Nisan 2013’te Barış Süreçleri üzerine bir dosya hazırlamıştım. O dönemde devletlerin bu süreçlerden beklentisinin, çatışma esnasında kendisi için tekinsizleşmiş alanların tekinleştirilmesi, devlet kontrolünden çıkan şiddetin tekrar tekelleşmesi ve çoklu anlatılara sahne olan tarihin tekilleştirilmesi olduğunu iddia etmiştim. Devletin bu süreçler esnasında farklı öznellikleri ve ilişkileri mümkün kılan yerleri haneleştirmeye, mülkleştirmeye, vatanlaştırmaya çalışacağını söylemiştim. Örgütler, muhalifler, isyan edenler açısından bakarsak ise çözüm süreçleri silahla sürdürülen mücadelenin silahsız biçimde sürdürebilmesinin zeminini sağlar. Seslerini yükseltecek, haklarını arayacak toplulukları harekete geçirir.
Önce Lice, şimdi de Cizre’de gerçekleşenleri bu çerçevede okumak faydalı olacaktır. İki kent elbette birbirlerinden oldukça farklı tarihler ve kültürel eğilimler taşıyor. Ancak ikisi de vatanlaştırma-mülkleştirme-haneleştirme süreçlerine karşı dimdik br direniş sergileyen kentler. Bu sürecin merkezini teşkil etmeleri normaldir. Süreç boyunca böyle tek tek kentleri hedef alan politikalarla karşılaşmayı beklemek gerekiyor.
Üstelik buradan bir de yeni aktörlerin masaya oturtulması da hedefleniyor belli ki. Halkta taban bulamamış Hüda-Par mesela kndisinin de müzakereye katılası gerektiğini iddia ediyor. Özgürlük Hareketi’nin demokratkleşme ve Kürt sorunun çözülmesi olarak tanımladığı süreci, devlet güçleri bir çeşit egemenlik paylaşımı haline getirmenin yolunu arıyor. Oysa bu işler safi bir egemenlik paylaşımı haline geldiğinde karşılaşacağımız sonucun Suriye ve Irak olacağı aşikarken.
HDP’nin barajı aşamaması bu anlamda en çok AKP’nin işine gelir. Siyasi mekanizmalarda temsiliyeti olmayan bir HDP, ulusal bir meclis kuracaktır. Ancak bu ulusal meclis hem kendi içinde tüm Kürt farklılıklarını barındırmak durumunda kalarak parçalı-laşacak, hem de demokrasi yönündeki talepleri daralacaktır. AKP açısından kimlik üzerinden tanımlanmış böyle bir ulusal meclisle müzakere yürütmek, Türkiye’nin tüm ezilenlerini temsil ettiğini iddia eden bir ideolojiyle müzakere yürütmekten çok daha kolay olur.
Ben HDP’nin yüzde 10 barajını aşma ihtimalinin son derece kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Hatta eğer cesaretli ve risk alarak ilerlenirse, yüzde 10’dan çok daha fazlasına dahi talip olunabilir.
Türkiyelileşme denen meselenin Kürtlerin Türkiye’ye uyum sağlayacak şekilde ezilip, büzülmeleri, kendilerini değiştirmeleri olduğunu var sayanlar hala var. Oysa Türkiyelileşme, kanımca bu seçimlerde Türkiye’nin bütününü yönetmeye talip olmaktır. Türkiyelileşmiş bir HDP, örneğin Selahattin Demirtaş’ın İstanbul’da vekil çıktığı bir HDP olabilir. Feminist bir adayın Diyarbakır’dan meclise girdiği bir HDP olabilir. Bir Soma maden işçisinin İzmir’den aday olduğu bir HDP olabilir.
——
Meseleye sadece makro bakmamak gerektiğinin de farkındayım. Ne yazık ki Lice’den olduğu gibi, Cizre konusunda da bir türlü hakiki, net, sade bilgi alamıyoruz. Halkların yaşadıkları siyaset ve hamaset diline tercüme edilerek sessizleşiyor.
Begonia Aretxaga’nın müzakere süreçleri sırasında Bask ülkesi üzerine yazdığı tanıklık/saha çalışmaları, süreçlerin yereldeki yansımalarının açabileceği büyük yaralarla ilgili önemli bilgiler barındırıyor. Özellikle gençlerin taşıdıkları hafıza, umutsuzluk, örgütlenme biçimleri, özgürlük ideolojilerine ve iktidar ağlarına eklemlenişleri çok çetrefilli. Bask ülkesinde bir süre sonra infaz timleri haline gelebildikleri gibi, en etkin liderler de olabiliyorlar.
(Bu yazı Yeni Özgür Politka gazetesinden alınmıştır.)