Ertuğrul KÜRKÇÜ Yeni Yaşam için yazdı: Erdoğan, bu krizin nüksetmesinin kaçınılmazlığı çerçevesinde seçimi altı aydan daha fazla geciktiremez. Yaratılan yapay iyilik algısı, halk, ekmek yerine su içerken uzun süre sürdürülemez. Geriye muhalefeti birbirine düşürmek, HDP’nin yükselişini durdurmak, “dış tehlikeler” icat etmek kalır.
Dolar bir gün önce güya “muazzam düşüş”le 12.38 TL’ye gerilemişken çarşamba sabahına -bu yazı yazılırken- burnu yeniden yukarı dikilmiş olarak başlamıştı: 12.43 TL. Rejim borazanları, bu sözüm ona “sihirbazlık” numaralarını istediği kadar göklere çıkarsın, yoksulun evindeki çıplak hakikat değişmiyor: Dolardaki “muazzam düşüş” ve asgari ücretteki “astronomik artış”tan sonra da yoksullar yoksullaşmaya devam ediyor. Rejimin kaderini onlar tayin edecek.
Kız çocuğu, yoksulluğun orta yerinde, “nasıl geçindiğini” kendisine soran TV muhabirine sırrını açıyor: “Kendimi geliştiriyorum, acıkacağımı hissettiğim zaman su içiyorum ki, acıkmayayım.” Evde simit yok!
Şakşakçıları, rejim -bütün bu icabına göre şişirilmiş/küçültülmüş bütün rakamlarla bile- o kız çocuğunun babasını bu yıl doların 7.66 TL olduğu geçen yıldan daha düşük bir asgari ücrete mahkûm etmiş oldukları için bayram ederlerken Erdoğan’ın “Türk Lirası Mevduat ve Katılma Hesaplarına Dönüşümün Desteklenmesi Hakkında Tebliğ”i yayınlandı.
Tebliğ’in özü şu: Erdoğan, küresel krizin orta yerinde kendi sermaye cephesi ve tarikatlar etrafında ördüğü yandaşlar ve işbirlikçiler ağının kamu kaynaklarından finansmanı uğruna bizzat yol açtığı döviz krizinin yükünü Merkez Bankası’na yıkarak, bir ferahlık anı yakalama peşinde.
Buna göre, TL’nin döviz karşısında çöküşünü gidermek üzere devlet, Erdoğan’ın icadı “Zihni Sinir” projesi uyarınca dövizi olanla şöyle bir sözleşme yapacak:
* Dövizi olan bankaya koşacak ve hesap açacak.
* Devlet döviz sahibine söz verecek: “Eğer bozdurduğun dövizin vade sonundaki getirisi, sana taahhüt ettiğim faiz getirisinin üzerinde olursa, aradaki farkı Merkez Bankası kapatacak.”
* Döviz sahibi de devlete söz verecek: “Paramı vadesinden önce çekmeyeceğim”. Yoksa devlet vade sonunda oluşacak döviz-faiz farkını ödemeyecek.
* Sonunda da uyarı faslı var: Devlet döviz sahibine “ya şimdi ya hiçbir zaman” diyor: “Bütün bunları ‘bir defaya mahsus’ olarak ve o güzel hatırın için yapıyoruz.”
Merkez Bankası’nın hazine dışında bir fon kaynağı olmadığına göre, Erdoğan’ın uyduruk para politikalarının yol açtığı çöküntünün telafisini kamu gelirlerinden karşılamaya yeltendiği açık. Kamu gelirlerininse bir tek temel kaynağı var: Ücretlerden alınan dolaysız vergiler ve tüm mal ve hizmetlerin üretim, dolaşım ve tüketimi sırasında her yurttaşın zengin ya da yoksul olmasına bakmaksızın ödediği başta ÖTV ve KDV olmak üzere dolaylı vergiler.
“Bir defalık” koşuluna bakar bakmaz Erdoğan’ın da bu yeni “kambiyo rejimi”nin bu kaynaklarla sürdürülemez bir icat olduğunu bildiği bal gibi görülüyor. Üstelik, bu “enstrüman”ın mevcut Anayasa ve yasalarla çatışan avantaj ve kısıtlarla çevrelenmiş bir döviz emme tuzağı olduğunu zırnık kadar aklı olanlar bile anlayabilirler. Öyleyse bu tuzağa kim, niye girsin? Tebliğ’in anlaşılabilir tek açıklaması, esasen rejimin 20 yıldır dövize boğduğu yandaş sermaye gruplarını ellerindeki para stoklarını -örneğin 6 aylık bir süre için- Erdoğan’a emanet etme çağrısı olması olabilir -fakat ekonomik rasyoneller değil, bekâ mantığı gereğince!
Sonrası? Sonrası tufan! “Ben yoksam siz de yoksunuz”. Bu psikolojiyi, hiçbir şey bir siyasal İslamcı militan olmak dışında hiçbir özelliği olmadığı halde Hazine ve Maliye Bakanlığına tayin edilen Nureddin Nebati’nin yükseliş sarhoşluğuyla “yazılmamak kaydıyla” içini döktüğü sözlerinden daha çıplak anlatamaz.
“Bitersek hep beraber biteceğiz. Kazanırsak hep beraber. Karamsar tablo çizenler var. Hiçbir şekilde bize inanmayanlar. Onlara diyorum ki; ‘Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer. Bin çalışanımız var. Bin kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim. Ben babadan görme bir insanım. Babamın bana bıraktıklarını kaybederim. Ben bunu göze alır mıyım […] ? Bu iş ya düzelecek ya düzelecek! Yeter ki bize güvenilsin, inanılsın!”
“Nas”, mas, işte hepsinin eninde sonunda vardığı yer: İktidarı ve ahbap çavuş kapitalizmini muhafaza ve müdafaa. Nebati’nin sayıklamalarının ışığında, olanlar olmadan önce, sermayenin mantığına göre olması kaçınılmaz olanları Marx’ın “Kapital”de su kadar berrak bir anlatımla dile getirişini bir kez daha anımsıyoruz: “Sermaye, […] pratikte insan soyunun yaklaşmakta olan çöküşü ve sonunda kuruyup gitmesi ihtimalini, en fazla dünyanın güneşin içine düşmesi ihtimalini ettiği kadar dert eder. Her borsa dolandırıcılığında herkes çöküşün er ya da geç geleceğini bilir ama herkes de altın yağmurunu yakalayıp elde ettiklerini güvenli bir yere istifledikten sonra borsanın komşusunun başına çökmesini umar. Benden sonra tufan -bu her kapitalistin ve her kapitalist ülkenin düsturudur.”
İktisatçıların da yakından izleyip değerlendirdikleri gibi Erdoğan, krizin yıkıcı sonuçlarını biraz olsun öteleyebilmek için ama gene bizzat kendi eseri olan bu krizin dalgaları üzerinde sörf yaparak karşı kıyıya ulaşabilmek için çırpınıyor. İktisatçı Uğur Gürses’in veciz ifadesiyle “[…] Öyle bir enkaz yaratılıyor ki hesap şu olmalı; ‘seçimi kazanırsak bu bedele değer, kaybedersek de kazananın sırtına yük olsun’.”
Bu koşullar altında, Erdoğan’ın bütün yatırımını, toplumu yapay, hormonlu iyileşmelerle, bir uyuşturucu müptelasının sondan bir önceki iyilik hissine sokar sokmaz, TBMM’yi seçime götürmek üzere koşullarını ve sürecini kendi belirlediği bir seçim için yapmakta olduğuna kuşku kalmıyor. Erdoğan bu krizin nüksetmesinin kaçınılmazlığı çerçevesinde seçimi altı aydan daha fazla geciktiremez. Kendi yüzde otuzluk blokunu, iflas halindeki kamu maliyesi çöküntü işaretleri verirken değil yapay iyilik algısı yüksekteyken tahkim edebilir. Bu algı halk, ekmek yerine su yutarken daha uzun süremez. Geriye muhalefeti birbirine düşürmek, HDP’nin yükselişini durdurmak, “dış tehlikeler” icat etmek kalır.
Erdoğan’ı kendi oyununa getirmek, muhalefetin “sınıflar güreşi”ndeki ustalığının ölçüsü olacaktır. Muhalefetin muhtaç olduğu akıl ve yaratıcılık için son bir yıl içinde imkânsız sayılanları başaran Bolivya, Peru ve Şili’nin deneyimlerinin sonsuz bilgi dağarcığına müracaatı etmesi yeterlidir.