Bülent TEKİN yazdı: Geçmişte dev olan halk (topluluk, millet) bugün iyi yürekli, masum ve korkak bir cüceye dönüşmüştür.
İri yapı, azman bir insanın ilk bakışta ne kadar tehlikeli olabileceği aklımızdan geçer. Aslında böyleleri normaline göre dev sayılırlar. Kalplerinin büyüklüğüdür insanı dev ya da cüce yapan aslında. Adalet, merhamet ile yoğrulmuş bir kalbin kötü ve acımasızlık hamurundan yapılmış bir kalpten tabi ki çok farklı olduğu, insani olduğu açıktır.
Sait Faik Abasıyanık’ın (1906-1954) öykülerinin birinde tarif ettiği Uzun Ömer örneği bir önyargının tam da zıddıdır. 1950’li yıllardan bahsediyorum. “En uzunumuzdan bir metre daha uzun, en genişimizden yarım metre daha geniş, en şişkomuzdan 150 kilo daha ağır bir adam yaşıyor içimizde. Bereket, en kötümüzden daha kötü, en nankörümüzden daha nankör, en akıllımızdan iki misli daha akıllı değil! Yoksa halimiz nice olurdu? Aksine en iyimizden, en kendi halindemizden beş defa daha iyi daha mütevazı…
Bir adam düşünün ki kendisine bir elbiselik yaptıracağı zaman 8 metre kumaşa ihtiyacı vardır. Bu düşündüğünüz adamın bir pabucu (o yıllarda) 150 liraya yapılabilir. En alelade elbise 500 liraya mal olur ona. Bizleri yönetenler Uzun Ömer örneğinde olduğu gibi boy, ağırlık vb ölçüler açısından tutmasa da yetki ve yönetme güçleri açısından birer devdirler. Sıradan bir yurttaş, hele sınıfsal olarak da alt yoksul tabakadansa bu kadar güç karşısında adeta bir cücedir. Sait Faik’in endişesi gibi halimiz nice olurdan çok, yarınımızdan endişeli ve umutsuz bir haldeyiz. Sonumuz ne olacak, belli değil.
Sait Faik Abasıyanık ‘Dülger Balığının Ölümü’nden bahseder. Balıkların en çirkinidir. Pulu da yoktur zavallının. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır. [Aslında ben bu dudakları hani son yıllarda bazı insanlar dudaklarına botoks (dolgu) yaparlar ya, ben biraz da buna benzetirim.] Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır ve bir daha kapanmaz. Dülger balığı vaktiyle korkunç bir deniz canavarıymış. İsa doğmadan önce Akdeniz’de dehşet salmış. Bir Fenikeli denize düşmeyegörsün! Devirdiği Kartacalı çektirmesinin, İsrail oğulları balıkçı kayığının sayısı sayılamamış. Keser, biçer, doğrar, mahmuzlar, takar, yırtar, koparır, atar, çeker parçalarmış. Akdeniz’in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, yağmurdan, beladan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş. (Ancak ilginçtir ki, günümüzde 25-30 santimetre uzunluğunda olan bu eski canavar ölürken ölüm korkusundan bembeyaz kesiliyor.) İsa bir gün deniz kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmüş. “Ne oluyorsunuz?” diye sorunca balıkçılara, “Aman,” demişler balıkçılar, “elaman! Elaman bu canavardan! Sandallarımızı kırdı, arkadaşımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık tutamaz olduk, açlıktan kırılırız.” Bunun üzerine İsa denize doğru yürümüş. En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmış. İki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş…
O gün bugündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli, fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır. Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl bir korku içine düşer, kim bilir? Onun için dünya bomboştur artık. Oltadan kurtulsa da fayda yoktur. Suyun yüzüne yamyassı serilir. Kocaman gözleriyle insana mahzun mahzun bakar. Sandalda ölünceye kadar ikide bir feryada benzer acı bir ses çıkarır. Dülger balığının iki saat süren ölüm hali uzun sürüyor. Dülger balığı günümüzde eskiden bir dev olan insanoğlunun cüceleşmiş haline benziyor. İlkten beri tabiat ve tehlikelere karşı dirençli ve paylaşımcı olan insanın komün devrindeki canavar hali olan dülger balığı, günümüz kapitalist modernite çağının halk (millet) olmuş uysal biçimi, cüce halidir. Halk bugün yöneten karşısında korkak ve masum gözlerle bakan bir hale dönüşmüştür. Geçmişte bir dev olan halk (topluluk, millet) bugün iyi yürekli, masum ve korkak bir cüceye dönüşmüştür.
Türk Lirası serbest düşüşte, durmadan devalüe oluyor, değer kaybediyor. Buna karşın dolar (döviz) ve altın durmadan değer kazanıyor. Türk Lirasının aşırı hızla değer kaybetmesi, “yaptıkları kurtuluş savaşı” karşısında “iç hainler”in ve “dış güçler”in bir faaliyeti olarak lanse ediliyor. İzledikleri yanlış politikalar, aldıkları yanlış kararlar, içerdeki hainler ve onları kontrol eden dış güçler retoriği ile kamufle ediliyor. Yaşanılanlar adeta bir çöküş gibi görünüyor. Önemli olan geri dönülmesi imkânsız noktaya gelmeden yanlışı görmek ve yanlıştan dönmektir. Bu durum artık bir hayat memat meselesidir. Zenginlerin daha zengin, yoksulların daha yoksul olduğu günler, saatler, dakikalar yaşıyoruz. Orta sınıf ortadan kalkıyor, yoksullar kategorisine gidiyorlar. Umarım devlerin cüceleri yemediği bir yol bulunur. Son söz olarak Sait Faik’ten bir cümle: “İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum.”