denli kaygılanıyorsa durumumuz berbat demektir. Bunun bir kanıtı olarak eski şarkı sözleri ile atasözleri üzerinden sürdürülen düşmanca tutum da gösterilebilir. Yani, gerçekten ekonominin düzeyini bile belirleyen bir kanıt bu, tabii ki anlayana.
Anlatmak gerek…
Bu yaşananlar yeni mi? Tabii ki değil! Yıllardır yaşanıyor, ama iyi ki kitaplar var da unutulmuyor. 1988 yılında, bu kez bir film adı üzerinden tartışma yaratılmış (tıpkı Sezen Aksu şarkısında olduğu gibi), “Günaha Son Çağrı” filmi üzerinden. Neyse ki magazin boyutunda kalmış… Şimdi, ister misiniz, bunu okuyup da anımsayarak yeniden ısıtıp ve yeni bir kampanya başlatsınlar.
“Kültürün birleştiriciliğini lafta değil uygulamada kullanarak, tüm o Nevruzları, Hıdırellezleri, Paskalya yortularını, yılbaşı ayinlerini, hamursuz günlerini, baharda ayazma ziyaretlerini ve başka şeyleri de hoşgörüyle karşılasak; teşvik etsek, farklı inançta da olsak en azından toplumsal bayram yanına biz de katılsak…” (s. 23) kuşkusuz hiç fena olmaz. Ancak siyasal erk buna asla izin vermez.
Galiba öyle…
Gizli bir milliyetçi olduğunu açıklayan Dorsay, artık milliyetçi olmaktan uzaklaştığını, Türk’ü, Türklüğü, Türkiye’yi savunmanın giderek daha güç geldiğini yazıyor ve “Türkler Barbar mı” diye soruyor bir yazısında. “Türk insanı çevreyi, doğayı ve doğal uyumu inanılmaz bir hızla ve korkunç bir sorumsuzlukla tüketiyor, bitiriyor, yok ediyor. Son orman yangınlarını ve yitip giden yeşilimizi alınız. Bodrum tepelerinden Karadeniz yaylalarına, büyük kentlerimizin çevresinden en küçük köylerimize dek yeşili ve gerçek mimari değerlerimizi yok eden apartman uygarlığına, beton hayranlığına bakınız. (…) Evet, Türkler galiba Batılıların yüzyıllardır bize yönelttiği tüm eleştirileri hak ediyorlar, tüm aşağılayıcı niteliklere layıklar… Biz galiba gerçekten yerleştiği ülkeyi yıkan, yok eden, güzellikler yaratmak yerine var olanları yok eden bir ulusuz. (…) Şu yaktığımız ormanlara, yok ettiğimiz İstanbul ve Boğaziçi’ne, soyup soğana çevirdiğimiz, hatta kimi zaman dinamitlediğimiz eski uygarlıklara, kuruttuğumuz denizlere veya göllere, yok ettiğimiz balıklara ve kuşlara, cami diye diktiğimiz o madeni kubbeli, orantısız minareli şeylere bakınca Türk olmakla hiç ama hiç iftihar etmiyorum.”
1988’den başlayan, günümüze ulaşan; geniş bir yelpazede yaşamın her anında her alanında yaşanan ayrımcılığı, ötekileştirmeyi kınayan, ırkçılık karşıtı, okunası 100 yazısı yer alıyor Atilla Dorsay’ın “Irkçılığı Gördüm Tanıyorum”da.
Irkçılığı Gördüm Tanıyorum
Atillâ Dorsay
Yazı, arşiv
Varlık Yayınları, Ocak 2022, 222 s.