Ertuğrul KÜRKÇÜ Yeni Yaşam için yazdı: Seçimler, toplumsal yaşamda, hayatta, sokakta, öğrenci yurtlarında, fabrikalarda, işsiz kahvelerinde, amele pazarlarında, kadın günlerinde, otobüs duraklarında, cami avlularında, cem evlerinde, okul teneffüslerinde, öğretmen odalarında kazanılmazsa, kaybedilir…
Geçtiğimiz haftaya Erdoğan’ın “iç savaş” tehdidiyle girmiştik, bu hafta da Bahçeli’nin İBB’ye, HDP’ye, TTB’ye ve CHP’ye yönelik saldırılarıyla başladı.
İktidar blokunun siyasal desteği düştükçe saldırganlığının çapı ve şiddeti büyüyor.
“AKP’ye ve Erdoğan’a yakınlığı”yla bilinen bir kamuoyu araştırma şirketinin yeni yıldaki ilk anketinin gösterdiği gibi aralıkta gerçekleştirilen “döviz-faiz operasyonu”nu da iktidarın serbest düşüşünü durdurmaya çare olamamış. AKP ve MHP’nin toplam desteği yüzde 38,7’ye gerilerken CHP ve İYİ Parti’ninki yüzde 39,5’e yükselmiş.
Oysa iktidar blokunun aralık sonundaki “döviz-faiz operasyonu”ndan beklentileri, en azından yaratmayı umduğu beklentiler —16 Aralık’ta Yeni Yaşam’daki yazımda aktardığım- Japonya’nın Nomura Bankası’nın medyaya sızan raporundakilerle neredeyse bire bir örtüşüyordu: Asgari ücret bir “mali paket”le yukarı çekilecek, Merkez Bankası (MB) faiz indirimleriyle kredileri ucuzlatacak, MB ve kamu bankaları döviz stoklarını satarak döviz/TL oranlarını aşağı çekecek, böylece işçi sınıfı, esnaf ve orta sınıf arasında “işlerin iyiye gitmeye başladığı” izlenimi yaratılacaktı.
Nomura Bankası senaryosuna göre bu aşama başarıyla geçilip sonuçlar anketlere yansıyınca sıra sonraki adımlara gelecekti: “Erken seçim kararı”, “dış badire icadı” ve “OHAL ilanı”… Oysa operasyon, henüz başlamadan önce nasıl öngörmüşsek öyle sonuçlandı: “Faizlerin aşağı çekilmesinin, ihracat ve üretimi ithalata bağlı bir ekonomide döngülerin canlanmasına görünür bir katkısı olmayacak; asgari ücret yarın yukarı çekilse faiz-döviz sarmalında kuduran enflasyon karşısında ‘erken seçim’e kalmadan eriyecek; MB elindeki bütün dövizi satsa bile kritik eşiği aşmış olan döviz fiyatları, ilk iki aşamayı iyileştirmeye yetecek kadar aşağı çekilemeyecek ve hazine boşalmış olacak.” demiştik. 6 Ocak’ta Merkez Bankası’nın (TCMB) net döviz rezervleri tarihteki en düşük düzeye, 8,3 milyar dolara geriledi, Eldeki bütün döviz satılarak 26 Aralık’ta 10,91 TL’ye geriletilebilen dolar, bugün yeniden 13,83 TL’ye, 24 Aralık’ta 12,07 TL’y geriletilebilen Avro, 15,70 TL’ye yükseldi. TÜİK enflasyonu bile yüzde 32 olarak açıklandı.
Aralıkta “döviz-faiz” operasyonuna yatırılan milyarlarca dolar da böylece kızgın çöle düşen yağmur taneleri gibi buharlaşırken, iktidarı nispeten elverişli koşullarda “erken seçim”+OHAL” taktiğiyle güvenceye alma senaryosu da eğer iktidarın aklından gerçekten geçmişse bile pratikte gündeme girme olasılığına ulaşamadan rafa kalkmış oldu.
Ne var ki, siyasal desteği düştükçe saldırganlaşan iktidar blokunun karşısında, siyasal desteği büyüdükçe ataklaşan bir muhalefetin yükselmekte olduğunu gösteren belirtiler henüz görünmüyor.
Birincisi, bir çok gözlemci ve kamuoyu araştırma kuruluşunun da üzerinde birleştiği gibi iktidardan uzaklaşan yurttaşlar, otomatik olarak muhalefete yaklaşmıyorlar. İkincisi, “muhalefet” partilerinin aritmetik toplamı, iktidar partilerininkinin iki katına varsa da, bu sayılar henüz “cebirsel” bir değer ifade etmiyor. Üçüncüsü, bütün dikkatini seçime takmış gözüken düzen muhalefetinin, seçimi kazanmanın anahtarı olan Kürt seçmeni temsil ve Kürtlerin taleplerinin biricik açık siyasal sözcüsü HDP’yi içerme yönünde görünür bir çabası yok. Dördüncüsü, “Millet ittifakı” partilerinin iki seçim arasındaki muazzam sosyal muhalefet mekanı ve zamanında boy gösterme konusunda hiç bir arzu ve iradesi gözlenmiyor. Nihayet beşincisi, “Millet ittifakı” temasa geldiği bütün “politik güçleri” kendisine benzetiyor: Siyaset kurgusu ve taktiğinin siyasal spektrumun her bölgesinde gitgide “bir koyup üç alma” cingözlüğüne dönüşmesine, parlamenter temsil hırsının, temsil edilecek toplumsal mücadelenin öz ihtiyaçlarından ışık hızıyla kopuşuna tanık oluyoruz.
Oysa kamuoyu araştırmacısı Bekir Ağırdır’ın veciz ifadesiyle “Devletçi zihniyeti savunan iktidarın ortakları hala AKP’den veya Erdoğan’dan vazgeçmiş değil. Bir biçimde yargının ve güvenlik gücünü kullanarak siyasi alanı daraltmaya devam edeceklerdir. İktidar toplumun siyasi tercihlerini böyle bir yerden bükebileceği umuduna yaslanıyor.”
Hal böyleyken muhalefetin, “seçim hesapları”na dalmasına daha çok var. Üstelik, iktidar gündeminde bildiğimiz -hatta bilmediğimiz ama 31 Mart İstanbul yerel seçimlerinde gördüğümüz- gibi bir seçimin bile olmadığını, siyasal alanı, toplumsal alanı boğarak ve “zor” ile düzenlemeye yöneldiğini davul zurnayla ilan ediyor.
Muhalefet, “Roma’yı yakma”yı göze aldığını saklama ihtiyacı duymayan iktidar bloku karşısında, nasıl gerçekleşeceğini bile bilmediği bir seçimin sandalye dağılımı hesaplarına dalmakla kendisini küçük düşürmekten başka bir şey yapmış olamaz.
Muhalefetin tarihsel sorumluluğu toplumun özgürlük, eşitlik ve adalet uğruna mücadele heyecanını ortaklaştırmak ve var olan tüm toplumsal ve politik itiraz ve muhalefet dinamiklerini birbiriyle ilişkilendiren mümkün en geniş “demokrasi ittifakı”nı inşa etmektir.
Seçimler, toplumsal yaşamda, hayatta, sokakta, öğrenci yurtlarında, fabrikalarda, işsiz kahvelerinde, amele pazarlarında, kadın günlerinde, otobüs duraklarında, cami avlularında, cem evlerinde, okul teneffüslerinde, öğretmen odalarında kazanılmazsa, kaybedilir…