Korkut AKIN yazdı – Turhan Eyüboğlu, sanki biz okurlarını bir yüz yüze söyleşiye çağırmış da anlatıyor gibi başlamış, öyle sıcak, öyle yalın… Bedri Rahmi’nin sözcüklerini, cümlelerini almış kendince kurgulamış ve belli bir dizgeyle sunmuş.
“Elbette kitapları isterim, elbette kitapları” diyen kaç kişi vardır, müze dolusu resim mi, sergi dolusu tablo mu sorusuna? “Kitaplar elimiz ayağımız kadar bizim olabilirler, o yüzden onlarla senli benliyizdir. Ömrümüzü paylaşırlar…” diye de ekliyor. Evet, Bedri Rahmi, Bedri Reis namı diğer. Ressam, şair, kullanmasa da profesör, ama en çok da âşık, en çok da sevdalı… Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir insan olarak portresini sunuyor bizlere kendisiyle hiç karşılaşmamış olsa da aynı ailenin bir bireyi olarak tanıyan, okuyarak bilen, araştırarak anlayan Turhan Eyüboğlu.
Tek tük bildiklerimiz vardır, birkaç resmini görmüşüzdür, birkaç dizesini anımsarız, şarkılaştığı için mırıldanırız da ama hayatı üzerine “karadutum, çatal karam”ı geçmez bildiklerimiz Bedri Rahmi üzerine… Trabzonlu, büyük bir ailenin çocuğu; ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu ile gerçekten güçlü entelektüel duruş sergileyen, atölyesinden mezun olanların saygıyla andığı, Anadolu desenlerini temel alan resimleriyle tüm dünyada tanınan, ülkemizin yüz akı biri.
Turhan Eyüboğlu, sanki biz okurlarını bir yüz yüze söyleşiye çağırmış da anlatıyor gibi başlamış, öyle sıcak, öyle yalın… Bedri Rahmi’nin sözcüklerini, cümlelerini almış kendince kurgulamış ve belli bir dizgeyle sunmuş.
Trabzon’suz olmaz…
Anlatılagelen Trabzon’u görmek, orada yaşamak, sokaklarında yürümek, insanlarıyla söyleşmek isterdim; çok değişmiş çünkü. Uzun yıllar önce ilk gittiğimde belki izi kalmıştı, ama artık o da kalmamış. Gelin de “Barbar Türkler” demeyin! Güzellikleri yok etmekte üstümüze yok! Hem doğal hem tarihi hem toplumsal hem de kültürel güzellikleri yok etmeyi marifet sanmışız ve ne yazık ki, hâlâ da geçerli bu sanrı.
1925 yılını anlatıyor Bedri Rahmi, “Trabzon, bitmek tükenmek bilmeyen futbol maçları, tenis turnuvaları ve bisiklet gezilerinden ibaretti…” (s. 16) Tenis deyince duraklıyorum. Bugün en büyük, en kalabalık, en gelişkin kentlerimizde bile parmakla sayılabilecek denli az tenis kortu. Biraz ileride evlerden piyano seslerinin yükseldiğini (s. 141) de söylüyor. Çok sayıda edebiyat dergisi çıktığını, ne denli etkili yayınlar yaptıklarını, dünyaca ünlü sanatçıların Trabzon’dan çıkıp da geri bile dönmediğini de üzülerek vurguluyor. Kitabı tanıtmak, okunmasına fırsat bulmak amaçlı yazarken bu önemli, önemli olduğu kadar da yaşamsal konuya değinip geçmek zorunda kalmak ne acı!
İlhan Berk, “Bedri Rahmi’nin yaşam dünyası resimdi. Dünya onun için çizmek, çizilmek içindi” diye yazmış. Sürekli kalemle gezermiş, bulduğu her yere desen çizermiş. “Yoktu bizde resim sanatı… Sanatın taa köylere dek inmesi gerekir. Bizim köyümüz şiir bilir, türkü bilir ama resme gelince…” diyor. Dünyası resim olan Bedri Rahmi de, “Türk resminden söz edebilmek için öncelikle halk eğitimi gereklidir” diyor ve özellikle kilim motiflerinden yola çıkarak yapıyor resmini. Halkın nakşettiği kilim motiflerini dünyaya tanıtıyor. O motifler ki, “Ana sütü gibi candan / Ana sütü gibi temiz” halkın bağrından süzülen duygular. Belki de soyut sanatın yansıması…
Unutulmaması gereken ve engellenmesinin zorunluluğunu vurguladığı da, yine halkın bilinçsizce tarihi dokulara (heykel, kilise, bina vb.) verdiği zararlar var. Gerçekten insanın içi acıyor Bedri Rahmi anlatırken…
Şiirlerle…
Çok yönlü bir sanatçı Bedri Rahmi, herkese “reis” dediği için kendisi de Bedri Reis, yakınlarınca Bedros. Anadolu’yu dolaşmış, sadece resim açısından değil mimari, müzik, yaşam biçimi, insan ilişkileri açısından da irdelemiş. Bir senteze varmış. Avrupa’ya gittiğinde bu sentezi sunmuş.
Şiirlerini, en azından birkaç dizesini sevdiklerinin kulağına fısıldamamış genç var mıdır? Müzikle birleşince insanın içine işleyen o ezgileri mırıldanmayan? Turhan Eyüboğlu, büyük bir maharetle kurgulamış Bedri Reis’in konuşmalarını, keyifle okunuyor.
Resimde acemiliğin bir meziyet olduğuna inanan, acemiliğin samimiyet, tazelik ve sanat namusu ile buluştuğunu söyleyen Bedri Reis, devletin himmet etmemesini, -artık bitmiş olan ve sanki bir daha bulamayacağımızdan kaygılandığım- basmacılığımızın, dokumacılığımızın, oyma ve kakmacılığımızın desteklenmesini istiyor.
Karadut ve Benek…
Eren Hanım’la -ki, güçlükleri nasıl aştığını anlattığı kısım bir film olur, değme dramalara bin basar- evli olsa da hepimizin “Karadut” olarak bildiği Mari Gerekmezyan ile ilişkisini, “Benek” (ne adı geçiyor ne bir ipucu var, meraktan eriyorum) ile yaşadıklarını da anlatıyor açık yüreklilikle… Ne büyük aşkmış dedirten, bir anlamda da iç çektiren!
Nâzım misali…
Çok sevdiğim şiirlerinden biridir Bedri Rahmi’nin
“Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali”
Nasıl bir dik duruş bu! Ezilmemek gerekir! Kendini ezdirmemeli insan. Ama ezerlerse de kokusuyla yine dünyayı sarmalı çepeçevre.
Nâzım Hikmet için yazdığı “Yiğidim Aslanım” şiiri ve arka planını, Nâzım’ın bu şiir üzerine kendisine yazdığı mektubunu (iyi ki de saklamış) öğreniyoruz anlattıklarından. Ama ilginç bir konu var. Günümüzdeki romanlarında intihal yaptığı dillendirilen Zülfü Livaneli’nin, hepimizin dilinden düşürmediği o ünlü “Yiğidim aslanım”ı yaparken ödünç aldığı ama bir daha geri vermediği, akıbetini kimselerin bilmediği ses kaydına ulaşamamanın hüznünü yaşıyorsunuz. Bir küçük not daha: Ses kaydının kaybına ne denli üzülse de evinin yanmasına, yangında yapıtlarının kül olmasına ağlamış için için Bedri Rahmi. Bense, yangına olduğu kadar kaybolan ses kaydına da içimde kabaran ve bir kasap çengeli örneği büyüyen “neden” sorusu ile kalakalıyorum, ister istemez.
Bedri Rahmi Anlatıyor
Turhan Eyüboğlu
Araştırma, anlatı, arşiv
Kıyı Yayınları, Haziran 2021, 285 s.