Mehmet SALİM Evrensel için yazdı: “Kanser olmasını ne tetikledi bilemiyoruz. Ama Mürsel’in mendilinin durup dururken kanamadığını da biliyoruz.”
Ölüm, Mürsel’i de aramızdan ayırdı. Mürsel Sağlamcan’ı. Alçakgönüllü, sonuna kadar dürüst kalan, kötülüklerle mücadele eden güzel bir insanı kaybettik. Böylesi durumlarda insan geride çaresiz kala kalır. Elinizde kalan anılarla baş başa kalırsınız ve teselli olmaya çalışırsınız. Tabii bu da teselliden sayılırsa…
Mürsel’le Şarköy ilçe cezaevinde sarılıp tahliye olmamızın üzerinde neredeyse yirmi yıl geçti. Bir daha da yollarımız bir türlü kesişmedi. Kanserle boğuştuğu dönemde bir kaç kez telefonla ulaşmaya çalışmak da sonuçsuz kaldı. Belki de artık konuşacak durumda değildi. Bilemiyoruz. Ama yıllara rağmen dostluğunu, arkadaşlığını, sıcaklığını her zaman yanı başımızda hissettiğimiz bir dostumuzdu. Arkadaş sohbetlerinde en baş köşede yerini alanlardan birisiydi. Yıllar gibi dostluğu da uzadı. Uzak kalmak, yakında göremediğimiz bütün özelliklerini daha da açığa çıkardı. Hayatta her gün karşılaştığımız yüzeysellikler onun bütün insani özelliklerini daha da görünür kıldı.
Mürsel, hapishanede her zaman yanında bir bez mendil taşırdı. Elini yüzünü onunla kurular, onunla terini siler, nezle olduğunda onu kullanırdı. İlişkilerin de kağıt mendil gibi kullanılıp atıldığı bir dönemde o, bez mendilde ısrar etti. Mendili kirlendiğinde yıkayıp kurulardı ve özenle katlayıp cebine koyardı. Kumaşı farklı olmak böyle bir şeydi sanırım. Bütün ilişkilerini de mendil gibi temizleyip özenle katlayarak hep yanında taşıdı.
Mezopotamyalı Mürsel
Mürsel’i Bursa Özel Tip Cezaevinde tanıdık. Aynı blokta, farklı örgütlerden olmamıza rağmen yıllarca gürültüsüz, patırtısız birlikte yaşadık. Böyle olmasında Mürsel’in payı da büyüktü. Birlikte dayak yedik, aç kaldık, aynı sofrada yemek yedik ve birlikte volta attık. Gösterişten uzak, egolarından arınmış, mütevazi, ağır başlı birisi olarak hemen dikkat çekerdi. Onun yanında kendinizi huzurlu, iyi hissederdiniz. Hapishanedeki darlık Mürsel’le biraz daha genişler, duvarlar onunla birlikte biraz daha küçülürdü.
İçi dışı bir olan insanlar vardır. Mürsel böyleydi. Kişiliğindeki sadelik elbiselerine, konuşmasına, yüzüne de yansırdı. Hiç kimseye karşı sesini yükselttiği görülmemişti. Söyleyeceklerini sessizce, kimseye dayatmadan söylerdi. Kişiliği gibi elbiseleri de sadeydi. Hep aynı elbiseleri giydiğini sanırdınız. Mendili gibi elbiselerini de modaya göre değiştirmezdi. Yıllarca, eskiyene kadar yıkayıp yıkayıp giyerdi. Görüşçüler yeni elbise getirdiğinde önceliği arkadaşlarına verirdi. Yoksulluğu bilirdi ve sanki bunu elbiseleri ile yaşatmak isterdi. “Boynu bükük duruyorsam eğer/ İçimden öyle geldiği için değil/ Ama hiç değil” der gibiydi.
Hapishanedeki tek lüksü sigarasıydı. Onca açlık grevine dayanırdı da tütünsüzlüğe dayanamazdı. Büyük bir keyifle, gözlerinin içi gülerek sigarasını sarar, yakar ve derin derin içine çekerdi. Ciğerlerini dumanla doldurur ve bir süre nefes almadan durur ve hafifçe başını kaldırarak dumanı havaya üflerdi. Kendisinin aşamadığı duvarları dumanın aşmasını ister gibi üflerdi. Her seferinde duman yavaş yavaş dağılıp kaybolur ve o içerde kala kalırdı.
“İnsan yaşadığı yere benzer/ o yerin suyuna, o yerin taprağına benzer”. Mürsel yaşadığı yere benziyordu. Belki de bundan dolayı ‘Nerelisin?’ sorusuna her seferinde ısrarla “Mezopotamlıyım” diye cevap verirdi. Gerçekten de Mezopotamya sınırları içinde, Halfeti’nin bir köyünde, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti, ama onun için Mezopotamya somut bir yer olmaktan çok değişik kültürlerin, farklı milliyetlerin bir arada yaşadığı politik bir coğrafyaydı. Mezopotamya Dicle ile Fırat arasında bir bölge olmaktan çok bütün dünyaya yayılan bir yerdi onun için. Mürsel biraz Fırat’a benzerdi, Fırat’ta yüzen balığa, Halfeti’de yetişen siyah güle, Diyarbakır surlarına, Göbeklitepe’deki tapınağa. Türk olmasına rağmen onu bir milliyete sığdırmak mümkün değildi. Her milliyetten bir parça taşırdı içinde. Biraz Kürt, biraz Arap, biraz Ermeni’ydi.
On yıl sonra hapishanede çıktı ve kaldığı yerden yaşama devam etti. Çıktıktan sonra doğduğu ilçenin yüzde seksen sular altında kalmasına şaşırdı mı bilemiyoruz ama mücadeleye katılmasına kimse şaşırmadı. Mitinglere katıldı, örgütledi, en zor koşullarda “Umudu dürt”tü yeniden. Yeniden hapishaneye girdi ve hücresinde yeniden sigarasına sarıldı. Onun için „gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmekti.“ Çıktıktan sonra yeniden baştan başladı.
Kanser olmasını ne tetikledi bilemiyoruz. O büyük bir keyifle içtiği sigaralar mı neden oldu? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ama Mürsel’in mendilinin durup dururken kanamadığını da biliyoruz. “… bir mendil niye kanar/ Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar/ Mendilimde kan sesleri.”
* Bütün şiirler Edip Cansever’in ‘Mendilimde Kan Sesleri’ adlı şiirinden alınmıştır.